ISSN 1302-0099 | e-ISSN 2146-7153
TURKISH JOURNAL CLINICAL PSYCHIATRY - J Clin Psy: 24 (2)
Volume: 24  Issue: 2 - 2021
EDITORIAL
1.Pandemics and discrimination against children-School closure: A violation of childrens’ rights
Sevcan Karakoç Demirkaya
doi: 10.5505/kpd.2021.98105  Pages 133 - 134
Abstract |Turkish PDF

RESEARCH ARTICLE
2.Acute grief experience in Diyarbakir condolence houses and the factors influencing the severity of grief (eng)
Evindar Karabulut, Azad Günderci, Şakir Özen
doi: 10.5505/kpd.2021.65668  Pages 135 - 144
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, bir yakını öldükten sonraki akut yas sürecindeki kişilerin durumluk kaygı düzeyleri ve diğer yas tepkilerinin belirlenmesi, yakınlık derecesinin ve cinsiyet farklılığının yas tepkilerine etkisinin saptanması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma Diyarbakır ve çevresindeki yerleşim merkezlerinde kurumsal hale gelmiş olan taziye evlerinde yas yaşayan ve ölenin akrabası olan 122 birey (49 kadın, 73 erkek) ile yapılmıştır. Ölenin akrabası olmayan 54 birey (27 kadın, 27 erkek) kontrol grubuna alınmıştır. Tüm katılımcılar çalışma hakkında bilgilendirilip onayları alındıktan sosyodemografik veriler, durumluk kaygı envanteri (DKE) ve yasta ortaya çıkabilecek olan duygusal-davranışsal tepkiler ile ilgili veriler kaydedilmiştir.
BULGULAR: Birinci derece akrabalarda akut yas diğer akrabalara göre daha şiddetli yaşanmaktadır ve DKE puanları daha yüksektir (DKE ortalaması birinci derece akrabalarda 53.3±8.9; ikinci derece akrabalarda 44.1±9.6; üçüncü derece akrabalarda 43.9±11.6 idi; p<0,001). Ani ölenlerin yakınlarında ortalama DKE puanı 51.8±8.9 iken ölümü beklenenlerin yakınlarındaki ortalama DKE puanı 45.8±11.4 bulundu ve ani ölümlerin yas şiddetini artırdığı saptandı (p<0.001). Kadınlarda yas semptomlarının daha şiddetli olduğu belirlendi. Kadınlarda DKE puanı 53.7±8.2; erkeklerde 45.4±10.8 bulundu (p<0.001). Kontrol gurubu ile kıyaslandığında akrabalardaki psikofizyolojik tepkilerinin daha yoğun olduğu saptandı (p<0.001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yas kültürden kültüre ve bireyden birey çeşitlilik gösteren bir süreçtir. Yakınlık derecesi artıkça ve ölüm beklenmedik ve ani olunca yaslı kişiler daha çok etkilenmekte, kaygı düzeyleri daha yüksek çıkmaktadır. Kadınlar yas sürecinde erkeklerden daha çok etkilenmektedir.
INTRODUCTION: The objectives of this study were to measure state anxiety levels of individuals in an acute grief period following the death of a close relative, and to evaluate the effects of degree of closeness and gender on grief reactions.
METHODS: The study was conducted in condolence houses in Diyarbakir, Turkey with participants in mourning due to kinship with the deceased. One hundred twenty-two participants (49 females, 73 males) were included in the study. Fifty-four individuals (27 females, 27 males) who were not relatives of the deceased were included in the control group. After informing the participants about the study and obtaining their consent, all participants were asked to complete a survey with a sociodemographic data form, state anxiety inventory (SAI), and a list of possible behavioural reactions.
RESULTS: Acute grief experience was more severe and SAI scores were higher in first-degree relatives. When the loss was sudden, the mean SAI score was 51.8±8.9 and when it was an anticipated death, the mean SAI score was 45.8±11.4 (p<0.001). Grief symptoms were more severe in females compared to males (p<0.001). Psychophysiological reactions of the deceased’s relatives were observed to be more severe than the control group.
DISCUSSION AND CONCLUSION: As the degree of closeness increases, and when the death is unexpected and sudden, individuals appear to be affected more, and have higher levels of anxiety. Females are affected by the grief process more than males.

3.Temperament and character traits of premature ejaculation patients (tur)
İmran Gökçen Yılmaz Karaman, Gülcan Güleç, İlknur Gündoğdu, Çınar Yenilmez, Aydın Yenilmez
doi: 10.5505/kpd.2020.06978  Pages 145 - 152
GİRİŞ ve AMAÇ: Prematür Ejakülasyon erkekte en sık görülen cinsel işlev bozukluğudur. Patofizyolojisi henüz aydınlatılamamış olsa da psikolojik faktörler sıkça çalışılmıştır. Hem biyolojik hem de psikolojik boyutları olan prematür ejakulasyonun anlaşılmasında, hastaların mizaç ve karakter özelliklerinin araştırılmasının faydalı olabileceği düşünülmüştür. Nörotisizm ve zarardan kaçınma boyutlarının cinsel işlev bozuklukları ile ilişkili olduğunu gösteren çalışmalar mevcuttur. Bu çalışmada yaşam boyu ve edinilmiş prematür ejakülasyon hastalarının mizaç, karakter özellikleri, cinsel doyum, anksiyete ve depresyon düzeyleri araştırılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Prematür ejakülasyon tanısı alan 40 hasta ve 40 sağlıklı kontrol çalışmaya dâhil edildi. Hasta grubu yaşam boyu (n=20) ve edinilmiş (n=20) alt türler olarak iki gruba ayrıldı. Sosyodemografik veri formu, Mizaç ve Karakter Envanteri, Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği, Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği uygulandı.
BULGULAR: Prematür ejakülasyon hastalarının kontrol grubuna göre cinsel doyum puanları daha düşük, zarardan kaçınma boyutunun çabuk yorulma ve dermansızlık alt boyutu puanları daha yüksek izlenmiştir (p< 0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Zarardan kaçınma, bir mizaç özelliği olarak nörotransmitter yapılar ile ilişkili olan, cinsel işlev bozukluklarında dikkat çeken bir parametredir. Cinsel işlev bozuklukları ve zarardan kaçınma ilişkisini araştıran daha büyük örneklemli ve uzunlamasına çalışmalara gereksinim vardır.
INTRODUCTION: Premature Ejaculation is the most common sexual dysfunction in men. Although the pathophysiology has not been clarified yet, psychological factors have been studied frequently. It may be useful to investigate the temperament and character characteristics of the patients in understanding the premature ejaculation, which has both biological and psychological dimensions. Neuroticism and harm avoidance dimensions are found to be associated with sexual dysfunction. In this study, temperament, character, sexual satisfaction, anxiety and depression levels of lifelong and acquired premature ejaculation patients are investigated.
METHODS: Forty patients diagnosed with premature ejaculation and 40 controls were included in the study. The patient group was divided into two groups as lifelong (n= 20) and acquired (n= 20) subtypes. Sociodemographic data form, Temperament and Character Inventory, Golombok-Rust Sexual Satisfaction Scale, Hospital Anxiety and Depression Scale are applied.
RESULTS: Premature ejaculation patients had lower sexual satisfaction scores and higher fatigability sub-dimension scores of harm avoidance, comparing to the control group (p< 0.05),
DISCUSSION AND CONCLUSION: Harm avoidance as a temperament feature, is associated with neurotransmitter structures, is a prominent parameter in sexual dysfunctions. Larger sampling and longitudinal studies are needed to investigate the relationship between sexual dysfunctions and harm avoidance.

