ISSN 1302-0099 | e-ISSN 2146-7153
KLİNİK PSİKİYATRİ DERGİSİ - Turkish J Clin Psy: 26 (3)
Cilt: 26  Sayı: 3 - 2023
EDITÖRDEN
1. 
Doçentlik sınav yönetmeliğinde yapılan değişiklikler ne anlama geliyor?
What do the amendments to the associate professorship exam regulation mean?
Burhanettin Kaya
doi: 10.5505/kpd.2023.95871  Sayfalar 151 - 154
Makale Özeti |İngilizce PDF | Türkçe PDF

ARAŞTIRMA MAKALESI
2. 
Şizofreni hastalarında azalmış serum glial belirteç düzeyleri ve bunların klinik parametrelerle ilişkisi
Decreased serum levels of glial markers and their relation with clinical parameters in patients with schizophrenia
İhsan Çetin, Ömer Faruk Demirel, Tarık Sağlam, Nazım Yıldız, Alaattin Duran
doi: 10.5505/kpd.2023.81557  Sayfalar 155 - 162
GİRİŞ ve AMAÇ: Şizofreninin nörogelişimsel hipotezi, glial fibriler asidik protein (GFAP) ve glial hücre hattından türetilmiş nörotrofik faktör (GDNF) fonksiyonlarındaki değişikliklerin şizofreninin patogenezinde rol oynayabileceğini düşündürmektedir. Ancak bu moleküllerin şizofreninin klinik özellikleri ile ilişkisi hakkında sınırlı bilgi bulunmaktadır. Bu çalışmada şizofreni hastalarının sağlıklı kontrollerle serum GFAP ve GDNF düzeylerinin karşılaştırılması ve şizofreni hastalarında klinik parametrelerin moleküllerin serum düzeylerine etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Psikoz biriminde takip edilen 37 şizofreni hastası ile yaş ve cinsiyet açısından eşleştirilmiş, psikiyatrik hastalik öyküsü olmayan 37 sağlıklı kontrol alındı. Hastalar pozitif ve negatif sendrom ölçeğinin Türkçe versiyonu ile değerlendirildi. Hastalar pozitif ve negatif sendrom ölçeğinin Türkçe versiyonu ile değerlendirildi. Öte yandan, hem hastalara hem de sağlıklı kontrollere sosyodemografik soru formu uygulandı.
BULGULAR: Şizofreni hastalarının serum GDNF ve GFAP düzeyleri sağlıklı kontrollere göre anlamlı olarak düşüktü. Ayrıca bu hastalarda serum GDNF düzeyleri genel ve negatif sendrom skalaları (PANSS) ile negatif korelasyon gösterdi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: PANSS ile şizofreni hastalarının GDNF düzeylerindeki değişiklikler arasında ilişki olduğu görülmüştür. Bununla birlikte, bu ilişkilerin altında yatan biyolojik mekanizmaları anlamak ve glial markırların şizofreninin tanısı için biyobelirteç olarak yararlı olup olamayacağını anlamak için beyin omirilik sıvısında da bu markirlarin ölçüldüğü daha geniş klinik çalışmalara ihtiyaç vardır.

