ISSN 1302-0099 | e-ISSN 2146-7153
TURKISH JOURNAL CLINICAL PSYCHIATRY - J Clin Psy: 20 (3)
Volume: 20  Issue: 3 - 2017
EDITORIAL
1.Editörden
Burhanettin Kaya
Pages 159 - 160
Abstract |Turkish PDF

RESEARCH ARTICLE
2.Relationship Between Cigarette, Alcohol, Substance Use Disorders and Familial Drug Use in University Students
Demet Havaçeliği Atlam, Zeki Yüncü
doi: 10.5505/kpd.2017.88598  Pages 161 - 170
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışma, üniversite öğrencilerinde sigara, alkol, madde deneyimi ve kullanım bozukluğu ile cinsiyet, fakülte, sınıf, yaşam ortamı, ailedeki madde kullanımı arasındaki ilişkiyi değerlendirmek üzere tasarlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma, kesitsel alan çalışmasıdır ve örneklem, fakülte ve sınıf düzeyine göre tasarlanmış tabakalandırılmış örneklem metoduna göre seçilmiştir. Uygulama, sınıf ortamında gerçekleştirilmiştir. Demografik veri formu, Fagerström Nikotin Bağımlılığı Testi, Alkol Kullanım Bozuklukları Tanıma Testi kullanılmıştır. İstatistiksel değerlendirmede, frekans testleri, Pearson ki-kare, Mann Whitney U ve Kruskal Wallis ve Spearman korelasyon testi kullanılmıştır.
BULGULAR: Araştırmaya, 1522 öğrenci katılmıştır. Erkeklerde sigara, alkol, madde deneyimi ve tütün ile alkol kullanım bozukluğu kadınlara göre daha yüksek bulunmuştur. Esrar (%12.5), ekstazi (%2), kokain (%0.6) ve eroin (%0.1) sıklıkla kullanılan yasadışı maddelerdir. Sigara, alkol, madde deneyimi, alkol kullanım bozukluğu ile sınıf, fakülte, yaşam ortamı ve ailesel madde kullanımı arasında ilişki bulunmuştur. Tütün kullanım bozukluğu ile cinsiyet dışındaki diğer faktörler arasında ilişki bulunmamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Üniversite öğrencileri arasında, erkek olma, üst sınıflarda okuma, ailesel madde kullanımı, kişinin madde deneyimi ve bağımlılığında artışa yol açabilmektedir. Aile yanında ya da yurtta kalma, sağlık bilimlerini temsil eden fakültelerde okuma ise koruyucu faktörler olarak değerlendirilebilir. Tütün kullanım bozukluğu ile ilgili bulgular, sigara kullanmak ile bağımlı olmanın gençler arasında ayırıcı özelliği olmadığını göstermiştir.
INTRODUCTION: This study was design to evaluate the relationship between cigarette, alcohol, substance experience and use disorders and gender, faculty, class, living environment, substance use of families among university students.
METHODS: The research was cross-sectional area study and sample were selected stratified sampling method was designated according to faculty and class level. Application was carried out in classroom. Demographic data form, Fagerström Nicotine Test for Dependence and Alcohol Use Disorders Identification Test were used. Frequency tests, Pearson chi-square, Mann Whitney U and Kruskal Wallis and Spearman correlation tests were used in statistical evaluation.
RESULTS: 1522 students were attended the survey. Cigarette, alcohol, substance experience and tobacco, alcohol disorders among men found higher than in women. Cannabis (12,5%), ecstasy (MDMA) (2%), cocaine (0,6%) and heroin (0,1%) were mostly used illegal drugs. There was a relationship between cigarette, alcohol, substance experience, alcohol use disorders and class, faculty, living environment and familial substance use. There was no association found between any factors except gender and tobacco use disorder.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Among university students, being a male, studying in upper classes and having familial drug use can lead to increase of experience and addicted to substances of a person. Staying with own family or at a dorm, reading in faculties representing the health sciences can be considered as protective factors. The findings of tobacco use disorder have showed that using or being addicted to cigarette is not a distinctive feature among young smokers.