4.Ischemia modified albumin: A potential marker for global metabolic risk in generalized anxiety disorder and panic disorder (eng)
Esra Kabadayı Sahin, Gökçen Turan, Salim Neselioglu, Murat Ilhan Atagün
doi: 10.5505/kpd.2020.49404  Pages 153 - 159
GİRİŞ ve AMAÇ: İskemi modifiye albümin (İMA), hipoksi, asidoz, inflamasyon, oksidatif stres sonucu üretilen modifiye bir albümin türüdür. Bu çalışmada, yeni tanı alan ve daha önce ilaç kullanmamış yaygın anksiyete bozukluğu (YAB) ve panik bozukluk (PB) hastalarında serum İMA düzeylerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu kesitsel çalışmaya, daha önce ilaç kullanmamış 23 YAB, 25 PB hastası ve 28 sağlıklı kontrol dahil edildi. Katılımcılar sosyodemografik veri formu, Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) ve Beck Anksiyete Ölçeği (BAÖ) ile değerlendirildi. Tüm katılımcıların serum İMA düzeyleri ve rutin biyokimyasal parametreleri ölçüldü.
BULGULAR: Katılımcıların yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi (VKİ) ve biyokimyasal belirteçleri açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p> 0.05). Serum İMA düzeyleri YAB ve PB gruplarında sağlıklı kontrollere göre anlamlı olarak daha yüksekken (p <0,01), YAB ve PB grupları arasında İMA düzeyleri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p = 0,994). Korelasyon analizlerinde, İMA düzeyleri ile BDÖ ve BAE puanları arasında pozitif korelasyon saptandı (sırasıyla r = 0.449 ve r = 0.632, p <0.001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: YAB ve PB hastalarındaki yüksek İMA seviyeleri, bu hastalardaki metabolik stresi gösterebilir. Anksiyete bozukluklarında çeşitli biyokimyasal bozukluklar görülebilmektedir. İMA, bu hastalarda genel metabolik riski gösteren önemli bir yeni belirteç olabilir. Bu araştırma, anksiyete bozukluklarında İMA düzeylerini değerlendiren ilk çalışmadır.
INTRODUCTION: Ischemia modified albumin (IMA) is an altered type of albumin produced due to exposure to hypoxia, acidosis, inflammation, or oxidative stress. In this study, we aimed to evaluate the serum IMA levels in newly diagnosed and medication-naive generalized anxiety disorder (GAD) and panic disorder (PD) patients.
METHODS: This cross-sectional study included medication-naive 23 GAD, 25 PD patients, and 28 healthy controls. The participants were evaluated with a sociodemographic form, the Beck Depression Inventory (BDI), and the Beck Anxiety Inventory (BAI). Venous blood samples were collected from all participants, and IMA levels and routine biochemical parameters were measured.
RESULTS: There was no statistically significant difference between three groups in terms of age, gender, body mass index (BMI) and routine biochemical markers of the participants (p>0.05). The GAD and PD groups had significantly higher serum IMA levels than healthy controls (p<0.01), whereas there was no statistically significant difference in IMA levels between GAD and PD groups (p=0.994). Additionally, correlation analysis showed a positive correlation between IMA levels with BDI and BAI scores (r=0.449 and r=0.632, respectively, p<0.001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Higher IMA levels in patients with GAD and PD may indicate metabolic stress on these patients. Anxiety disorders may tend to various biochemical disturbances, and IMA could be an important new marker that indicates global metabolic risk in such patients. This research is the first study that evaluates IMA levels in anxiety disorders.

5.Evaluation of self-perceived competency levels and perspectives of primary care physicians on psychiatry related basic practical skills: A nationwide study in Turkey (tur)
Özlem Coşkun, Yavuz Selim Kıyak, Işıl İrem Budakoğlu, Dilek Öztaş, Özgür Erdem, Selçuk Aslan
doi: 10.5505/kpd.2020.38980  Pages 160 - 166
GİRİŞ ve AMAÇ: Birinci basamak hekimlerinin Ulusal Çekirdek Eğitim Programı 2014’te (UÇEP-2014) yer alan psikiyatri ile ilgili temel hekimlik uygulamalarına dair öz yeterlilik algılarının ve görüşlerinin belirlenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma tanımlayıcı ve kesitsel tipte olup toplam 4117 hekim katılmıştır. Türkiye’de birinci basamakta görev yapan hekimlere elektronik ortamda anket formu gönderilerek UÇEP-2014’te yer alan psikiyatri ile ilgili dokuz temel hekimlik uygulaması ile ilgili yeterlilik seviyeleri ve bir tıp fakültesi öğrencisinin mezun olduğunda sahip olması gereken yeterlilik seviyesi sorulmuştur. 1 Ekim 2017 ile 1 Eylül 2018 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Analizlerde, tanımlayıcı istatistiksel yöntemler ve Ki-Kare Testi kullanılmıştır.
BULGULAR: Birinci basamak hekimlerinin psikiyatri ile ilgili uygulamalarda öz yeterlilik oranı %27,3 ile %62,4 arasında değişmekteydi. Mezuniyetinden beş yıldan fazla süre geçmiş olan hekimlerin öz değerlendirmelerine göre yetersizlik oranları, dokuz uygulamanın dördünde istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha fazlaydı (p<0,05). Toplam dokuz uygulamanın beşinde hekimlerin görüşleri UÇEP-2014 düzeyi ile uyumluydu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Türkiye’de birinci basamakta görev yapan hekimlerin, psikiyatri ile ilgili temel hekimlik uygulamalarına yönelik öz yeterlilik algıları düşüktür. Yetersizlik algısı yeni mezun hekimlerde daha azdır. UÇEP-2014 ile hekimlerin görüşleri genel anlamda birbiriyle uyuşmaktadır. Mezuniyet öncesi eğitim programlarının psikiyatri ile ilgili temel hekimlik uygulamaları açısından gözden geçirilmesi önerilebilir.
INTRODUCTION: The aim of this study is to determine self-perceived competency levels and perspectives of primary care physicians on psychiatry related basic practical skills that are in Turkish National Core Curriculum 2014.
METHODS: This is a descriptive cross-sectional study that 4117 primary care physicians participated. An electronic survey form has been sent to primary care physicians who actively work in Turkey to determine the primary care physicians’ self-perceived competency levels and the level that a medical student should reach at the graduation, on the psychiatry related basic practical skills that is in National Core Curriculum 2014. The study was carried out between October 1, 2017 and September 1, 2018. Descriptive statistical methods and chi square test were performed during analysis process.
RESULTS: Self-perceived competency levels on psychiatry related skills of primary care physicians were between 27,3% and 62,4%. The proportion of incompetent primary care physicians was statistically higher among physicians who has graduated from medical school more than five years ago (p<0.05). Out of nine skills, primary care physicians’ perspectives and NCC-2014 levels were consistent.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Primary care physicians who work in Turkey has low self-perceived levels on psychiatry related basic practical skills in National Core Curriculum 2014. Newly graduated physicians (five years from graduation) perceive themselves less incompetent. National Core Curriculum 2014 levels are compatible with perspectives of primary care physicians. It is suggested that undergraduate medical curricula should be evaluated in terms of psychiatry related basic practical skills.