3. 
Türkiye'de eroin kullanım bozukluğu olan ve olmayan sağlıklı bireylerde OPRK1 G36T ve OPRM1 A118G opioid reseptör gen polimorfizmleri sıklığı
The frequency of OPRK1 G36T and OPRM1 A118G opioid receptor gene polymorphisms in heroin-dependent individuals and non-dependent healthy subjects in Turkey
Gunnur Demircan, Tuğçe Toker Uğurlu, Gülizar Zengin, Ata Onur Kepenek, Selim Can Berk, Damla Saygin, Idea Nehir Ozliman, Figen Ateşci, Demet Akın
doi: 10.5505/kpd.2023.73693  Sayfalar 163 - 169
GİRİŞ ve AMAÇ: Eroinin birincil etki bölgesini kodlayan Mu opioid reseptörü (MOR) geninin (OPRM1) polimorfizmlerinin de eroin bağımlılığı ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Bu çalışmanın amacı, Türkiye'de bir erkek popülasyonunda eroin bağımlılığı ile G36T OPRK1 ve A118G OPRM1 reseptör gen polimorfizmleri arasındaki ilişkinin araştırılmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Eroin kullanan (başka bir madde kullanmayan) 102 erkek hasta ve opioid kullanım öyküsü olmayan 82 kişi değerlendirildi. MOR ve Kappa opioid reseptörleri (KOR) genleri üzerindeki A118G ve G36T SNP'leri, TaqMan 5'-eksonükleaz alel ayrım deneyleri ile değerlendirildi.
BULGULAR: Ortalama eroin kullanım süresi 4,6±1,9 yıldı. G36T polimorfizmi ve heterozigot genotip hasta grubunda (OPRK1 geni) daha sık bulundu. Hasta grubunda 79 (%77,5) hasta yabani tip genotipe, 23 (%22,5) hasta ise mutant genotipe sahipti. Kontrol grubunda 76 (%92,7) kişi yabani tip genotipe, 6 kişi (%7,3) mutant genotipe sahipti (p=0,005). Yabani tip alel frekansı 0,894 ve mutant tip alel frekansı 0,105 olarak belirlendi. A118G polimorfizmi açısından gruplar arasında genotip açısından fark olmadığını tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bulgularımız, OPRK1'in opioid bağımlılığında önemli bir rol oynadığını desteklemektedir. Ancak, çoğu çalışmanın aksine, Türk deneklerde A118G ile herhangi bir ilişki tespit edilemedi. Türkiye'de opioid gen polimorfizmlerinin klinik etkilerinin belirlenmesi için daha fazla araştırma yapılması gerektiğini düşünüyoruz.

4. 
Maddeye bağlı ilk atak psikoz ve madde ile ilişkisiz ilk atak psikozun inflamatuvar tam kan parametreleri açısından değerlendirilmesi
Evaluation of substance induced and substance free first-episode psychosis in terms of inflammatory whole blood count parameters
Hidayet Ece Arat Çelik
doi: 10.5505/kpd.2023.14564  Sayfalar 170 - 176
GİRİŞ ve AMAÇ: Madde kullanımının, yatkınlığı olan bireylerde psikotik atağı tetiklediği bilinmektedir. Son yıllarda inflamatuvar süreçlerin psikotik bozukluktaki önemine yapılan vurgu giderek artmaktadır. Bu çalışmada inflamatuvar tam kan parametrelerinin maddeye bağlı ilk atak psikoz (mİAP(+)) ile madde ile ilişkisiz ilk atak psikozda (mİAP(-)) ne yönde değişim gösterdiğinin araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya mİAP(+) tanısı alan 32 birey, mİAP(-) tanısı alan 48 birey ve 80 sağlıklı kontrol dahil edilmiştir. Gruplar arasında inflamatuvar tam kan parametrelerinin karşılaştırılmasında, yaş ve cinsiyet eş değişken olarak alınarak MANCOVA uygulanmıştır, post hoc LSD testi yapılmıştır. Klinik değişkenlerle inflamatuvar tam kan parametreleri arasındaki ilişkiye Pearson korelasyon analiziyle bakılmıştır.
BULGULAR: Monosit düzeylerinin mİAP(+) tanılı bireylerde mİAP(-) tanılı bireylere ve sağlıklı kontrollere göre yüksek olduğu, PLR düzeylerinin ise mİAP(+) tanılı bireylerde sağlıklı kontrollere göre düşük olduğu bulunmuştur. mİAP(+) grubunda hastalık süresi ile monosit düzeyleri arasında orta düzeyde anlamlı ilişki saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İnflamatuvar tam kan parametrelerinin mİAP(+)’de mİAP(-) ve sağlıklı kontrollere göre farklılık gösteriyor olması inflamatuvar süreçlerin bu duruma katkı sağladığının göstergesidir. Ancak henüz elimizdeki veriler bu parametrelerin klinik pratikte kullanılmasını destekleyecek yeterlilikte değildir.