3.A New Obsessive-Compulsive Symptom Type: The Psychometric Properties of The Turkish forms of Relationship Obsessions and Compulsions Inventory and Partner-Related Obsessive-Compulsive Symptoms Inventory
Ezgi Trak, Müjgan İnözü
doi: 10.5505/kpd.2017.93063  Pages 171 - 185
GİRİŞ ve AMAÇ: Farklı belirti içeriklerinin görülebildiği obsesif-kompulsif bozukluğun son yıllarda araştırılmaya başlanan belirti temalarından biri de romantik ilişkiye ve partnere yönelik yineleyici düşüncelerdir. Bu araştırmanın amacı, romantik ilişki ve partner temalı obsesif-kompulsif belirti şiddetinin ölçülmesine olanak tanıyacak Romantik İlişki Obsesyon ve Kompulsiyonları Ölçeği ile Partnere İlişkin Obsesif-Kompulsif Belirti Ölçeği’nin Türkçe’ye uyarlanması ve psikometrik özelliklerinin incelenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmanın örneklemi halen ilişki içinde olduğunu beyan eden, yaşları 18-63 arasında değişen 292 yetişkin katılımcıdan oluşmuştur. Katılımcılardan uyarlaması yapılan ölçeklere ek olarak Obsesif-Kompulsif Envanteri – Gözden Geçirilmiş Form, Obsesif İnanışlar Ölçeği – 44, Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri – II, Depresyon Anksiyete Stres Ölçeği ve İlişki Doyumu Ölçeği’nden oluşan bir ölçek setini doldurmaları istenmiştir. Ölçeklerin test-tekrar test güvenirliğini değerlendirmek amacıyla uyarlaması yapılan ölçekler 36 kişiye 4 hafta sonra tekrar verilmiştir.
BULGULAR: Doğrulayıcı faktör analizi sonuçları ölçeklerin Türkçe formlarının faktör yapılarının orijinal formları ile örtüştüğüne işaret etmiştir. Yapılan diğer geçerlik analizleri ölçeklerin istenilen dış bileşen, kriter ve yordayıcı geçerliklere sahip olduğuna işaret etmiştir. İç tutarlılık, test-tekrar test ve iki yarı test güvenirliğini değerlendiren analizler ölçeklerin tatmin edici güvenirlik değerlerine sahip olduğunu ortaya koymuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma ölçeklerin Türkçe formlarının geçerli ve güvenilir ölçüm araçları olduklarına, Türk örnekleminde geçerli ve güvenilir bir şekilde kullanılabileceklerine işaret etmiştir.

INTRODUCTION: Obsessive-compulsive disorder is a heterogeneous condition with a wide range of symptom presentations. Researchers recently started to investigate obsessions and compulsions focusing on intimate relationship and partner. The aim of this study was to adapt the Relationship Obsessive Compulsive Inventory and the Partner Related Obsessive Compulsive Symptom Inventory to Turkish and to assess validity and reliability of the Turkish forms of the scales.
METHODS: The sample of the study consisted of 292 adults who were in an intimate relationship at the time of the study. Participants’ age ranged from 18 to 63 years. Participants completed a battery of self-report measures including Relationship Obsessive Compulsive Inventory, Partner Related Obsessive Compulsive Symptom Inventory, Obsessive Compulsive Inventory – Revised, Obsessive Beliefs Questionnaire – 44, Experiences in Close Relationship Scale – Revised, Depression Anxiety Stress Scale and Relationship Assessment Scale. In order to assess test-retest reliability of the scales, 36 participants were asked to complete the scales of interest once again 4 weeks later.
RESULTS: Confirmatory factor analysis revealed that factor structures of Turkish forms of the scales corresponded to the original factor structures of the scales. In addition, results showed that both scales had construct, criterion and predictive validities. Moreover, the scales showed high internal consistency, test-retest and split-half reliabilities.
DISCUSSION AND CONCLUSION: To conclude, the study revealed that Turkish forms of the Relationship Obsessive Compulsive Inventory and the Partner Related Obsessive Compulsive Symptom Inventory have good reliability and validity, supporting cross-cultural nature of the scales.

