REVIEW | |
1. | Psychopharmacological Treatment of Acute Mania Erkan Özcan Pages 5 - 13 Akut maninin tedavi edilmesi hasta, hastanın ailesi, tedaviyi üstlenmiş olan klinik ve toplum için acil bir tıbbi sorundur. Ancak akut atak tedavi edilirken gözönünde tutulması gereken ikinci önemli konu sürdürüm tedavisinin de gerekli olacağıdır. Bu durumda lityumun birinci seçenek ilaç olma özelliği sürmektedir. Akut dönemdeki antimanik etkililikleri bilinen valproat ve karba- mazepin, lityum ile birlikte duygudurum düzenleyicisi olarak kabul edilmektedir. Öteden beri manik atak tedavisinin klinik uygulamada vazgeçilmez ilaçları olan klasik antipsikotiklerle birlikte piyasaya ardarda çıkan atipik ya da yeni antipsikotiklerin kullanımı da giderek artmaktadır. Bunlara ek olarak birçok yeni bileşik, özellikle antikonvülzan özelliktekiler, antimanik olarak kullanılmaya adaydırlar. Treatment during an acute manic episode is essential not only for that period but also it bears so much importance for the sake of the patient, the family, the clinic involved with the treatment and even the society. The second issue is the necessity of maintenance treatment that is compulsory to follow the acute episode. Lithium is still the drug of choice. Other so-called mood stabilizers valproate and carbamazepine are also efficacious. Traditional antipsychotics are commonly used and atypical antipsychotics have also attracted great interest. Some novel anticonvulsants and other compounds are under investigation for this indication. |
RESEARCH ARTICLE | |
2. | The Association of Dexamethasone Suppression Test with Schizophrenia and Its Subtypes Murat Kuloğlu, Murad ATMACA, Ertan TEZCAN Pages 14 - 20 Şizofrenide nörobiyolojik çalışmalarda, öncelikle; hipotalamus- hipofiz-adrenal eksen olmak üzere nöroendokrin sistem üzerinde yoğun şekilde durulmaktadır. Çalışmamızda bu sistemin önemli bir göstergesi olan deksametazon supresyon testinin (DST) kronik şizofren hastalarda duyarlılığının ve hu duyarlılığın şizofreni alttipleriyle ilişkisinin belirlenmesi amaçlandı. Çalışma ve kontrol gruplarını Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği ve Elazığ Ruh Sağlığı ve Flastalıkları Hastanesi'nde yatarak tedavi gören ve DSM-lV'e göre kronik şizofreni tanı ölçütlerini karşılayan 40 hasta (çalışma grubu) ve psikiyatrik tanı ve tedavi almayan 40 sağlıklı birey (kontrol grubu) oluşturdu. Hastalara; Negatif ve Pozitif Bulguları Değerlendirme Ölçekleri ve Hamilton Depresyon Ölçeği ve DST, kontrol grubuna da DST uygulandı. Kontrol grubundaki bütün deneklerde DST sonrası baskılanma gözlenirken, i 6 şizofren hastada (%40) hastalanmama gözlendi. Negatif belirtilerin baskın olduğu 22 hastanın 15'inde (%68.1), pozitif belirtilerin baskın olduğu 18 hastanın birinde (%5.5), ayrışmamış tip kronik şizofreni tanısı alan 11 hastanın, 8'inde (%72.7) DST sonrası baskılanmama belirlendi. Şizofren hastalarda sağlıklı kontrollere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede farklı DST sonrası hastalanmamanın, özellikle de negatif belirtilerle ve ayrışmamış tip şizofrenide görülmesi, DSTnin şizofrenideki psikotik görüngüsel özellikler ve şizofreni alttipleriyle ilişkisi bağlamında biyolojik bir gösterge olabileceğini düşündürdü. It has been focused on strongly neuroendocrinologic system especially hypothalamus-hypophysis-adrenal (HPA) axis about neuro- biological studies related to schizophrenia. The aim of our study was to determine the sensitivity of DST, an important indicator of HPA axis, and its association with schizophrenic subtypes. The study and control group included 40 patients (study group) who had applied to Psychiatry Department of Fırat University Medicine Faculty and Elazığ Mental Health Hospital and diagnosed as schizophrenia according to DSM-IV and 40 healthy subjects (control group) who had not psychiatric diagnosis and treatment. The Scales for the Assessment of Negative and Positive Symptoms and Hamilton Depression Rating Scale were performed to patients and DST to both groups. All control subjects exhibited DST suppression, as if it was observed nonsuppression in 16 schizophrenic patients (40%). DST nonsuppression was seen in 15 of 22 patients (68.1%) with negative symptoms and one of 18 patients (5.5%) with positive symptoms. Interestingly, DST nonsuppression was observed in 8 of 11 undifferentiated schizophrenic patients (72.7%). The observation of statistically significant high proportion of DST nonsuppression in schizophrenic patients, especially in patients with negative symptoms and undifferentiated subtype, suggests that it might be a biological indicator in schizophrenia basis on psychotic phenomenological features and schizophrenic subtypes. |