5. 
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ve yavaş bilişsel tempo birlikteliği çocuklarda tedaviye yanıtı etkiler mi?
Does the coexistence of attention deficit hyperactivity disorder and sluggish cognitive tempo affect the treatment response in children?
Çiğdem Yektaş, Ali Evren Tufan, Elif Sümeyra Kaplan Karakaya, Merve Yazıcı, Enes Sarıgedik
doi: 10.5505/kpd.2023.23500  Sayfalar 177 - 185
GİRİŞ ve AMAÇ: Yavaş bilişsel tempo ve dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu olan çocuklarda tedavi yanıtını değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Yavaş bilişsel tempo semptomlarını tanımlamak için Çocuk Davranış Kontrol Listesi ve Barkley Çocuk Dikkat Ölçeği kullanıldı. Ebeveynler ve öğretmenler Yıkıcı Davranış Bozuklukları için Turgay DSM-IV Temelli Tarama Ölçeği'ni doldurdular, şiddet ve iyileşme Klinik Global İzlenim Ölçeği (CGI) - Şiddet ve CGI- İyileşme ile değerlendirildi. Metilfenidat yanıtları hasta çizelgeleri ile retrospektif olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Yavaş bilişsel tempo ve dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu birlikteliği olan grubunun dikkat eksikliği skorları ebeveynler tarafından daha yüksek bildirilirken, DEHB’si olan grupta öğretmenler tarafından bildirilen hiperaktivite/dürtüsellik skorları daha yüksek saptanmıştır (sırasıyla; p<0,01; p<0,01). Semptom azalması, DEHB grubunda öğretmen tarafından derecelendirilen hiperaktivite/dürtüsellik için önemli ölçüde daha fazlaydı ve Yavaş Bilişsel Tempo ve Dikkat Eksikliği/Hiperaktivite Bozukluğu olan çocuklar, tedaviden sonra ebeveynleri tarafından yine de daha fazla dikkat eksikliği olarak derecelendirildi. Yavaş bilişsel tempo ve dikkat eksikliği/hiperaktivite grubunda tedavi yanıtının tek belirleyicisi tedavi süresiydi (p=0,012).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yavaş bilişsel tempo ve dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu birlikteliğinde daha uzun tedavi süresi daha etkili görünmektedir.

6. 
COVID-19 pandemisi ve karantinanın ergenlerde internet, akıllı telefon kullanımı ve duygusal-davranışsal sorunları üzerindeki etkileri: Boylamsal bir çalışma
The effects of COVID-19 pandemic and lockdown on internet, smartphone use and emotional-behavioral problems in adolescents: A longitudinal study
Damla Eyüboğlu, Murat Eyüboğlu, Deniz Bayar, Özge Tekeli, Deniz Namıduru, Nazlı Ece Ünal, Büşra Ece Yavuz
doi: 10.5505/kpd.2023.46144  Sayfalar 186 - 192
GİRİŞ ve AMAÇ: Zorunlu sosyal izolasyona ve akıllı telefon, tablet ve bilgisayarla daha fazla vakit geçirmeye yol açan pandemi ve alınan tedbirler, gençleri duygusal ve davranışsal olarak olumsuz etkilediği görülmektedir. Bu çalışmada pandemi döneminde ergenlerin duygusal/davranışsal sorunlarını ve internet/akıllı telefon kullanım özelliklerini araştırmayı ve bulguları pandemi öncesi özelliklerle karşılaştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmanın örneklemi 57 ergenden (27 erkek, 30 kadın) oluşmuştur. Veriler iki zaman aralığında toplandı: COVID-19 pandemisinden önce [T1] ve COVID-19 pandemisi sırasında [T2]. Tüm katılımcılar Güçler ve Güçlükler Anketi (SDQ), Young İnternet Bağımlılık Testi (YİBT), Akıllı Telefon Bağımlılığı Ölçeği-Kısa Versiyonunu (ATBÖ-KV) doldurdu.
BULGULAR: Sonuçlar, hem internet hem de akıllı telefon kullanım süresinin T2'de önemli ölçüde arttığını gösterdi (p< 0.001). SDQ ile ilgili olarak, duygusal semptomlar, hiperaktivite sorunları, prososyal davranış alt ölçekleri ve toplam zorluk skorları, T2'de T1'den önemli ölçüde daha kötüydü (p< 0.05). Ayrıca, YİBT ve ATBÖ-KV puanları ile SDQ davranış sorunları, hiperaktivite-dikkatsizlik alt puanları ve toplam zorluk puanları arasında anlamlı korelasyonlar bulundu (p<0.001). Son olarak, regresyon analizine göre hiperaktivite dikkatsizlik sorunları problemli internet kullanım riskini arttırmaktadır (P < 0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Covid-19 salgını sürecinde ergenlerde internet ve akıllı telefon kullanımının arttığını ve duygusal ve davranışsal sorunlarla ilişkisini objektif olarak gözlemledik. Bu nedenle henüz süresi belli olmayan pandeminin uzun vadeli etkilerine yönelik sağlık politikaları geliştirilirken bu sonuçlar dikkatle akılda tutulmalıdır.