4.Psychometric Properties of The Curative Climate Questionnaire-Turkish Version
F. Işıl Bilican
doi: 10.5505/kpd.2017.15238  Pages 186 - 196
GİRİŞ ve AMAÇ: İyileştirici Ortam Anketi grup psikoterapisindeki iyileştirici faktörleri ölçer. İyileştirici Ortam Anketi’nin üç alt ölçeği bulunmaktadır: Uyum, İçgörü ve Katharsis. Bu faktörlerin, grup psikoterapisinde ilerlemeyi sağlayan temel iyileştirici faktörler oldukları belirtilmiştir. Grup psikoterapisi psikolojik sıkıntıları hafifletmek için etkin bir yöntem olmasına karşın, Türkiye’de iyileştirici faktörleri, grup dinamikleri ve grup süreçlerini ölçen kaynak ve ölçekler çok sınırlıdır. Bu çalışma, İyileştirici Ortam Anketi’ni Türkçe’ye çevirerek ve uyarlayarak ileride araştırma ve klinik ortamlarda kullanılmasını sağlamayı hedeflemiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: İyileştirici Ortam Anketi ve Çokboyutlu İlişki Ölçeği, grup psikoterapisi eğitiminin dördüncü gününün sonunda elli psikoterapiste uygulanmıştır. Grup psikoterapisi eğitimi teorik, süpervizyon ve deneyimsel kısımlardan oluşmuştur. Ölçeğin faktör yapısı, Temel Bileşenler Analizi ve Doğrulayıcı Faktör Analizi ile incelenmiştir.

BULGULAR: İyileştirici Ortam Anketi’nin Türkçe adaptasyonunda, ölçeğin orijinaline benzer şekilde üç faktör bulunmaktadır. 3 madde ölçekten çıkarıldığında veriler modele en iyi şekilde uymuştur. Cronbach Alfa katsayısının İçgörü için.87, Katharsis için.88, Uyum için.84 olduğu gözlenmiştir. Ölçeğin yakınsak geçerliği Çokboyutlu İlişki Ölçeği ile sağlanmıştır.


TARTIŞMA ve SONUÇ: Bulgular, İyileştirici Ortam Anketi’nin geçerli ve güvenilir olduğunu göstermiştir. Bulgular, Katharsis alt ölçeğinin İyileştirici Ortam Anketi’nde içerilmesini işaret etmiştir.
INTRODUCTION: The Curative Climate Questionnaire measures the curative factors in group psychotherapy. The Curative Climate Questionnaire has three subscales: Cohesion, Insight, and Catharsis. These three factors are suggested to be the main curative factors implicated in progress in group psychotherapy. Even though group psychotherapy is an effective method in providing services to alleviate psychological difficulties, the resources which measure curative factors, group dynamics or processes are limited in Turkey. This study aimed to translate and adapt the Curative Climate Questionnaire into Turkish to allow for its future uses in clinical and research settings.
METHODS: Fifty psychotherapists were administered the Curative Climate Questionnaire and Multidimensional Relationship Questionnaire on the fourth day of the group psychotherapy training. The training had didactic, supervision, and experiential parts. Factor structure was analyzed by employing Principal Component and Confirmatory Factor Analyses.
RESULTS: Turkish version of the Curative Climate Questionnaire had a three factor structure similar to the English version. Three items were omitted for the data to fit the model. The Cronbach Alpha level for Insight was.87, for Catharsis was.88, and for Cohesion was.84. Criterion validity was established by the Multidimensional Relationship Questionnaire.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The findings showed that the Curative Climate Questionnaire Turkish version had good reliability and validity. The findings supported inclusion of the Catharsis subscale in the Curative Climate Questionnaire.