REVIEW | |
3. | The Neurobiology of Violence and Aggression Ercan ABAY, Cengiz TUĞLU Pages 21 - 26 Şiddet ve agresyonun kökeni hakkında çok sayıda araştırma ve kuram vardır. Sosyal öğrenme, psikanalitik ve biyolojik kuramlar bunlar arasındadır. Son yıllarda biyolojik alandaki bilgi birikimi önemli derecede artmıştır. Bu nedenle şiddet davranışını ve biyolojik belirleyicilerini ele almayı amaçladık. Nörotransmiter regülasyonunu, moleküler genetik araştırmaları ve yeni görüntüleme yöntemlerinin işlevsel anatomiye katkılarını gözden geçirdik. Bunlara ek olarak şiddet ile özkıyım davranışının nörobiyolojisi arasındaki benzerlikleri de değerlendirdik. There are many theories and studies about violence and aggression, including social-learning theory, psychoanalytic theory and biologic theory. Recently, the importance of biologic theory is increasing. Our aim was to analyse the violent behaviour and its biologic determinants, therefore we reviewed the effects of neurotransmitter regulation, molecular studies, and functional anatomy by new imaging techniques. Also, we assessed the similarities between the violence and suicidal behaviour. |
RESEARCH ARTICLE | |
4. | Schizophrenia and Gender: Age At Onset and Sociodemographic Attributes Hatice GÜZ Pages 27 - 33 Bu çalışmada, DSM-IV tam kriterlerine göre şizofreni tanısı alan 1 60 hastada (95'i erkek, 65'i kadın) başlangıç yaşı ve sosyodemografik özelliklerin cinsiyete göre farklılıkları araştırılmıştır. Erkek hastalarda başlangıç yaşının kadın hastalardan daha erken olduğu bulunmuştur. Ayrıca meslek gruplan açısından cinsiyete bağlı farklılıklar gösterdiği saptanmıştır. Diğer sosyodemografik değişkenler açısından ise, cinsiyetler arasında anlamlı bir farklılık olmadığı görülmüştür. In this study, 160 patients (95 males, 65 females) who met the DSM-IV criteria for diagnosis of schizophrenia were studied to determine gender differences in age at onset of the illness and sociodemographic attributes. Male patients had a significantly earlier age of onset then females. However work status which were significant differences related for gender. Other variable were no significant differences between the gender. |
REVIEW | |
5. | A Transcultural Perspective to the Disease and Health Concepts in the Anatolian Culture Cengiz Güleç Pages 34 - 39 Kuşaklar boyunca insan toplulukları çok çeşitli sağlık sorunlarıyla karşılaşmışlar ve çözüm yollan bulmaya çalışmışlardır. Geleneksel kültürlerde hastalıklar mistik nedensellik, animistik nedensellik ve majik (büyüsel) nedensellik kuramları ile açıklanmıştır. Bu yazıda bu kuramlarla ilgili açıklamalann yanısıra Anadolu halk hekimliği sağlık ve hastalık kavramları üzerine yapılan araştırma sonuçlarına da yer verilmiştir. Throughout generations communities have been faced with lots of health problems and have tried to find solutions to them. In traditional cultures diseases had been tried to be explained with phenomenons such as mistic causality, animistic causality, and magic causality, In this paper beside these explanations, studies on health and disease concepts in Anatolian community healing take place. |
RESEARCH ARTICLE | |
6. | Assessment of the Relationship Between Personality and Psychiatric Symptoms and Substance Abuse in the Female University Students Hasan Herken, Said Bodur, Fatih Kara Pages 40 - 45 Madde kullanımı ile kişilik özellikleri ve psikiyatrik belirtiler arasında ilişkinin bulunduğu ve bu ilişkide cinsiyet farklılığının etkili olduğu öne sürülmektedir. Çalışmada, bu ilişkinin belirlenmesi amaçlandı. Araştırmanın evrenini Selçuk Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesı’nde öğrenim gören kızlar oluşturdu. Sınıf bazında rastgele yöntemle örneklemi oluşturan kız öğrencilere Hacettepe Kişilik Envanteri (HKE), Belirti Tarama Listesi (BTL) ile sigara, alkol, ilaç kullanımı ve sosyodemografık özelliklerin sorgulandığı formlar uygulandı. Sigara, alkol, ilaç veya bunlardan herhangi birini