6.Depressive symptoms and body mass index among adolescents: A moderated mediation model of parental psychological control and age (eng)
Neşe Nizamettinoglu, Cennet Şafak Öztürk, Yaşar Kuzucu, Mehmet Şakiroğlu, Çiğdem Dereboy
doi: 10.5505/kpd.2020.46548  Pages 167 - 180
GİRİŞ ve AMAÇ: Depresif belirtilerde görülen artışın vücut kitle indeksi riskini artırabileceği bilinmektedir. Bununla birlikte, bu ilişkiye aracılık edebilecek ve düzenleyecek altta yatan süreçler hakkında az şey bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı, depresif belirtiler ile vücut kitle indeksi arasındaki ilişkide ebeveyn psikolojik kontrolünün aracı etkisini ve yaşın düzenleyici etkisini incelemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma 14 ila 17 yaş arasında değişen 618 lise öğrencisi (% 53.7 kadın,% 45.0 erkek) ile gerçekleştirilmiştir. Katılımcılara Sosyo demografik Bilgi Formu, Çocuk Depresyon Envanteri, Ebeveyn Psikolojik Kontrol Ölçeği ve Beden Kitle İndeksi uygulandı.
BULGULAR: Arabuluculuk analizi ile depresif belirtiler ve vücut kitle indeksi arasındaki ilişkiye ebeveyn psikolojik kontrolünün aracılık ettiği bulunmuştur. Ayrıca, depresif belirtilerin vücut kitle indeksi üzerindeki yordayıcı etkisi ve ebeveyn psikolojik kontrolünün aracılık etkisi yaş artıkça göre azalmıştır. Daha spesifik olarak, depresif belirtilerin doğrudan etkisi ve depresif belirtilerin ebeveyn psikolojik kontrolü yoluyla vücut kitle indeksi üzerindeki dolaylı etkisi 14 yaşında görülmekteyken, 14 yaşından büyük katılımcılarda görülmemiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmanın amacı depresif belirtiler ile vücut kitle indeksi arasındaki ilişkide önemli olduğu düşünülen ebeveynin psikolojik kontrolü ve çocuğun yaşının rolünü ortaya koymaktır. Bulgular hem beden hem de ruh sağlığını olumlu yönde etkileyebilecek ebeveynlik programlarının önemini desteklemektedir.
INTRODUCTION: It is known that the presence of depressive symptoms can increase the risk of elevated body mass index. However, less is known about the underlying processes which may mediate or moderate this relationship. The aim of this study was to examine the mediating effect of parental psychological control and the moderating effect of age in regard to the relationship of depressive symptoms and body mass index.
METHODS: This study was carried out with 618 high school students (53.7% female, 45.0% male), ranging in age from 14 to 17-years-old. The participants were applied Sociodemographic Information Form, Children’s Depression Inventory, Parental Psychological Control Scale as well as Body Mass Index.
RESULTS: It was found through mediation analysis that the relationship between depressive symptoms and BMI was mediated by parental psychological control. In addition, the predictive effect of depressive symptoms on body mass index and the mediating effect of parental psychological control were moderated by age. More specifically, the direct effect of depressive symptoms and the indirect effect of depressive symptoms over body mass index through parental psychological control were observed in participants aged 14- years- old, but not in participants older than 14.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The aim of this study is to reveal the role of the psychological control of the parent and the age of the child, which is thought to be important in the relationship between depressive symptoms and body mass index. The findings support the importance of parenting programs that can positively affect both physical and mental health.

7.The mediator effect of digital game addiction on the relationship between perceived parental attitudes and emotional intelligence among adolescents (tur)
Gizem Tetik, Z. Deniz Aktan
doi: 10.5505/kpd.2020.32815  Pages 181 - 190
GİRİŞ ve AMAÇ: Günümüzde ergenler için bir sorun haline gelen dijital oyun bağımlılığının, duygusal zeka düzeyi ve ebeveyn tutumu ile ilişkili olduğu bilinmektedir. Araştırmanın hedefi, ergenlik dönemindeki algılanan anne-baba tutumları ile duygusal zekâ arasındaki ilişkide, dijital oyun bağımlılığının aracı (medyatör) etkisinin bulunup bulunmadığını araştırmaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmaya 14-18 yaş aralığında olan 478 lise öğrencisi katılmıştır. Veri toplama aracı olarak; Sosyodemografik Bilgi Formu, Dijital Oyun Bağımlılığı Ölçeği (DOBÖ-7), Anne-Baba Tutum Ölçeği (ABTÖ) ve Bar-On Duygusal Zekâ Ölçeği Çocuk ve Ergen Formu (EQ-i (YV)) kullanılmıştır.
BULGULAR: Araştırma sonuçlarına göre yapılan regresyon analizi sonucunda, ergenlerin algıladığı kabul/ilgi alt boyutu ile duygusal zekâ düzeyleri arasındaki ilişkide dijital oyun bağımlılık düzeyinin kısmi aracı etkiye sahip olduğu bulunmuştur. Yapılan ANCOVA analizi sonucuna göre, demokratik ebeveyn tutumuna sahip ergenlerin duygusal zekâ seviyelerinin diğer tutumlara göre daha yüksek, otoriter ebeveyn tutumuna sahip ergenlerin duygusal zekâ düzeylerinin ise diğer ebeveyn tutumlarına göre daha düşük olduğu görülmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Günümüz ebeveynleri için önemli bir sorun olarak görülen dijital oyun bağımlılığının kontrolünde ebeveyn tutumlarının ne derece önemli olduğunu gösteren bu araştırma, çocukların hayatlarına yön veren duygusal zekâ kapasitesinin ebeveyn tutumuyla olan ilişkisini değerlendirmek adına bir rehber özelliği taşımaktadır. Bulguların nesnel gerçekliği yansıtması açısından gelecek çalışmalar, araştırmamızın kısıtlılıklarını göz önünde bulundurarak planlanmalıdır.
INTRODUCTION: It is known that digital game addiction, which has become a problem for adolescents today, is associated with emotional intelligence level and parental attitude. The aim of this study is to investigate whether digital game addiction has a mediator effect on the relationship between perceived parental attitudes and emotional intelligence.
METHODS: This study included 478 high school students between the ages of 14-18. The research data were collected over Sociodemographic Information Form, Digital Game Addiction Scale (DOBÖ-7), Parenting Attitude Scale (ABTÖ) and Bar-On Emotional Intelligence Scale Child and Adolescent Form (EQ-i (YV)).
RESULTS: Research results indicated that the level of digital game addiction has a partial mediating effect on the relationship between adolescents' acceptance/involvement sub-dimension and emotional intelligence levels. According to the ANCOVA analysis result, the emotional intelligence levels of adolescents with democratic parental attitudes were higher than the others, and emotional intelligence levels of adolescents with authoritarian parental attitudes were lower than the other parental attitudes.
DISCUSSION AND CONCLUSION: This research, which shows how important parental attitudes is in the control of digital game addiction, which is seen as an important problem for today's parents, is a guide feature to evaluate the relationship between emotional intelligence capacity that guides children's lives and parental attitude. In order to reflect the objective reality of the findings, future studies should be planned considering the limitations of our research.