5.Disabilites Due to Psychiatric Disorders: Sample Of University Hospital
Eda Aslan, Nadya Şimşek
doi: 10.5505/kpd.2017.18209  Pages 197 - 202
GİRİŞ ve AMAÇ: Engellilik hali kişinin sağlık durumu ve çevrenin etkileşimi ile ortaya çıkan, günlük yaşam aktivitelerine sınırlı katılıma sebep olan çok yönlü bir fenomendir. Çalışmamızda psikiyatrik bozukluklardan %40 ve üzeri engellilik oranı alanların tanı dağılımları ve sosyodemografik verilerini değerlendirmek amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2016 yılı içerisinde hastanemiz sağlık kuruluna engellilik hali tespiti değerlendirilmesi amacıyla başvuru yapan toplam 3176 hastadan 28603 sayılı “Engellilik Ölçütü, Sınıflandırması ve Engellilere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmelik” uyarınca psikiyatrik bozukluklardan %40 ve üzeri özür oranı alan 318 hastanın tanıları ve sosyodemografik verileri retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR: Psikiyatride en sık engellilik haline sebep olan tanı grubu duygudurum bozuklukları (n=99, %57,8) olarak bulundu, daha sonra sırasıyla zeka geriliği (n=81, %47,8), şizofreni ve psikozla giden bozukluklar (n=79, %24,8) yer aldı. Duygudurum bozukluklarından major depresif bozukluk hastaların %23’ünü (n=73) oluşturmaktaydı. Engellilik oranı %40 ve üzeri olan hastaların yaş ortalaması 41,9 ( SD ± 13,2) olarak bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda sırasıyla duygudurum bozuklukları, zeka geriliği, şizofreni ve psikozla giden bozukluklar psikiyatride en sık engellilik haline sebep olan bozukluklar olarak tespit edilmiş olup, engellilik halinin en sık üretken çağ olarak da tanımlanabilecek orta erişkinlikte ortaya çıktığı görülmüştür. Psikiyatride engellilik halinin ayrıntılı değerlendirilmesi, koruyucu ruh sağlığı programları geliştirilmesi açısından önem taşımaktadır.
INTRODUCTION: Disability is a multifaceted phenomenon that occurs due to interaction of the health condition and the environment, which causes limited participation in daily life activities. We aimed to evaluate psychiatric diagnosis and relative sociodemographic data of the patients with disability rate of 40% and over.
METHODS: A total of 3176 patients who applied to the health care institution of our hospital for the assessment of their disability were reviewed for 1-year period. Sociodemographic data and diagnosis of 318 patients, who got 40% and over disability rate caused by mental disorders in accordance with the "Regulation on the Reports of the Health Board on Disability Criteria, Classification and Disability" were retrospectively assessed.
RESULTS: The most frequent disability diagnosis group was mood disorders (n = 73, 23%), following mental retardation (n = 81, 47.8%) and schizophrenia and other psychotic disorders (n = 79, 24.8%). Major depressive disorder was constituted 23% of patients (n = 73). Mean age of the patients 40% (or over) disabled was 41.9 ± 13.2.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Mood disorders, mental retardation, schizophrenia and psychotic disorders were found to be the most frequent disabling disorders in psychiatry setting and disability was found to see mostly in middle age which is also defined as the productive age. Detailed evaluation of disability in psychiatry is important for developing preventive mental health programs.

