ISSN 1302-0099 | e-ISSN 2146-7153
KLİNİK PSİKİYATRİ DERGİSİ - J Clin Psy: 23 (4)
Cilt: 23  Sayı: 4 - 2020
EDITÖRDEN
1.
Yayıncılığın arka planı: “Etik” mümkün mü?
The background of publishing: Is ethics possible?
Mehmet Yumru
doi: 10.5505/kpd.2020.89166  Sayfalar 390 - 391
Makale Özeti |Türkçe PDF

ARAŞTIRMA MAKALESI
2.
İlk defa otizm spektrum bozukluğu tanısı alan çocuklarda ekran kullanım özellikleri ve ebeveynlerin erken dönem endişeleri (eng)
Screen time characteristics and early-term parental concerns of children newly diagnosed with autism spectrum disorder (eng)
Murat Eyüboğlu, Damla Eyüboğlu
doi: 10.5505/kpd.2020.23245  Sayfalar 392 - 401
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, ilk defa Otizm Spektrum Bozukluğu (OSB) tanısı alan çocukların ekran kullanım özelliklerini ve ebeveynlerin bu çocuklarıyla ilgili ilk endişelerinin zamanı ve içeriğini araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 57 OSB’li çocuk ve 63 sağlıklı gelişim gösteren çocuk alındı. Ebeveynlerin başvuru sırasındaki endişeleri ve çocukların elektronik alet kullanımı ile ilgili bilgiler ailelerden alındı. Çocukluk Otizmi Derecelendirme Ölçeği ve Otizm Davranış Kontrol Listesi klinisyen tarafından otizm belirtilerini değerlendirmek için uygulandı. Ayrıca çocukların genel gelişim düzeylerini saptamak amacıyla Ankara Gelişim ve Tarama Envanteri uygulandı.
BULGULAR: OSB genellikle 36. ayda teşhis edildi ve bu çocukların ebeveynlerinin resmi tanı konmadan 14 ay önce çocuklarının gelişimsel özellikleri ile ilgili yolunda gitmeyen bir şey olduğundan şüphe ettiği belirlendi. OSB’li çocukların elektronik alet kullanım yaşı daha küçük ve ekran kullanım süresi de daha yüksekti. Ayrıca en sık iletişim sorunları nedeniyle ailelerin klinisyene yönlendirildiği saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bulgularımız OSB’li çocukların sorunlu elektronik kullanımına daha yatkın olabileceğini göstermektedir. Elektronik aletlerin daha erken yaşta kullanılmaya başlanması sosyo-duygusal süreçleri olumsuz etkileyebilir. Klinisyenler bu çocuklarda ekran kullanımı özelliklerini değerlendirmelidirler. Son olarak, ebeveynlerin OSB’nin erken tanınması için endişelerini klinisyenlere bildirmeleri konusunda teşvik edilmesi oldukça önemlidir.
INTRODUCTION: Aim of this study was to explore the screen characteristics of children who have been newly diagnosed with Autism Spectrum Disorder (ASD) and context of initial concerns of parents at the time of the first diagnosis.
METHODS: Fifty-seven ASD and 63 typically developing children were included. Data retrieved from families such as concerns at the time of referal and characteristics that comprised use of electronics were recorded. The Childhood Autism Rating Scale and Autism Behavior Checklist was administered by the clinician to evaluate the symptom severity of ASD. Furthermore, the Ankara Development and Screening Inventory were applied to the children to evaluate the general developmental level.
RESULTS: ASD was generally diagnosed around 36th month and parents of these children were found to have suspected of something going wrong regarding developmental characteristics of their children approximately 14 months prior formal diagnosis. Age at index use of electronics was smaller and screen time was higher in children with ASD. It has also been found that families most frequently were referred to the clinician due to problems in communication.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Our findings suggest children with ASD might be more prone to problematic use of electronics. Smaller index age for initiating use of electronic devices might predominantly affect socioemotional processes negatively. The clinicians should evaluate screen characteristics in these children. Lastly, It is important to encourage parents to report concerns to clinicians for early detection of ASD.