8.Antipsychotic polypharmacy: Retrospective evaluation of cases with psychotic disorder followed in outpatient clinic (tur)
Şahabettin Çetin, Melike Ceyhan Balcı Şengül, Osman Özdel
doi: 10.5505/kpd.2020.27676  Pages 191 - 198
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada çoklu antipsikotik kullanımı ile ilgili olabilecek sosyodemografik ve klinik özelliklerin araştırılarak, bu durumun nedenleri ve etkilerinin tartışılması amaçlanmaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Psikotik bozukluklar izlem polikliniğinde takip edilen olguların kayıtları geriye dönük olarak incelenmiştir. Hastaların kayıtlarında yer almakta olan sosyodemografik ve hastalık ile ilgili klinik özellikler, son başvurularındaki Klinik Global İzlenim Ölçeği (KGİÖ)-Hastalık Şiddeti ve Yan Etki Şiddeti değerlendirmeye alınmıştır.
BULGULAR: Çalışmaya alınan 236 hastanın %76.7’sinin (n=181) en az iki adet antipsikotik ilaç, %64.8’i (n=153) en az bir adet uzun etkili parenteral antipsikotik kullanmakta olduğu tespit edilmiştir. Çoklu ve tekli antipsikotik kullanan hastalar karşılaştırıldığında ise yaş, cinsiyet, hastalık başlangıç yaşı, elektrokonvülzif tedavi (EKT) öyküsü, uzun etkili antipsikotik kullanımı, hastanede yatış sayısı ve son yatışlarının süresi, KGİÖ hastalık şiddeti ve yan etki puanları açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çoklu antipsikotik kullanımının etkililiği ve güvenliliği hakkında yeterli veri olmamasına karşın, uygulamada tedavi kılavuzlarının önerilerinin çok üstünde tercih edildiği anlaşılmaktadır. Bu durumun nedenlerinin anlaşılarak, klinisyenlerin uygulamalarında ve kılavuzlarda düzenlemeler yapılması önemli görünmektedir.
INTRODUCTION: In this study, it was aimed to investigate the sociodemographic and clinical features that may be related to antipsychotic polypharmacy and to discuss the causes and effects of this condition.
METHODS: The records of the cases followed up at the psychotic disorders outpatient clinic were analyzed retrospectively. Sociodemographic and disease related clinical features, Clinical Global Impression Scale (CGI) Severity of Illness and Advers Events in their last applications were evaluated.
RESULTS: The most common diagnosis is schizophrenia with a rate of 63.6% (n = 150). It was determined that 76.7% (n = 181) of 236 patients included in the study were using at least two antipsychotic drugs, %64.8 (n=153) were using long acting parenteral antipsychotics. When comparing antipsychotic polypharmacy and monotherapy patients;statistically significant difference was found in terms of age, gender, onset age of disease, history of electroconvulsive therapy (ECT), long termparenteral antipsychotic use, number of hospitalizations and duration of their last hospitalization, Clinical Global Impression Scale severity of illness and advers events scores.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Although there is insufficient data on the efficacy and safety of antipsychotic polypharmacy, it appears that it is preferred in practice far above the recommendations of treatment guidelines.It seems important to understand the causes of this situation, and to make adjustments in the practices and guidelines of clinicians.Medical, social and economic consequences caused by antipsychotic polypharmacyshould be considered.