6.Awareness and Attitudes of Physicians Towards Early-Age Marriage
Nagihan Saday Duman, Emel Sarı Gökten, Hasan Nadir Rana
doi: 10.5505/kpd.2017.84803  Pages 203 - 208
GİRİŞ ve AMAÇ: Erken yaşta yapılması söz konusu olan resmi evlilikler bakımından, hekimler çocukları bir istismar şekli olan erken evliliklerden koruma noktasında önemli bir görev üstlenmektedir. Çalışmamızda ülkenin gelişmesi bakımından önemli olan bu konu hakkında hekimlerin farkındalıkları ve tutumlarının hangi yönlerde olabileceğinin ortaya konması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmaya sosyal medya yolu ile ulaşılabilen, çalışmaya katılmaya gönüllü olan hekimler davet edilmiş ve yazarlar tarafından oluşturulmuş anketi doldurmaları istenmiştir. Çalışma verileri tanımlayıcı istatistikler (aritmetik ortalama, ortanca, standart sapma, yüzde dağılımlar), kategorik verilerin gruplar arası yüzde dağılımları Ki Kare testi ile değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Hekimlerin 1315'i (%83.9) erken evlilik tanımı ile ilgili olarak '18 yaşın altında yapılan evliliklerdir' şeklinde yanıtlamıştır. Hekimlerin 1287'si (%82.1) erken yaşta yapılan evliliklerin 'Çocuğun cinsel olarak istismar edilmesi' olduğunu vurgulamıştır. Erken yaşta evlilik yapılabilmesi için bireylerde bulunması gereken özelliklere yönelik hekimlerin yargılarında 'bireyin zihinsel yetersizliğinin olmaması, cinsellik hakkında yeterli bilgiye sahip olması, doğacak çocuğun fiziksel ve ruhsal ihtiyaçlarını karşılayabilmesi gerektiği ve evlilik yapacağı yaşın önemli olduğu' ön plana çıkmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Toplum tarafından erken evliliklerin normal olarak algılanması bu sorunun önlenmesini ve yasal olarak ihbarı engelleyen en önemli unsurlardandır. Hekimlerin erken yaşta yapılan evlilikler ile ilgili farkındalıkları yüksek olmasına rağmen erken yaşta evliliklerin önlenmesi noktasında toplumsal, politik ve hukuki alanda farkındalıkların arttırılması gerekmektedir.
INTRODUCTION: In terms of official marriage, which is to be done at an early age physicians play a crucial role in protecting children from early marriage, which is a form of child abuse. We aimed to show the awareness of the physicians and the directions of their attitudes about this issue which is very important for the development of the country.
METHODS: Physicians who were able to reach the research through social media and volunteered to participate in the study were invited and were asked to complete the questionnaire created by the authors. Study data were evaluated by descriptive statistics (arithmetic mean, median, standard deviation, percent distributions) and the percent distributions of categorical data between the groups were evaluated by the Chi square test.
RESULTS: 1315 (83.9%) of the physicians responded to the definition of early marriage that 'Marriages made under the age of 18'. 1287 (82.1%) of the physicians emphasized that early marriages were 'sexual abuse of the child'. In the judgments of physicians regarding the characteristics that should be present in the individual in order to be married at an early age such as 'that does not have mental inadequacy, that has enough knowledge about sexuality, that should be able to meet the physical and spiritual needs of the child to be born, and the age at which marriage' is important.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The perception of early marriages by the society as normal is one of the most important elements preventing this problem and preventing legal legitimacy. Although physicians are highly aware of early marriages, It is necessary to raise awareness in social, political and legal contexts at the point of prevention of early marriages.

7.Level Of Belief In Sexual Myths Women With Infertility Treatment
Betül Uyar Ekmen, Mustafa Özkan, Talip Gül
doi: 10.5505/kpd.2017.33043  Pages 209 - 217
GİRİŞ ve AMAÇ: İnfertilite, reproduktif çağda olan bir çiftte herhangi bir doğum kontrol yöntemi kullanmaksızın, en az bir yıl düzenli cinsel ilişkiye rağmen gebeliğin oluşmamasıdır. Cinsel mitler, kişilerin cinsel konularda doğru olduğunu düşündükleri abartılı, yanlış ve bilimsel değeri bulunmayan inanışlardır. Cinsel bilgi ve eğitim eksikliği; toplumun cinselliğe yaklaşımında katı tutum, tabular ve yasaklarla birleştiğinde birçok cinsel soruna ve cinsel işlev bozukluklarına yol açabilmektedir. Çalışmamızın amacı infertilite tedavisi gören kadınlarda cinsel mitlere inanma düzeyini belirlemektir.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamıza 100 primer infertil kadın hasta ve 78 sağlıklı kadın alınmıştır. Katılımcılara sosyodemografik veri formu, Arizona Cinsel Yaşantılar Ölçeği-Kadın Formu ve Cinsel Mitleri Değerlendirme Formu uygulandı.
BULGULAR: Otuz cinsel mitin 9'unda inanma düzeyi infertil kadınlarda sağlıklı kontrollere kıyasla istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulundu. İnfertil grupta cinsel mitlere inanma düzeyini; kırsal kesimde yaşama, eğitim süresinin 10 yıldan az olması, geniş aile yapısı, görücü usulüyle evlenme, infertilite ve tedavi süresinin 6 yıldan daha uzun olmasının artırdığı bulundu
TARTIŞMA ve SONUÇ: İnfertil kadınlarda cinsel mitlere inanma düzeyi kontrol grubundan yüksekti. Infertil kadınlar içerisinde inanma düzeyini en çok etkileyen faktör eğitim düzeyiydi. Toplumumuzda ve infertil bireylerde yaygın olan mitlerin sönmesi ve daha sağlıklı bir cinsel yaşam için, cinsel eğitimin bireylere uygun yaşta, doğru kaynaklardan verilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
INTRODUCTION: Infertility is defined as failure of fetation in a couple at reproductive age with regular sexual intercourse at least for one year without any contraception method being used. Sexual myths are thoughts which people think they are true. Sexual myths are mostly exaggerated and false beliefs which have no scientific background. Lack of sexual knowledge and education, when combined with society’s strict behaviour, taboos and restrictions about sexuality can lead to several sexual problems and sexual dysfunctions. The purpose of this study was to determine sexual myth belief level in infertile women.
METHODS: Our study included 100 primer infertile and 78 fertile women. Participants had answered the questions of sociodemographic data form, Arizona Sexual Experience Scale -Woman form and sexual myths evaluation form.
RESULTS: The levels of belief on 9 sexual myths in 30 were significantly higher in infertile women compared to fertile women. We found that living in countryside, education, family type, blind date marriage, infertility and treatment duration have augmented belief on sexual myths.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Belief on sexual myths has been found significantly higher in infertile women compared to fertile women. Especially low education has been found associated with higher belief levels for infertile women. It is important to get sexual education from right sources in the right time which is essential for a better sexual life and reduction in sexual myth belief levels.