3.
Hastanede yatarak tedavi gören çocuklar: Psikososyal uyumu etkileyen faktörler üzerine bir araştırma (tur)
Hospitalized children: A study on the factors affecting psychosocial adjustment (tur)
Bürge Kabukçu Başay, Ömer Basay, Atacenk Ürüt, Berkay Hasmercan, Melisa Uysal, Beyzanur Eren Usul
doi: 10.5505/kpd.2020.80958  Sayfalar 402 - 413
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızın amacı hastanede çeşitli nedenlerle yatarak tedavi görmekte olan çocukların psikososyal güçlüklerinin, çocukla ilgili, ailesel-çevresel ve hastalık-tedavi ile ilgili nedenlerle ilişkisinin araştırılmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Şubat 2018-Mayıs 2019 tarihleri arasında bir Üniversite Hastanesi yataklı servislerinde yatmakta olan 6-12 yaş arası çocukların (n=171; 92 kız, 79 erkek; yaş ortalaması=9.26±2.17) yanında refakat eden bakım verenleri ile görüşme yapılarak çalışma için oluşturulmuş olan “Bilgi Formu” ve “Hastanede Yatan Çocuklar İçin Psikososyal Semptomları Tanılama Ölçeği” doldurulmuştur. Ölçeğin 5 alt boyutu üzerinden çocukların yaşadığı anksiyete, umutsuzluk, iletişim güçlüğü, öfke-saldırganlık, regresyon ve toplam psikososyal güçlük puanları değerlendirilmiş; bu güçlüklerin çocuk, aile-çevre ve hastalık-tedavi ilişkili parametrelerle ilişkisi incelenmiştir.
BULGULAR: Küçük yaşta olma, düşük anne eğitimi, ailenin algıladığı sosyal desteğin düşük olması, uzun yatış süresi ve tedavi sürecindeki girişimsel işlemler psikososyal uyumun bozulması ile ilişkili bulunmuştur (p<.05). Kız çocukları erkeklere göre daha fazla regresyon göstermiştir (z=-2.269; p=.023*). Kırsal alanda ikamet eden ve hastaneye il dışından gelen çocuklarda iletişim güçlükleri daha fazladır (p<.05). Baba eğitimi, ailenin gelir durumu, ameliyat geçirmiş olma öyküsü ve kronik/akut hastalığa sahip olma istatistiksel olarak anlamlı farklılık oluşturmamıştır (p>.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yatarak tedavi sürecinde uyum güçlükleri açısından daha riskli olan çocukların farkında olmak, onların psikososyal uyumlarını artırmaya yönelik destekleyici ve koruyucu önlemleri almak önemlidir.
INTRODUCTION: The aim of our study is to investigate the relationship between the psychosocial difficulties of children who were hospitalized for various reasons, with child-related, familial, environmental and disease/treatment-related factors.
METHODS: Between February 2018-May 2019 the caregivers of 6-12 years old children (n=171; 92 girls, 79 males; mean age= 9.26± 2.17) who were treated in the inpatient services of a University Hospital were interviewed and an “Information form” constructed for the present study and “Psychosocial Symptom Diagnosis Scale for Inpatient Children” were filled. The anxiety, hopelessness, communication difficulties, anger-aggression, regression and total psychosocial difficulties of the children were evaluated over 5 sub-dimensions with the total scale score; the effects of child, family-environment and disease-treatment related parameters on psychosocial difficulties were assessed.
RESULTS: Younger ages, low maternal education, low perceived social support of the family, long hospital stay and invasive procedures in the treatment were associated with impaired psychosocial adjustment (p<.05). Girls showed more regression than boys (z=-2.269; p=.023*). Children who were living in rural areas and came to the hospital from outside the province were more likely to have communication difficulties (p<.05). Father's education, family income, history of having surgery, and having chronic/acute illness did not account for a statistically significant difference (p>.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: It is important to be aware of children who are at greater risk for adjustment difficulties during inpatient treatment. We should be sensitive and take supportive and protective measures to improve their psychosocial compliance.