kullanıyor olmakla HKE ve BTL'nin genel ve alt ölçekleri arasındaki ilişki incelendi. Kız öğrencilerde madde kullanımı ile HKEnin sosyal ilişkiler, nevrotik eğilim, psikotik belirti puanları ve BTL'nin paranoid belirti puanı arasında ilişki bulundu. Çalışmada sigara kullanan üniversiteli kız öğrencilerin sosyal ilişkilerinin iyi, laşilerarası duyarlılıklarının bozuk olduğu, alkol ve ilaç kullanan kız öğrencilerin ise sosyal ilişkiler ve laşilerarası duyarlılık puanlarının değişmediği saptandı. Bulgulara göre kızlarda sigara kullanımının daha çok sosyal ilişkilerin iyiliği ile alkol kullanımının ise ağırlıklı olarak kişilik özellikleri ve ruhsal durum ile ilişkili olduğu söylenebilir. There is evidence that a relationship exists between personality and psychiatric symptoms and substance abuse, and gender difference is efficacious in this relationship. In this study, we aimed to determine whether there is a relationship between substance abuse and personality trait, and psychiatric symptoms in the female university students. For this purpose, Hacettepe Personality Inventory (HPI), Symptom Checklist 90-R (SCL) and a questionnaire about the cigarette and alcohol use as well as drug abuse were applied to female students in the Job Education Faculty, University of Selçuk, Konya. An association between cigarette smoking, alcohol use and drug abuse of the subjects, and general and subscales of HPI and SCL, was investigated. There were several sorts of relationship between one of the existing aforementioned habits and HPI social connection, neurotic tendencies and psychotic symptoms and paranoid symptom points of SCL. It was found that the female university students the had precise social relations whereas they were not good at in their inter-personel sensitivity. On the other hand both social relations and inter-personel sensitivity of the students who were used to take alcohol or drug, remained unchanged. According to data, it was found that smoking was related with social connections, but alcohol usage was related with personality and psychiatric symptoms. |
REVIEW | |
7. | Biology of Obsessive-Compulsive Disorder Ertuğrul EŞEL Pages 46 - 55 Önceleri daha çok psikolojik etiyolojiye sahip bir hastalık olduğu düşünülen obsesif kompulsif bozukluğun nörobiyolojisi ile ilgili araştırmalar son yıllarda giderek artmış ve önemli bulgular ortaya konmuştur. Fonksiyonel ve yapısal beyin görüntüleme çalışmaları hastalıkta orbitofrontal-limbik-bazal gangliyon- talamik halkadaki işlev bozukluğuna işaret ederken, nörofar- makolojik çalışmalar hastalığın patofızyolojisinde serotonerjik sistemdeki anormalliklerin önemli olduğunu düşündürmektedir. In recent years, the number of investigations related to neurobiology of obsessive-compulsive disorder, which is formerly considered to have psychological aetiology, have increased and some important findings have been revealed. While functional and structural brain imaging studies have disclosed a dysfunction in the orbitofrontal-limbic-basal ganglia-thalamic circuit, neu- ropharmacologic studies have suggested that an abnormality of serotonergic system is important in the pathophysiology of the disorder. |
RESEARCH ARTICLE | |
8. | Personality Characteristics in Patients with Acne Vulgaris Yarkın Özcan, Hamdi Özcan, Süheyla Ünal Pages 56 - 60 Akne vulgaris gelişiminde kişilik özelliklerinin rol oynayıp oynamadığı hakkında görüş birliği yoktur. Akne vulgarisli hastalar sinirli karakterde ve emosyonel bozukluklara yatkın kişiler olarak tanımlanmaktadırlar. Akne vulgaris ile kişilik özellikleri arasında ilişki olup olmadığının belirlenmesinin amaçlandığı bu çalışmaya, akne vulgarisli 54 olgu ve 43 sağlıklı gönüllü dahil edildi. Akneli hastalar hastalıklarının şiddetine göre dört gruba ayrıldı. Tüm gruplara kişilerin kişilik özellikleri, anksiyete ve depresyon ölçümlerini belirlemek için Eysenck kişilik envanteri (EKE), klinik anksiyete skorlaması (CAS) ve Montgomery ve Asberg depresyon oranı skalası (MADRS) uygulandı. Nevrotiklik ve dışa dönüklük ölçümleri akneli grup ile kontrol grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark vardı. Hasta ve kontrol grubunun CAS ve MADRS değerleri arasında anlamlı fark belirlenemedi. Akneli hastalar hastalık şiddeti açısından kendi içlerinde karşılaştırıldığında EKE, CAS ve MADRS ölçümleri