8.The Mediating Role Of The Emotion Regulation Difficulties On The Relationship Between Childhood Traumas, Post Traumatic Stress Symptoms And Depression
Emre Han Alpay, Arzu Aydın, Zümrüt Bellur
doi: 10.5505/kpd.2017.98852  Pages 218 - 226
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada duygu düzenleme güçlüklerinin, çocukluk çağı ruhsal travmaları ile depresif belirtiler ve travma sonrası stres belirtileri arasındaki ilişkide aracı rolü olup olmadığının belirlenmesi amaçlanmaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmanın örneklemi Mersin, Adana ve Diyarbakır’da ikamet eden, yaşları 18 ile 60 arasında değişen 300 kadın katılımcıdan oluşmaktadır. Katılımcılara Demografik Bilgi Formu, Duygu Düzenlemede Güçlükler Ölçeği (DDGÖ), Çocukluk Çağı Travma Ölçeği (ÇÇTÖ), Post Travmatik Stres Bozukluğu Soru Listesi Sivil Versiyonu, Beck Depresyon Envanteri (BDE) uygulanmıştır. Toplanan veriler LISREL 8.51 versiyonu kullanılarak Yapısal Eşitlik Modeli (YEM) ile analiz edilmiştir.
BULGULAR: Korelasyon analizleri, çocukluk çağı kötü muamele yaşantıları ile duygu düzenleme güçlüklerinin altboyutları arasında, duygu düzenleme güçlüklerinin alt boyutları ile depresif belirtiler ve travma sonrası stres belirtileri arasında güçlü bir ilişki olduğunu göstermektedir. Yapılan analiz sonucunda, duygu düzenleme bozukluklarının çocukluk çağı ruhsal travmaları ile depresyon ve travma sonrası stres belirtileri arasında kısmi aracılık rolü olduğu görülmektedir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Elde edilen bulgular ışığında çocukluk çağı ruhsal travmaları ile ilişkili olan depresyon ve travma sonrası stres belirtilerinde duygu düzenlemenin önemli bir etken olduğu ve tedavi protokollerinde yer verilmesi gerektiği düşünülmektedir.
INTRODUCTION: The objective of this study was to determine whether the emotion regulation difficulties mediate the relationship between childhood psychological trauma and the symptoms of post traumatic stress and depressive symptoms.
METHODS: The sample consist of 300 women whose age between 18 and 60. Participants recruited from Adana, Mersin and Diyarbakir. Individuals were asked to complete a number of questionnaires includingDemographic Information Form, Childhood Trauma Questionnaire (CTQ), Difficulties in Emotion Regulation Scale (DERS), Post Traumatic Stress Disorder Checklist–Civillian Version (PCL - C) and Beck Depression Inventory (BDI). In this study the data was analyzed with Structural Equational Model (SEM) using LISREL 8.51
RESULTS: Correlational analyses showed that all types of child maltreatment were uniformly associated with emotion dysregulation dimensions, and dimensions of emotion dysregulation were strongly related to depression and post traumatic stress symptoms. According to findings of this study, factor loading of emotional abuse observed variable; is the highest one among the factor loadings of maltreatment types. Structural equation modeling analyses revealed that there is a partialmediator role of emotion regulation difficulties in the relation between childhood traumatic experiences and the symptoms of post traumatic stress and depression.
DISCUSSION AND CONCLUSION: This study put forward that emotion regulation is a significant factor regarding depressive and post traumatic stress symptoms which related to maltreatment in childhood. Therefore results show that training emotional regulation skills could be useful in dealing with post traumatic and depressive symptoms.