9.The mediation relationship between life satisfaction and subjective vitality fear of COVID-19 and problematic internet use (tur)
Adem Peker, Serkan Cengiz, Melike Nebioğlu Yıldız
doi: 10.5505/kpd.2020.92259  Pages 199 - 206
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, ergenlerde covid-19 korkusu ile problemli internet kullanımı arasındaki ilişkide yaşam doyumu ve öznel zindeliğin aracı rolünü incelemektir
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmanın katılımcıları, Türkiye’de 532 ergenden (304 kadın, 228 erkek) oluşmaktadır. Araştırmada, Covid-19 Korkusu Ölçeği, Yaşam Doyumu Ölçeği, Öznel Zindelik Ölçeği, Problemli İnternet Kullanımı Ölçeği kullanılmıştır. COVID-19 salgını nedeniyle okullarda yüz yüze eğitim yapılmadığı için veriler çevrimiçi olarak toplandı. Bunun için, Google Formlar aracılığıyla hazırlanan çevrimiçi veri toplama aracılığıyla ölçekler katılımcılara gönderildi.
BULGULAR: Ergenlerin koronavirüs yaşama korkusu ile yaşam doyumu, öznel zindelik, problemli internet kullanımı arasındaki ilişkileri Pearson korelasyon analizi ile saptandı. Analiz sonucunda problemli internet kullanımının covid-19 korkusu ile pozitif, yaşam doyumu ve öznel zindelik ile negatif yönde, düşük düzeyde anlamlı bir ilişkinin olduğu görülmektedir. Covid-19 korkusu ile yaşam doyumu ve öznel zindelik arasında düşük düzeyde, negatif yönde anlamlı bir ilişkinin olduğu gözlenmektedir. Regresyon analizi kullanılarak yaşam doyumu ve öznel canlılığın covid-19 korkusu ile problemli internet kullanımı arasındaki aracılık ilişkisi incelendi. Araştırmada aracılık etkileri test etmek için Hayes (2009) tarafından geliştirilen Process makro kullanılarak gerçekleştirildi. Bu yöntemde 5000 yeniden örnekleme yöntemi seçildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: çalışmanın sonuçları, yaşam doyumu ve öznel canlılığın covid-19 korkusu ile problemli internet kullanımı arasındaki ilişkiye aracılık ettiğini göstermektedir
INTRODUCTION: This aim is to examine the mediating role of life satisfaction and rotating vitality in the relationship between fear of covid-19 and problematic internet use in adolescents
METHODS: The participants in Turkey to 532 adolescents (304 females, 228 males) are formed. In the study, Covid-19 Fear Scale, Life Satisfaction Scale, Subjective Vitality Scale, and Problematic Internet Use Scale were used. Due to the covid-19 outbreak, education was not held in schools, so data were collected online. For this, scales were sent to the participants through online data collection prepared via Google Forms.
RESULTS: Relationships between adolescents' fear of experiencing coronavirus and their life satisfaction, fitness, and problematic internet use were determined by Pearson correlation analysis. It is seen that the problematic internet use has a positive relationship with the fear of covid-19, a negative relationship with life satisfaction and other vitality, and low follow-up. It is observed that there is a low level, negatively significant relationship between Covid-19 and life satisfaction and vitality. Regression analysis examined the mediating relationship between life satisfaction and age's fear of covid-19 and internet use. The research was performed by Hayes (2009) to test the mediating effect. The process was carried out in the macro mirror. In this method, 5000 resampling method was chosen.
DISCUSSION AND CONCLUSION: their results mediate the relationship between life satisfaction and health fear of covid-19 and problematic internet use.

10.The evaluation of medical board report datas for one year period after the transition to special needs report for children (tur)
Barış Güller, Ferhat Yaylacı
doi: 10.5505/kpd.2020.02438  Pages 207 - 216
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, Çocuklar İçin Özel Gereksinim Raporu’na (ÇÖZGER) geçiş sonrasında düzenlenen sağlık kurulu raporlarında sosyodemografik özellikleri, tanı dağılımlarını, özel gereksinim alanları ve düzeylerini belirlemek, ayrıca rapor yenilemek için başvuran olguların ÇÖZGER öncesi raporlarıyla ÇÖZGER raporlarını karşılaştırarak yeni sisteme geçişle birlikte ortaya çıkan farklılıkları tartışmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda Mart 2019-Şubat 2020 tarihleri arasında ÇÖZGER düzenlenmesi amacıyla sağlık kuruluna başvuran 0-18 yaş arası 1302 olgunun sosyodemografik özellikleri, ÇÖZGER rapor detayları ile rapor yenilemek için başvuran olguların ÇÖZGER öncesi rapor bilgileri gözden geçirilmiştir.
BULGULAR: Hastaların % 65.7’si erkek, %34,3’ü kız cinsiyettedir. Yaş ortalaması 8,63±3,91 olarak saptanmıştır. ÇÖZGER’de çocuk ve genç psikiyatrisi alanında tanı alan olguların %44.7’sinde gecikmiş dönüm noktası, %30.7’sinde özgül öğrenme güçlüğü, %21.6’sında dil gelişimsel bozukluğu ve %11.7’sinde otizm spektrum bozukluğu tanısı olduğu saptanmıştır. Rapor yenilemek için başvuran olguların ÇÖZGER öncesi raporlarında %8.3’ünün yüzde 90-99 engel oranı aralığında olduğu görülmüştür. Bu oran ÇÖZGER’de % 33.5 olarak karşımıza çıkmıştır (p<0.001). Rapor yenilenen olgularda yalnızca çocuk ve genç psikiyatrisi alanındaki tanılar için engel oranları incelendiğinde ise ÇÖZGER öncesi %5.3’ünün yüzde 90-99 engel oranı aralığında olduğu; ÇÖZGER’de ise bu oranın %18.1 olduğu saptanmıştır (p<0.001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: ÇÖZGER’e geçişle hem çocuk ve genç psikiyatrisi alanı hem de diğer alanlardaki tanı dağılımlarında yüzde olarak büyük farklılıkların olmadığı görülmüştür. Ancak, eski yönetmelikle kıyaslandığında rapor yenilemek için başvuran olgularda %90-99 engel oranında yer alan grubun, hem tüm tanılar için hem de yalnız çocuk ve genç psikiyatrisi tanıları için ayrı ayrı incelendiğinde istatistiksel olarak anlamlı bir artış saptanmıştır.
INTRODUCTION: The aim of our study is to determine the distribution of diagnoses, special needs areas and levels in the medical board reports after passing to Special Needs Report for Children (SNRFC). In addition, to discuss the differences that emerged with the transition to the new system by comparing pre-SNRFC reports with the SNRFC reports of the cases who applied for report renewal.
METHODS: We reviewed socio-demographic characteristics, SNRFC report details of 1302 cases between 0 and 18 years old who applied to the health committee between March 2019 and February 2020 for the purpose of preparing a SNRFC and details of medical board reports before SNRFC.
RESULTS: We saw that 65.7% of the patients are male and 34.3% are female. The average age was found 8.63 ± 3.91. The diagnoses in the reports were delayed turning points (44.7%), specific learning difficulties (30.7%), language developmental disorders (21.6%) and autism spectrum disorder (11.7%) respectively after the transition to SNRFC system. Cases applying for report renewal, in pre-SNRFC reports, it was seen that 8.3% of them were in range of 90-99 percent disability ratio. This rate was 33.5% in SNRFC (p <0.001). When the disability rates for only child and adolescent psychiatry diagnoses are examined in the cases whose report was renewed, 5.3% before SNRFC was in the range of 90-99 percent disability; this rate was found to be 18.1% in SNRFC (p <0.001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: With the transition to SNRFC, it was observed that there were no significant differences in the distribution of diagnoses in both child and youth psychiatry and other fields. However, a statistically significant increase was found when the group, which had a disability rate of 90-99% in cases applying for report renewal compared to the old regulation, was examined separately for all diagnoses and only for child and youth psychiatry diagnoses.