4.
Bipolar bozukluklu olgularda farklı atak dönemlerinde inflamasyon ve lipit parametreleri (eng)
Inflammatory parameters and blood lipid values across the different mood states in patients with bipolar disorder (eng)
Okan Ekinci, Aslı Erkan Ekinci
doi: 10.5505/kpd.2020.98216  Sayfalar 414 - 422
GİRİŞ ve AMAÇ: Güncel çalışmalar bipolar bozuklukta immün düzenlemede bozulma ve inflamatuvar anormalliğin rolüne işaret ederler. Bununla birlikte bipolar bozuklukla C reaktif Protein (CRP), nötrofil lenfosit oranı, platelet lenfosit oranı (PLR) ve monosit lenfosit oranı (MLR) gibi inflamasyon belirteçlerinin ilişkisini bildiren az sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı bipolar bozukluğun farklı evrelerinde ve sağlıklı bireylerde inflamasyon ve lipid değerlerini karşılaştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Geriye dönük gözlemsel bu çalışma 1 Kasım 2017 ile 1 Kasım 2019 arasında Uşak Üniversite Hastanesi psikiyatri bölümüne başvuran mani, depresif, karma atakta veya remisyondaki bipolar bozukluklu olgularla gerçekleştirildi. Tam kan sayımı parametreleri, CRP ve lipit değerleri hastanenin elektronik kayıt sisteminden elde edildi.
BULGULAR: Depresif ve karma ataktaki bipolar olguların daha yüksek CRP düzeylerine ve manik dönemdeki olguların daha yüksek MLR düzeylerine sahip olduklarını bulduk. PLR ve MPV değerleri açısından gruplar arasında farklılık yoktu. Lipid düzeylerinde ise remisyondaki bipolar olgular tüm gruplardan daha yüksek total kolesterol, LDL, Trigliserid ve VLDL değerlerine sahipti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamız bipolar bozuklukla lipid metabolizması ve inflamasyon arasında bir ilişkiye işaret etmektedir. CRP bipolar depresif ve karma epizodların, MLR ise manik epizodun potansiyel bir biyolojik belirteci olabilir. Ayrıca bulgularımız remisyon ve karma dönemlerde lipid metabolizmasının bozulduğunu ve bu durumun tedavide gözönünde bulundurulması gerektiğini de öne sürmektedir. Bipolar bozukluğun farklı evrelerinde inflamasyon ve lipid metabolizmasının kesin rolünü saptamak için ileriye dönük çalışmalara ihtiyaç vardır.
INTRODUCTION: Recent studies indicate the role of impairment in immune regulation and inflammatory abnormality in Bipolar Disorder (BD). However, there is a limited study reported the relationship of inflammation markers such as CRP, neutrophil-lymphocyte ratio (NLR), platelet lymphocyte ratio (PLR), and monocyte lymphocyte ratio (MLR) with bipolar disorder. This study aims to compare these inflammatory markers and lipid values in different states of BD and healthy controls.
METHODS: A retrospective observational study was carried out on a sample of patient admissions to the Department of Psychiatry of Usak University Hospital between November 1, 2017, and November 1, 2019, with a diagnosis of bipolar disorder in mania, depression, mixed episode, and remission. Data about Complete blood count, C Reactive Protein (CRP), and lipid values were retrieved from the electronic medical records of patients at Usak University Hospital.
RESULTS: We found that patients with BD in depressive and mixed states had higher levels of CRP, and patients with BD in manic states had higher levels of MLR than other groups. There was no statistically significant difference at PLR and MPV values between groups. In terms of lipid levels, remitted bipolar patients had significantly higher Total Chol, TG, LDL, and VLDL levels than other patient groups and controls.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The present study suggests a close relationship between bipolar disorder, lipid metabolism and inflammation process. CRP may serve as a possible biomarker of mixed and depressive episodes of BD, while MLR may serve as a potential state biomarker of the manic episode. Our findings also claim that patients with BD experience impairment in lipid metabolism during remission and mixed episode and that this should be taken into account in the treatment management. Future prospective studies are needed to determine the exact role of inflammation and lipid metabolism on the different states of bipolar disorders.