7. 
Sars-CoV2 pandemisinin bir çocuk ve ergen acil psikiyatri kliniği başvurularına olan etkisinin incelenmesi
The effect of Sars-CoV2 pandemic on consultations of a child and adolescent emergency psychiatry clinic
Binay Kayan Ocakoglu, Mehmet Can Erata, Gökce Elif Alkaş, Ayşegül Tonyalı, Gül Karaçetin
doi: 10.5505/kpd.2023.99075  Sayfalar 193 - 200
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamız, pandeminin acil servise başvuran hastalara etkisini ve COVID-19 pandemisinin üç yıl boyunca hastaların tanı / başlıca şikâyet durumlarında herhangi bir değişikliğe yol açıp açmadığını araştırmayı amaçlamaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmamız retrospektif bir çalışmadır. Çalışma popülasyonu, 2019, 2020 ve 2021 Mart-Mayıs ayları arasında çocuk psikiyatrisi acil servisimize başvuran hastalar olarak tanımlanmıştır.
BULGULAR: 2020 yılı pandemi döneminde COVID-19 ile ilgili önlemlerin uygulanmasıyla çocuk ergen acil psikiyatri servisine başvuran hasta sayısı %49,5 oranında azaldı. 2021 yılının ilgili döneminden itibaren acil servise başvuran toplam hasta sayısı 2020 ve hatta 2019 yılının aynı dönemine göre daha yüksek seviyelere çıkmıştır. 2020 ve 2021 yıllarında 2019 yılına kıyasla, yataklı servise yatırılan hasta sayısında azalma %26,1 azalma olmuştur. Ayrıca pandemi döneminde hastalarda, otizm spektrum bozukluğu, zekâ geriliği, depresyon, travma ve buna bağlı anksiyete bozuklukları ve obsesif-kompulsif bozukluk tanılarının oranının arttığını saptadık.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İlk pandemi kısıtlamalarının ardından acil servise yapılan başvurulardaki ani düşüş, insanların başlangıçta hastanelere karşı daha çekingen davranmasını yansıtıyor olabilir. Ancak bir yıl sonra, pandeminin orta döneminde, acil servise yapılan başvuru sayısındaki artış, insanların pandemiye alışması veya akut psikiyatrik bakım ihtiyacının daha fazla ertelenememesi olabilir. Yataklı psikiyatri ünitesine yatışların azalması, kısıtlamalar nedeniyle toplam yatak sayısının azalması; yani COVID-19 ile ilgili önlemlerin bir sonucu olarak ortaya çıkmış olabilir.