11.Forensic psychiatric evaluation and reports of juvenile pushed to crime: A two-year retrospective chart review (tur)
Çilem Bilginer, Serkan Karadeniz, Sevda Hızarcı, Berire Cekin Yilmaz, Sema Kandil
doi: 10.5505/kpd.2020.02360  Pages 217 - 227
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, bir çocuk psikiyatrisi kliniğine iki yıllık sürede getirilen suça sürüklenen çocukların özelliklerini, düzenlenen adli raporları ve çocuklara ait tedbir kararlarını sunmak amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Toplam 67 çocuğa (59 erkek ve 8 kız) ait sosyodemografik, klinik ve suça ilişkin veriler SPSS 23.0 paket programına girilerek gerekli istatistikler uygulanmıştır.

BULGULAR: Yaş ortalaması 15.2 ± 1.3 olan çocukların %22.4’ünün tekrarlayan suç öyküsü mevcuttu. Çocukların %20.9’unun ailesinde, %43.3’ünün arkadaşları arasında en az bir kişi daha önce suça karışmıştı. En sık suç tipleri hırsızlık, cinsel istismar ve mala zarar verme idi. Suçun tekrarlayıcılığı ile okulu bırakma, disiplin cezası alma, önceden psikiyatrik bozukluğu olma, sigara içme, kendine zarar verici davranışı olma, suça sürüklenen arkadaşı olma, hırsızlık ve mala zarar verme arasında anlamlı ilişki bulundu. Adli raporların %25.4’ünde “işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algıladığı ve davranışlarını yönlendirebildiği”, %28.4’ünde “işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algıladığı ancak davranışlarını yönlendiremediği”, %46.3’ünde “işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılamadığı ve davranışlarını yönlendiremediği” belirtilmişti Ayrıca çocukların yaklaşık yarısına koruyucu ve destekleyici tedbir önerisinde bulunulmuştu. Önerilen ve çıkan tedbir kararları arasında yaklaşık dört ay vardı ve bunlar büyük oranda birbirinden farklıydı.


TARTIŞMA ve SONUÇ: Çocukların tekrarlı suç eyleminden korunması için bireysel, ailesel ve çevresel risk etmenleri birlikte ele alınmalı ve bu çocuklara yönelik koruyucu hizmetlerde görev alan kurumların işbirliği güçlendirilmelidir.
INTRODUCTION: In this study, we aimed to present the characteristics of juvenile pushed to crime who were brought to a child psychiatry clinic in a two-year period, the forensic reports and the measure decisions for these children.
METHODS: Sociodemographic, clinical and crime data of 67 children (59 boys and 8 girls) were entered into the SPSS 23.0 package program and required statistics were applied.
RESULTS: 22.4% of the children with an average age of 15.2 ± 1.3 had recurrent crime. At least one in the family of 20.9% and among friends of 43.3% were involved in crime before. The most common types of crime were theft, sexual abuse and property damage. A significant relationship was found between the recidivism and the disciplinary penalty, school drop-out, prior psychiatric diagnosis, smoking, self-injurious behavior, having peers pushed into crime, crimes as theft and property damage. In 25.4% of the judicial reports, “the child perceives the legal meaning of the act committed and controls his/her behavior”, in 28.4% “the child perceives the legal meaning of the act committed however cannot control his/her behavior”, and in 46.3% “the child does not perceive the legal meaning of the act committed and cannot control his/her behavior” was reported. Preventive/supportive measures were recommended for approximately half of the children. There was approximately four months between the recommended and the taken measures, and these were substantially different from each other.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Individual, familial and environmental risk factors should be addressed together to protect children from recidivism and the cooperation of institutions involved in protective services should be strengthened..

12.The investigation of the relationship between depressive symptoms and self-perception in children diagnosed with specific learning disorder: The mediator role of difficulties in emotional regulation (tur)
Halime Şenay Güzel, Gözde Akkaya, Meltem Altuntaş
doi: 10.5505/kpd.2020.24008  Pages 228 - 238
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı özgül öğrenme bozukluğu tanısı olan çocuklarda benlik algısı ve duygu düzenleme güçlüğünün depresif belirtileri ne ölçüde yordadığını incelemektir. Bunun yanı sıra depresif belirtiler ve benlik algısı arasındaki ilişkide duygu düzenleme güçlüğünün aracı rolünün araştırılması da bir diğer amaçtır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmanın örneklemini 10-14 yaş aralığında ÖÖB tanısı olan klinik grup (n= 156) ve sağlıklı kontrol grubu (n= 170) olmak üzere toplam 326 katılımcı oluşturmaktadır. Veri toplama aracı olarak Piers Harris Çocuklarda Öz Kavramı Ölçeği, Çocuklar İçin Depresyon Ölçeği, Duygu Ayarlama Ölçeği ve Demografik Bilgi Alma Formu kullanılmıştır.

BULGULAR: Çalışma sonuçlarına göre ÖÖB’li grubun kontrol grubuna göre anlamlı olarak depresyon ve duygu düzenleme güçlüğü puanları daha yüksek; benlik algısı puanları ise daha düşüktür. ÖÖB’li çocuklarda benlik algısı ve duygu düzenleme güçlüğü, depresif belirtileri anlamlı olarak yordamaktadır; kontrol grubunda ise benlik algısının depresif belirtileri yordadığı belirlenmiş ancak duygu düzenleme güçlüğünün depresif belirtiler üzerinde etkisinin olmadığı görülmüştür. Aracı rol analizleri, ÖÖB’li çocuklarda duygu düzenleme güçlüğünün, depresif belirtiler ve benlik algısı arasındaki ilişkide kısmi aracı etkisi olduğunu göstermiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Klinik grup ile kontrol grubunun karşılaştırılmasından elde edilen sonuçlar alanyazın ile tutarlıdır. Klinik grupta depresif belirtiler ve benlik algısı arasındaki ilişkide duygu düzenleme güçlüğünün kısmi aracı rolü olduğunun bulunması, ÖÖB’li bireylerin genel işlevselliğinin arttırılmasına yönelik geliştirilecek müdahale programları için önemlidir.
INTRODUCTION: The aim of this study was to determine to what extent the self-perception and difficulties in emotion regulation are predictors of depressive symptoms in children diagnosed with specific learning disorder (SLD). Furthermore the other aim was to investigate the mediating role of the difficulties in emotion regulation in the relationship between depressive symptoms and self-perception.
METHODS: The study sample was consisted of 326 participants among 10-14 ages, clinical group diagnosed with SLD (n = 156) and healthy control group (n = 170). Piers Harris Children's Self-Concept Scale, Children's Depression Scale, Emotion Adjustment Scale and Demographic Information Form were used as data collection tools.
RESULTS: According to the results depression and difficulties in emotion regulation scores of the SLD group were significantly higher; self-perception scores were lower than control group. It was found that self-perception and difficulties in emotion regulation significantly have predicted depressive symptoms in children with SLD; self-perception has predicted depressive symptoms in control group but difficulties in emotion regulation had no effect on depressive symptoms in this group. The mediator role analysis results have showed that difficulties in emotion regulation had a partial mediating role between depressive symptoms and self-perception in children with SLD.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The results obtained from the comparison of the clinical and the control group are consistent with the literature. The finding that difficulties in emotional regulation has a partial mediating role in the relationship between depressive symptoms and self-perception in SLD group is important for the intervention programs which will develop to increase the global functionality of individuals with SLD.