REVIEW
9.Psychiatric Disorders And Eye: Optical Coherent Tomography In Psychiatry Aspect
Ayşe Sevgi Karadağ, Aysun Kalenderoğlu
doi: 10.5505/kpd.2017.69077  Pages 227 - 237
Optik koherens tomografi (OKT); biyolojik doku kat¬manlarını, yüksek çözünürlükte tomografik kesitler ala¬rak görüntüleyen, yeni bir tıbbi görüntüleme yöntemidir. Dokulara gönderilen ve farklı doku katmanlarından geri yansıyan ~800 nm dalga boyundaki infrared ışığın yan¬sıma gecikme zamanını ve şiddetini ölçerek, dokuların ve patolojilerinin ultasonografiye benzer bir şekilde ama ondan çok daha yüksek çözünürlükte (1-15 mikron (μm)) kesit görüntülerinin alınmasına olanak tanır. OKT tekniği ilk olarak, Massachusettes Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) fizik profesörü Fujimoto ve ekibi tara¬fından tanımlanmıştır. Daha sonra oftalmoloji ve nörolojide kullanımı tanımlanmıştır.
Özellikle bugünün OKT teknolojisinde çözünürlüğü artırılmış ve retinanın diğer tabakalarından, ganglion hücre kompleksini (GHT) (RSLT, GHT,IPT) farklılaştırmak mümkündür. OKT ile ölçülebilen diğer bir yapıda koroid kalınlıktır. Koroid insan vücudundaki en çok vaskülarizasyona sahip dokulardan biri olup dış retinanın oksijenizas-yon ve beslenmesinde, retinanın ısı regülasyonunda, retinanın pozisyonel durumunda, retinal artık mad¬delerin uzaklaştırılmasında ve büyüme faktörlerinin salgılanmasında önemli görevler üstlenir. Yani damarsal ya da kan akımını etkileyen patolojilerde koroid yapısında incelme gözlenir.
Psikiyatride OKT ‘nin kullanımı nispeten yenidir ve çok az çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalarda aynı zamanda heterojen sonuçlar vermiştir. Bu derlemede bizim amacımız “beynin bir penceresi olarak” retinanın rolunünü OKT yöntemi ile açığa kavuşturmak, ayrıca, psikiyatrik bozukluğu dejeneratif bileşenlerini tanınmasını, psikiyatrik bozukluğu olan popülasyonunda OKT’nin olası uygulamalarını tartışmaktır.
Optic coherence tomography is a novel imaging method which can demonstrate biological tissue layers by getting high resolution sections. This technique measures delay time and intensity of infrared light which is transmitted to and reflected from different tissue layers. It gives cross sectional images of tissues similar to but with much higher resolution (1-15 μm) than ultrasonography. OCT method was first described by Fujimoto et al from Massachusettes Institue of Technology. Then its use in ophthalmology and in neurology were described. Especially with today’s OCT technology resolution is enhanced and differentiating ganglion cell komplex (GCC) (RNFL, GCL, IPL) from other parts of retina is now possible. Another parameter that can be measured with OCT is choroidal thickness. Choroid is among the most vascularized tissues in human body and it has important roles in oxygenization and nutrition of outer retina, temperature regulation of the retina, arrangement of the position of retina, disposition of waste products from retina, and release of growth factors. Thus, any vascular pathology can cause choroidal thinning.
Psychiatric use of OCT is relatively new, and few studies have been performed. This studies have also yielded heterogeneous results. Our aim this review elucidates the method of OCT and the retina’s role as a “window to the brain”. Furthermore, in delineating the degenerative components of psychiatric disorder, we discuss the possible applications of OCT in the psychiatric disorder population.