8. 
Adli psikiyatri servisinde takipli hastaların bakım verenlerinde psikolojik dayanıklılık, depresyon ve tükenmişlik seviyesi
Resilience, depression and burnout levels in caregivers of patients followed in the forensic psychiatry service
Sevler Yıldız, Aslı Kazğan Kılıçaslan, Burcu Sırlıer Emir, Osman Kurt, Kerim Uğur
doi: 10.5505/kpd.2023.67434  Sayfalar 201 - 208
GİRİŞ ve AMAÇ: Psikiyatrik hastalıkların hasta yakınlarının da yaşam kalitesini etkilediği bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı psikiyatrik hastalığa ek olarak suç işlemiş olan adli psikiyatri hasta yakınlarının yaşayabileceği ruhsal sorunları tanımak amacıyla adli psikiyatri hastalarının bakım verenlerinin psikolojik dayanıklılık, depresyon ve tükenmişlik seviyesinin incelenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 90 yüksek güvenlikli adli psikiyatri (YGAP) hasta yakını dahil edildi. Tüm katılımcılara sosyodemografik veri formu, Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ), Yetişkinler için Psikolojik Dayanıklılık Ölçeği (YPDÖ) ve Maslach Tükenmişlik Ölçeği (MTÖ) uygulandı.
BULGULAR: Bakım verenlerin BDÖ puanı 10,8±7,7, YPDÖ-total 99,8±12,5, MTÖ alt ölçeklerinden duygusal tükenmişlik puanı 22,5±3,4, duyarsızlaşma puanı 9,4±2,2, kişisel başarı puanı ise 16,8±5,4 olarak saptanmıştır. Bakım verenlerin bakım verme süresi ile BDÖ puanı arasında anlamlı ilişki görülmüştür (p<0,01). Ceza sorumluluğu olan hastaların bakım verenlerinin BDÖ puanı ceza sorumluluğu olmayanların bakım verenlerinin puanından yüksek olarak bulunmuştur (p< 0,01).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Adli psikiyatrik incelemeye tabi tutulmuş psikiyatri hastalarının bakımı ile ilgilenen kişilerde psikolojik dayanıklılık düzeyinin iyi olduğu bununla birlikte hafif düzeyde depresyon ve orta düzeyde tükenmişliğe sahip oldukları görüldü. Hasta yakınlarının ruhsal açıdan etkilenmiş olduğu ve gerekli psikososyal desteğin bakım veren kişiler için olumlu olabileceği görülmektedir.

9. 
Ekzojen obezite tanılı ergenlerin internet, akıllı telefon kullanım özellikleri ve psikopatolojiler açısından araştırılması
Investigation of adolescents diagnosed with exogenous obesity in terms of Internet, smartphone usage characteristics and psychopathologies
Gülnur Baş, Ömer Kardaş, Burcu Kardaş, Edip Ünal
doi: 10.5505/kpd.2023.64872  Sayfalar 209 - 218
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, ekzojen obezite tanılı ergenlerde komorbid psikopatolojilerin, internet/akıllı telefon bağımlılığının ve kullanım özelliklerinin araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya ekzojen obezite tanısı almış 12-18 yaş aralığında olan 48 obez olgu ile, obezitesi olmayan, sağlıklı 49 ergen alınmıştır. Komorbid psikopatolojiler “Okul Çağı Çocukları için Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam Boyu Şekli (K-SADS)” ile taranmıştır. Hasta ve kontrol grubuna Young İnternet Bağımlılığı Ölçeği (YİBÖ), Akıllı Telefon Bağımlılığı Ölçeği-Kısa Form (ATB-KF), Bağımlılık Profil İndeksi-İnternet Formu (BAPİNT); ebeveynlerine Atilla Turgay Çocuk ve Ergenlerde Davranım Bozuklukları için DSM IV’e Dayalı Tarama ve Değerlendirme Ölçeği uygulanmıştır.
BULGULAR: Çalışmamızın sonucunda; vaka grubunda ailede ruhsal hastalık ve obezite varlığı, internet ve akıllı telefon kullanım süreleri, ekran karşısında atıştırma ve sanal oyunlarda vakit geçirme anlamlı düzeyde fazla bulunmuştur (p<0,05). Ölçekler açısından bakıldığında YİBÖ, ATBÖ, BAPİNT ve Atilla Turgay Ölçeği puanları vaka grubunda anlamlı olarak daha yüksek olduğu saptanmıştır (p<0,05). K-SADS sonucunda ekzojen obezitesi mevcut ergenlerin kontrol grubu ile karşılaştırıldığında daha fazla psikiyatrik tanı aldığı görülmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamız obezitenin biyolojik yönünün yanı sıra yüksek oranda ruhsal sorunlarla da seyrettiğini göstermektedir. Obezite tedavisinin zorluğu, komplikasyonlarının fazlalığı düşünüldüğünde pediatrik obezitenin önlenmesi ve tedavisi amacıyla biyopsikososyal müdaheleler ve ruh sağlığı çalışanlarının dahil olduğu multidisipliner yaklaşımlar önem arz etmektedir.