13.Psychiatric evaluation of individuals treated with the diagnosis of COVID-19 following recovery period (tur)
Barış Yılbaş
doi: 10.5505/kpd.2020.89156  Pages 239 - 245
GİRİŞ ve AMAÇ: COVID-19 pandemisinin ruh sağlığı üzerine etkilerine ilişkin henüz kısıtlı sayıda araştırma yapılmıştır. Yapılan çalışmalarda daha çok genel topluma ve risk altındaki sağlık çalışanlarına odaklanılmıştır. Henüz literatürde COVID-19 geçirenlerde iyileşme dönemi sonrasındaki ruhsal durumu inceleyen herhangi bir çalışma bulunmamaktadır. Çalışmamızda COVID-19 geçiren bireylerin iyileşme dönemi sonrasında psikiyatrik tanı açısından değerlendirilmesi amaçlanmaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya COVID-19 geçirdiği klinik testlerle doğrulan, taburculuk sonrasında en az bir aylık süre geçen 50 katılımcı dahil edildi.
BULGULAR: Katılımcıların 5’ine (%10) tanımlanmış diğer bir kaygı bozukluğu (yaygın kaygı bozukluğu tanı kriterlerini karşılamakla birlikte henüz süre tanı ölçütünü karşılamamaktadır), 3’üne (%6) panik bozukluk, 2’sine (%4) tanımlanmış diğer bir bedensel belirti bozukluğu ve ilişkili bozukluk (kısa bedensel belirti bozukluğu), 1’ine (%2) major depresyon bozukluğu, 1’ine (%2) travma sonrası stres bozukluğu, 1’ine (%2) obsesif kompulsif bozukluk, 1’ine (%2) ise tanımlanmış diğer bir uykusuzluk bozukluğu (kısa uykusuzluk bozukluğu) tanısı konmuştur. Katılımcıların 6’sında (%12) tanı kriterlerini karşılamayacak düzeyde anksiyete belirtileri, 2’sinde (%4) ise tanı kriterlerini karşılamayacak düzeyde depresif belirtiler mevcuttu. Diğer 28 (%56) katılımcıda herhangi bir ruhsal bozukluk saptanmamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamız her ne kadar önemli kısıtlılıklar içerse de COVID-19 viral enfeksiyonu geçiren bireylerde iyileşme dönemi sonrasında anksiyete belirtilerinin oldukça sık görüldüğünü göstermektedir.
INTRODUCTION: Limited number of studies is available investigating the influences of COVID-19 pandemic on mental health. Most of the studies were focused on general population and risky health personnel. No studies are available in literature investigating the mental status of the recovering patients from COVID-19. The aim of the present study is to evaluate the psychiatric diagnosis of the patients who recovered from COVID-19 and to determine the prevalence of mental disorders in these individuals.
METHODS: Fifty individuals who were proven to catch COVID-19 through clinical tests and at least one month passed from recovery were included in the study.
RESULTS: As the result of clinical evaluations, other specified anxiety disorders (meets diagnostic criteria of generalized anxiety disorder but not duration criteria) was detected in 5 (10%), panic disorder was detected in 3 (6%), other specified somatic symptom and related disorder (short somatic symptom disorder) was detected in 2 (4%), major depression was detected in 1 (2%), post-traumatic stress disorder in 1 (2%), obsessive-compulsive disorder in 1 (2%) and another specified insomnia disorder (short-term insomnia) was detected in 1 (2%). 6 (12%) participants had anxiety symptoms that do not meet diagnostic criteria, 2 (4%) had depressive symptoms that do not meet diagnostic criteria. No mental disorder was detected in remaining 28 (56%) participants.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The present study reveals that anxiety symptoms are quite frequent following recovery period of COVID-19 although it has some limitations.

REVIEW
14.Can Buspirone be a Remedy for an SSRI / SNRI-induced Bruxism? (tur)
Sultan Efsun Tamdemir, Bahadır Geniş, Muhammed Hakan Aksu, Cicek Hocaoglu
doi: 10.5505/kpd.2020.63496  Pages 246 - 256
Bruksizm, gündüz (diurnal) veya geceleri (nokturnal) diş gıcırdatma veya sıkma ile karakterize olan ve orofarengeal dokularda çeşitli patolojilere yol açan parafonksiyonel bir aktivitedir. Buspiron yaygın anksiyete bozukluğunun (YAB) tedavisinde, seçici serotonin geri alım inhibitörlerinin (SSGİ) yan etkilerini azaltmak, depresyon ve anksiyete bozukluklarında tedaviyi güçlendirmek amacıyla kullanılmaktadır. Bu kullanımlarına ek olarak buspiron erişkinlerde bruksizmin tedavisinde de kullanılmaktadır. Bu çalışmada litaratürdeki buspiron ile tedavi olmuş bruksizm olgularının özetlenmesi ve tedavi seçeneklerinin tartışılması amaçlanmıştır. Bruksizm tedavisinde buspiron kullanan hakemli tüm makaleleri değerlendirmek için Pubmed, Google Akademik ve Web of Science veritabanları üzerinde sistematik bir araştırma yapıldı. Bruksizm tedavisinde buspiron kullanılan çalışmanın tamamı çalışmaya dahil edildi. Olgu raporları temelinde değerlendirildiğinde, bruksizmin tedavisinde buspiron güvenle kullanılabilecek psikotroplardan biri olarak görülmektedir. Tedavide ortalama günlük dozun 10-20 mg şeklinde ayarlanması ve etkinlik çok daha kısa sürede ortaya çıkabilmekle birlikte minimum 2 hafta beklenmesi önerilebilir. Bu çalışma, birçok olguda bruksizmin tedavisinde etkili olduğu gösterilen buspironun çeşitli sınırlılıklarına rağmen önerilmesi ve bu konuda yapılacak ileri çalışmalara bir adım olması açısından önemlidir.
Bruxism is a parafunctional activity characterized by daytime (diurnal) or nighttime (nocturnal) tooth grinding and squeezing and causing various pathologies in oropharyngeal tissues. Buspirone is used in the treatment of generalized anxiety disorder, to reduce the side effects of selective serotonin reuptake inhibitors, and to strengthen the treatment in depression and anxiety disorders. In addition to these uses, buspirone is also used in the treatment of bruxism in adults. In this study, it is aimed to summarize bruxism cases treated with buspirone in literature and to discuss treatment options. A systematic research was conducted on Pubmed, Google Academic and Web of Science databases to evaluate all peer-reviewed articles using buspirone in the treatment of bruxism. The whole study in which buspirone was used in the treatment of bruxism was included in the study. When evaluated on the basis of case reports, buspirone is seen as one of the psychotropes that can be used safely in the treatment of bruxism. In the treatment, it may be recommended to adjust the average daily dose to 10-20 mg and wait a minimum of 2 weeks, although the effectiveness may occur in a much shorter time. This study is important in terms of recommending buspirone, which has been shown to be effective in the treatment of bruxism in many cases, despite its various limitations and as a step for further studies on this subject.