5.
Türkiye- Suriye sınırındaki Kilis’te füze saldırıları sonrası anksiyete, depresyon ve stres tepkisi düzeyleri (tur)
Levels of anxiety, depression and stress response after missile attacks in Kilis in Turkey-Syria border (tur)
Musa Şahpolat, Duygu Ayar
doi: 10.5505/kpd.2020.26213  Sayfalar 423 - 429
GİRİŞ ve AMAÇ: Terör saldırıları hedef toplumda ağır sosyal, ekonomik, siyasal ve psikolojik sonuçlara neden olarak temelde bireysel yaşamı olumsuz etkileyen eylem biçimidir. Bu çalışmanın amacı Suriye’deki savaş nedeniyle Ocak 2016 yılında başlayan ve yaklaşık altı ay kadar süren Türkiye-Suriye sınırında yer alan Kilis’e fırlatılan füzeler sonrası meydana gelen o bölgede yaşayan kişilerde saldırıların bitiminden itibaren altıncı aydaki anksiyete, depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) oranlarını belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmaya saldırıların bitiminden itibaren altıncı ayda saldırıların olduğu dönemde bölgede yaşayan olaylara maruz kalan 80 kişi örneklem grubu ve saldırılar döneminde bölgede yaşamayan 80 sağlıklı gönüllü kişi kontrol grubu olmak üzere toplam 160 kişi alınmıştır. Tüm katılımcılara klinisyen eşliğinde DSM-IV I. Eksen İçin Yapılandırılmış Klinik Görüşme (SCID-I), Beck Depresyon Ölçeği, Travma Sonrası Stres Bozukluğu Soru Listesi-Sivil Versiyonu, Durumluk-Sürekli Anksiyete Ölçeği ve Sosyodemografik Bilgi Formu uygulanmıştır.
BULGULAR: İki grup arasında yaş, cinsiyet ve demografik etkenler açısından anlamlı bir fark saptanmamıştır. Örneklem grubunun anksiyete, depresyon ve TSSB oranları kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur. Yaş, cinsiyet, medeni durum, gelir düzeyi ile depresyon ve TSSB arasında bir ilişki saptanmamıştır. Depresyon ve TSSB tanısı alanların eğitim düzeylerinin daha yüksek seviyede olduğu belirlenmiştir. Ayrıca daha önce psikiyatrik tedavi alanlarda ve saldırılarda yakın kaybı yaşayanlarda depresyon ve TSSB tanısı istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma terörist saldırılara maruz kalan bireylerde yüksek oranda TSSB görüldüğüne dair bilgileri desteklemektedir. Bu tür saldırıların ruhsal sonuçlarını ortaya koyacak daha geniş örneklemli ve uzun vadeli çalışmalar yapılmalıdır.
INTRODUCTION: Terrorist attacks are a form of action that negatively affect an individual's life by causing heavy social, economic, political and psychological consequences in the society. This study aimed to determine the rates of anxiety, depression and post-traumatic stress disorder (PTSD) in the sixth month after the end of missile attacks that started in January 2016 in Kilis near Turkish-Syrian border due to the Syria war and lasted about six months.
METHODS: This study contained a total of 160 participants, including 80 individuals who lived in this region in the sixth month after the end of missile attacks and were exposed to events and 80 healthy volunteers who did not live in this region during missile attacks. The Structured Clinical Interview for DSM-IV Axis I Disorders (SCID-I), Beck Depression Inventory, Post-Traumatic Stress Disorder Checklist-Civilian Version (PCL-C), State-Trait Anxiety Inventory and Sociodemographic Information Form was administered to all participants under the guidance of a clinician.
RESULTS: There was no significant difference between the two groups in terms of demographic factors. The rates of anxiety, depression and PTSD were found significantly higher in individuals exposed to missile attacks compared to healthy controls. There was no significant relationship between age, gender, marital status, income level and depression-PTSD. It was determined that individuals diagnosed with depression and PTSD had higher education level. In addition, the diagnosis of depression and PTSD was found to be significantly higher in individuals who previously received psychiatric treatment and who lost their relatives due to missile attacks.