10.A Lesser Known Aspect of Psychodrama: Monodrama
Gözde Özer Danış, Özden Şükran Üneri
doi: 10.5505/kpd.2017.47955  Pages 238 - 242
Psikodrama eyleme dayalı bir psikoterapi yöntemidir. Psikodrama başlangıçta yalnızca bir grup psikoterapisi uygulaması olarak klinik ortamla sınırlı bir yöntemken, günümüzde bireysel terapide uygulanabilen; kliniklerde teşhis ve tedavi, eğitim kurumlarında eğitim aracı, insan ilişkileri, endüstri, evlilik ve aile danışmanlığında hem çocuklar hem yetişkinlerle çalışmaya olanak tanıyan bir terapi tekniğine evrilmiştir. Bireysel psikodrama uygulamaları monodrama olarak da adlandırılmaktadır. Psikodrama uygulamaları ile ilgili yazın bilgisi yıllar içinde artmıştır. Ancak monodrama uygulamaları ile ilgili yazın bilgisi halen kısıtlıdır. Bu duruma psikodrama uygulamalarının daha çok grup terapisi tekniği olarak kabul görmesi, monodrama uygulamaları ile ilgili farkındalığın az olması yol açmış olabilir. Az sayıda da olsa monodrama uygulamaları ile ilgili yapılan olgu sunumlarında ve gözlemsel çalışmalarda tekniğin tedavi edici etkinliğinin yüksek olduğu belirtilmekte, konu ile ilgili çalışmalara gereksinim olduğu üzerinde durulmaktadır. Bu gözden geçirme yazısında monodrama uygulamalarının özelliklerinin gözden geçirilmesi, hangi vakaların monodrama uygulamasından yararlanabileceğinin, grup uygulamalarına göre avantaj ve dezavantajlarının yazın bilgisi eşliğinde tartışılması amaçlanmıştır.
The psychodrama technique is a psychotherapy technique based on action. Psychodrama was initially limited to the clinical setting as a type of group psychotherapy, yet nowadays it can be applied to individual therapy; diagnosis and treatment in clinics, educational tools in educational institutions, human relationships, industry, marriage and family counseling, and it has evolved into a therapy technique that allows psychotherapists to work with both children and adults. This practice of individual psychodrama is called monodrama. Literary knowledge about psychodrama applications has increased over the years, however, the literature on monodrama practices is still limited. This case may have been caused by the general psychotherapy community accepting psychodrama as only a type of group psychotherapy, which would result in lesser awareness regarding monodrama applications. Within the small number of case reports on monodrama applications and observational studies regarding the technique, it is emphasized that its therapeutic effect is high and it is emphasized that there is a need for further research on the subject. This paper is aimed to review the features of the monodrama technique, to discuss which cases can benefit from its applications, and to discuss its advantages and disadvantages when compared to group applications, in the light of literature.

CASE REPORT
11.Ecchymosis Associated With The Use of Paroxetine: A Case Report
Rukiye Ay
doi: 10.5505/kpd.2017.09821  Pages 243 - 246
Paroksetin, antidepresan ve anksiyolitik özellikleri olan seçici serotonin gerialım inhibitörü (SSGI) grubundan bir antidepresandır. Paroksetine bağlı nadir görülen yan etki kanama eğiliminin artmasıdır. Paroksetin kullanımı ile ilişkili ekimoz, epistaksis, subkonjuctival kanama, alt ve üst gastrointestinal kanama ile ilgili olgu bildirimleri mevcuttur. Bu yazıda paroksetin kullanımı sırasında ekimoz gelişen bir kadın hasta tartışılmıştır.
Paroxetine is an antidepressant included in the group of selective serotonin reuptake inhibitors (SSRI) with antidepressant and anxiolytic properties. A rarely seen adverse effect of paroxetine is increase of bleeding tendency. There are several reports of ecchymoses, epistaxis, subconjunctival hemorrhage, lower and upper gastrointestinal bleeding related to paroxetine use. A case of a female patient who developed ecchymoses during paroxetine use is discussed in this paper.

BOOK REVIEW
12.Book Review-Substance Dependence
Nevzat Yüksel
Pages 247 - 248
Abstract |Turkish PDF

LookUs & Online Makale