CASE REPORT
15.Cognitive behavioral therapy treatment of obsessions without observable compulsions (tur)
Elif Üzümcü, Müjgan Inozu
doi: 10.5505/kpd.2020.30306  Pages 257 - 264
Salt obsesyonlar, doğrudan gözlenebilir bir kompulsiyon ile ilişkili olmayan, zihinde istem dışı beliren, yineleyici, çoğunlukla benliğe yabancı ve kabul edilemez nitelikte olan düşünce, imge ya da dürtülerden oluşmaktadır. Kompulsiyonların eşlik etmediği obsesyonlara sahip bireylerin çeşitli bastırma ve zihinsel kontrol stratejilerini kullandığı, ancak bu kontrol stratejilerinin obsesif düşüncelerin sıklığının ve yoğunluğunun artmasına neden olarak kısır bir döngü yarattığı; bu noktada müdahale yöntemlerinin farklılaşmasına ihtiyaç duyulduğu görülmektedir. Bu olgu sunumunda OKB tanısı ile izlenen ve gözlenebilir kompulsiyonların eşlik etmediği farklı içerikteki obsesyonlara sahip bir danışanın formülasyonu ve terapi süreci yer almaktadır. Terapi süreci, aşamalı maruz bırakma ile hatalı değerlendirmelere ilişkin bilişsel yeniden yapılandırma ve davranış deneylerini içeren bilişsel davranışçı psikoterapi uygulamalarından oluşmuştur. Terapi sürecinde düşünce-eylem kaynaşması, abartılmış tehdit, kontrol ihtiyacı ve belirsizliğe tahammülsüzlüğü içeren hatalı değerlendirmelere yönelik bilişsel ve davranışsal müdahalelerden yararlanılmıştır. 25 görüşmeden oluşan psikoterapi sürecinin sonunda danışanın istem dışı düşüncelerinin sıklığının belirgin biçimde azaldığı, düşüncelerin önemi ve kontrolüne ilişkin hatalı değerlendirmelerin gerçekçi düşünceler ile yer değiştirdiği, danışanın düşünceleri kontrol etme ve bastırma girişimlerinin ve OKB belirtilerinin azaldığı gözlenmiştir. Sonuç olarak; doğrudan gözlenebilir kompulsiyonların eşlik etmediği obsesyonların tedavisinde istem dışı düşüncelerin hatalı yorumlanması ve zihinsel kontrole yönelik hatalı değerlendirmelere ilişkin bilişsel müdahale tekniklerinin davranışçı teknikler ile birlikte uygulanmasının önem taşıdığı düşünülmektedir.
Pure obsessions consist of repeated intrusive thoughts, images or impulses that are not related to an overt compulsion, which are mostly ego-dystonic and regarded as unacceptable. Individuals with obsessions without overt compulsions use various suppression and mental control strategies, but these control strategies create a vicious circle by increasing the frequency and intensity of obsessive thoughts. Thus, efforts of different types of interventions are needed to be implemented for this special group. In this case report, the formulation and therapy process of a client who has been diagnosed with OCD and has different obsessions without observable compulsions is included. The therapy process consisted of cognitive behavioral psychotherapy practices including graded exposure and cognitive restructuring with behavioral experiments related to faulty appraisals. During the therapy process, cognitive and behavioral interventions were used to change faulty appraisals including thought-action fusion, exaggerated threat, need for control and intolerance to uncertainty. At the end of the psychotherapy process which consisted of 25 sessions, it was observed that the frequency of the client's intrusive thoughts decreased significantly, faulty appraisals regarding the importance and control of thoughts were replaced by realistic thoughts, and the attempts of the client to control and suppress thoughts and, also OCD symptoms decreased. As a result, in the treatment of obsessions without overt compulsions it is considered important to combine behavioral techniques with cognitive intervention techniques regarding faulty appraisals of intrusive thoughts and appraisals of mental control.

16.Auto-vampirism in borderline personality disorder: A case report (tur)
Aslı Kazğan, Sevler Yildiz, Sevda Korkmaz, Murad Atmaca
doi: 10.5505/kpd.2020.79095  Pages 265 - 269
Oto-vampirizm kişinin kendi kanını içtiği nadir görülen bir davranış bozukluğudur. Daha çok şizofreni gibi psikotik bozukluklarda karşımıza çıkan bu dikkat çekici semptom nadir de olsa başka psikiyatrik hastalıklarda da görülebilir. Kişilik bozuklukları da bu hastalıklardandır. Borderline kişilik bozukluğu, ağırlıklı olarak kişiler arası ilişkilerdeki ve duygudurumdaki dengesizlik, intihar davranışı, benlik karmaşası ve dürtüsellik ile seyreden bir kişilik bozukluğudur. Dürtüsellik borderline kişilik bozukluğunun tanı kriterlerinden birisidir. Yazımızda self mutilasyon ve sonrasında kan emme davranışı şikayetleriyle tarafımıza başvuran, oto-vampirizmin eşlik ettiği borderline kişilik bozukluğu tanısı alan ve psikoterapi ve psikofarmakolojik tedavi yöntemleriyle klinik seyrinde düzelme saptanan olgudan bahsetmeyi amaçladık.
Auto-vampirism is a rare behavioral disorder in which a person sucks her/his own blood. The remarkable finding occurring in psychotic disorders such as schizophrenia but it can be seen in other psychiatric diseases. Personality disorders are also one of these diseases. Borderline personality disorder is a personality disorder characterized by imbalance in interpersonal relationships and mood, suicidal behavior, self-confusion and impulsivity. Impulsivity is one of the diagnostic criteria of borderline personality disorder. In this article we aimed to mention a patient, applying to us with complaints of self mutilation and after giving pleasurable blood sucking behaviour, diagnosed with borderline personality disorder accompanied by auto-vampirism and improvement in her clinical course with psychotherapy and psychopharmacological treatment method.

LETTER TO EDITOR
17.COVID19 Pandemic and the use telepsychiatry in child mental health practices (eng)
Hande Ayraler Taner
doi: 10.5505/kpd.2020.87894  Pages 270 - 271
Abstract |English PDF

LookUs & Online Makale