arasında anlamlı fark görülmedi. Sonuç olarak; akne ile yüksek nörosite, düşük dışadönüklük skorları arasında bir ilişki olduğu saptandı. There is no consensus regarding the role of personality in the development of the acne vulgaris. Cases with acne vulgaris have been described as unstable, having nervous make-up, and prone to emotional disturbance. In this study, we aimed to investigate whether there is association between acne vulgaris and personality. For this purpose, 54 patients with acne vulgaris and 43 healthy volunteers were enrolled and divided into four groups according to the disease severity (Group I to IV). Eysenck Personality Questionnaire (EPQ), Clinical Anxiety Scale (CAS), Montgomery and Asberg Depression Rate Scale (MADRS) were used to determine personality, anxiety and depression scores of the groups. There was a statistically significant difference on neurosis and extroversion scores. There was not significant difference between the patient with acne group and the control group in terms of CAS and MADRS scales. The EPQ, CAS, MADRS scores were not significantly different between the four groups of acne patients. In conclusion, there was a correlation between acne, severity of neurosis and the degree of extroversion. |
9. | Investigation of Personality Profiles of Mountaineer: The Brief Symptom Inventory Mümtaz MAZICIOĞLU, Mustafa Baştürk, Fevziye ÇETİNKAYA Pages 61 - 66 Yüksek irtifada oksijen saturasyonu düşüklüğüne bağlı olarak birtakım nöropsildyatrik değişiklikler olduğu bilinmektedir. Bunun bir göstergesi davranış değişiklikleri olup, kişiliği değiştirebilmektedir. Bu çalışma; dağcılığa yönelmede kişilik özelliklerinin rolü ve yüksek irtifanm bu özelliklerde ortaya çıkarabileceği muhtemel değişikliklerin belirlenmesi amacıyla planlanmıştır. Kayseri Hacılar dağcılık kulübü tarafından düzenlenen Erciyes dağı zirve tırmanışına katılmak üzere farklı bölgelerden gelen 29 kişilik dağcı grubu Kısa Semptom Envanteri kullanılarak kişilik özellikleri yönünden değerlendirildi. Elde edilen sonuçlar dağcılar; yaş grubu, sigara kullanımı, alkol kullanımı ve meslekleri bakımından benzer özellikte randomize seçilen kontrol grubu ile karşılaştırıldı. Çalışma grubumuzla kontrol grupları arasında sürekli yaşadıkları irtifa, yaşlan, sigara, alkol kullanımı ve meslekleri açısından belirgin farklılık gözlenmedi. Kısa Semptom Envanteri alt ölçeklerinden; anksiyete, obsesif kompulsif bozukluk ve somatizasyon açısından iki grup arasında önemli bir farklılık saptanmazken; depresyon, fobik anksiyete, hostilite, kişiler arası ilişkilerde duyarlılık, paranoid düşünceler, psikotizm alt ölçekleri ile üç global indeksten; semptom rahatsızlık indeksi ve rahatsızlık ciddiyeti indekslerinde dağcılarda belirgin şekilde yüksek skorlar elde edildi. Yüksek irtifada gözlenen kişilik özelliklerinin normal popu- lasyondan farklılık gösterdiği ortaya konmakla beraber bu farklılığın ne kadarının yüksek irtifaya bağlı değişiklikler, ne kadarının kalıcı kişilik özellikleri olduğu tırmanış öncesi Kısa Semptom Envanteri uygulanamaması nedeniyle ayırt edilememiştir. Yapılan çalışmalar yüksek irtifada oksijen saturas- yonunun düşmesine bağlı oluşan beyin hipoksisi sonucunda nöropsildyatrik değişikliklerin oluşabildiğini ve bunların kısa süre sonra kaybolabildiğim veya bir kısmının uzun süre kalabildiğini göstermiştir. Buradan hareketle dağcılarda görülen davranış değişikliklerinin "akut organik kişilik sendromu" olarak kabul edilebileceğini ve bunun geçici ya da sürekli olabileceğini düşündürmüştür. Bulgularımız; yüksek irtifada oluşan organik değişiklikler veya dağcıların temel kişilik özellikleri ile bağlantılı olarak kısa Semptom Envanterlerinde dağcı olmayanlara göre farklılıklar olduğunu ortaya koymuştur. It's known that some neuropsyhciatric alterations occuring at high altitude depends on the decrease in Oxygen saturation. Behavioural alterations being an indicator of neuropsyhciatric alterations can change the personality. This study is planned to detect the role of characteristics of personality tending to direct to alpinism and probable effects of high altitude on these changes. By using Brief Symptom Inventory, a group of alpinist consisting of 29 person attending to Mount Erciyes summit climb from different locations organised by Kayseri Hacılar alpinism club, eva- |