DERLEME
10. 
Palyatif bakıma güncel bir bakış: Palyatif psikiyatri
A current overview of palliative care: Palliative psychiatry
Emel Erdeniz Güreş, Azize Atlı Özbaş
doi: 10.5505/kpd.2023.60252  Sayfalar 219 - 226
Palyatif psikiyatri, yaşamı tehdit eden ciddi ruhsal hastalıklar ile ilişkili fiziksel, zihinsel, sosyal ve ruhsal sorunlarla karşılaşıldığında, zamanında değerlendirme ve tedavi yoluyla acıların önlenmesine ve/veya hafifletilmesine çalışarak, hastaların ve ailelerinin yaşam kalitesini iyileştirmeyi hedefleyen bir yaklaşımdır. Ciddi ruhsal hastalığı olan bireylerin sağlık hizmetine erişimde dezavantajlı bir grup olmaları, genel nüfusla karşılaştırıldıklarında tedavi edilmesi güç fiziksel hastalıkların oranının bu popülasyonda oldukça yüksek olması ve fiziksel hastalıklarının daha geç teşhis edilip tedaviye uyumlarının daha zor olması bu özel grubun düşük yaşam kalitesi ile yaşamlarını sürdürmesi ve 15-20 yıl daha erken yaşta ölümü ile sonuçlanmaktadır. Bu durum ve ciddi ruhsal hastalıkların hem aile hem de topluma yükü göz önünde bulundurulduğunda, palyatif bakımına duyulan ihtiyaç açıkça görülmektedir. Ancak, psikiyatrik hastalığı olan bireylerin palyatif bakım ihtiyacı arka planda kalmış, ciddi ruhsal hastalığı olan bireylerin palyatif bakım ihtiyacının tartışma konusu olması yirmi birinci yüzyılın başlarında mümkün olabilmiştir. Bu çalışma ciddi ruhsal hastalığı olan bireylerin ülkemizdeki ve dünyadaki palyatif bakım hizmetlerinden yararlanma noktasında nerede olduğumuz konusunda farkındalık kazandırmak, hasta savunuculuğu rolü ön planda olan psikiyatri hemşirelerinin psikiyatrik palyatif bakımdaki rolüne dikkat çekmek amacıyla yazılmıştır. Psikiyatri hemşireleri, psikiyatrik palyatif bakım alanı ile ülkemizde ciddi bir boşluk olduğunun fark etmeli ve bu alanda çalışmalara ağırlık vermelidir.

OLGU SUNUMU
11. 
Sertralin ile tedavi edilen psikojenik disfoni: Bir olgu sunumu
A psychogenic dysphonia treated with sertraline: A case report
Doğancan Sönmez, Çiçek Hocaoğlu
doi: 10.5505/kpd.2023.61482  Sayfalar 227 - 231
Psikojenik disfoni (PD), yapısal olarak normal olan ses tellerinin uygun seslendirme işlevlerini yerine getirememesi durumudur. Yani normal ses organının uygunsuz veya yanlış kullanılması olarak tanımlanabilir. Psikojenik disfonilerin oluşumunda duygusal stresin rolü önemlidir. Teşhisi ve tedavisi zor olan konversif bir klinik durumdur. Literatürde psikojenik disfoni hastalarının tanı, değerlendirme ve tedavi yaklaşımları ile ilgili çeşitli çalışmalar bulunmaktadır. Psikojenik disfoni semptomları ve psikolojik faktörler karşılıklı olarak birbirini etkilediğinden, ses terapisi ve psikoterapi kombinasyonu sıklıkla birlikte kullanılır. Tedavide farmakoterapi ile ilgili sınırlı sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu olgu sunumunda sertralin tedavisine dramatik şekilde yanıt veren bir erkek psikojenik disfoni olgusunun literatür ışığında tartışılması amaçlanmıştır.

LookUs & Online Makale