DISCUSSION AND CONCLUSION: This study supports the information that individuals who are exposed to terrorist attacks have a high rate of PTSD. Large sample size and long-term studies should be done to reveal the mental consequences of such attacks.

6.
Madde kullanıcılarında intihar girişimi: Agresyon ve çoklu madde kullanımının etkileşimi intihar girişiminde etkili midir? (eng)
Suicide attempt among substance users: Do aggression and polysubstance use have an interaction effect on suicide attempt? (eng)
Tugba Gorgulu
doi: 10.5505/kpd.2020.56887  Sayfalar 430 - 437
GİRİŞ ve AMAÇ: Madde kullanımı olan bireylerde intihar girişimi genel nüfusa göre daha yüksektir. Bu bireylerde intihar girişimine neden olan birçok risk faktörü vardır. Çoklu madde kullanımı ve agresyon bu risk faktörler arasında en önde gelenleridir. Ancak madde kullanımı olan bireylerde agresyon ve çoklu madde kullanımının, ayrıca bu iki faktörün etkileşiminin intihar girişimi üzerindeki etkisi açık değildir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada sosyo-demografik bilgi formu ve agresyonu ölçmek için kullanılan Düşmanlık Ölçeği’ni dolduran 257 madde kullanıcısıyla çalışılmıştır. Yaşam boyu intihar girişimi girişimi “Hiç kendinizi öldürmeye çalıştınız mı ya da hiç intihar girişiminde bulundunuz mu? sorusuyla, çoklu madde kullanımı ise “Kaç adet madde kullanıyorsunuz?” sorusuyla ölçülmüştür.
BULGULAR: İntihar girişiminin yordayıcı değişkenlerini bulmak için lojistik regresyon analizi yapılmıştır. Analiz sonuçlarına göre, intihar girişiminin en önemli değişkenlerinin çocukluk ve adolesan döneminde madde kullanımı olan arkadaşları olması, ailede madde kullanım davranışı olması, çoklu madde kullanımı ve agresyon olduğu bulunmuştur. Ancak çoklu madde kullanımı ve agresyon etkileşiminin intihar girişimi üzerinde anlamlı bir etkisi olmadığı görülmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çoklu madde kullanımı ve agresyon intihar girişimi için önemli risk faktörleridir. Bu nedenle madde kullanıcılarıyla öfke kontrol çalışmalarının da yapılması intihar girişimlerinin önlenmesi için önemli olduğu düşünülmektedir.
INTRODUCTION: Suicide attempt is more common among substance users than general population. There are several risk factors effect suicide attempt among substance users. Polysubstance use and aggression are the most two important risk factors for suicide attempt. However, it is unclear how aggression and polysubstance use, and their interaction are associated with suicide attempts among substance users.
METHODS: It was studied with 257 participants who completed the socio-demographic form (including substance use and suicide attempt history) and Hostility Scale to assess the aggression. Lifetime suicide attempt was assessed by the question as “Have you ever tried to kill yourself or have you ever attempt suicide?” Polysubstance use was assessed by the question “How many drug do you use?
RESULTS: To find the predictive variable of suicide attempts logistic regression analysis was conducted. The analysis indicate that the best predictors of suicide attempt was having friends with substance use behavior in childhood of adolescent period, having substance users in family members, polysubstance use and aggression; but there was no a significant interaction between polysubstance use and aggression on suicide attempt.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It is clear that aggression and polysubstance use are important risk factors for suicide attempts. For this reason, it is recommended that anger management based studies should be carry out to prevent suicidal behavior among substance users.

7.
Oyun dönemindeki çocukların davranış sorunları ile izledikleri çizgi filmler arasındaki ilişki (tur)
The relationship between preschool children’s behavioral problems and cartoons they watch (tur)
Ezgi Güneş, Ali Dayi, Mehmet Çolak, Özlem Şireli Bingöl
doi: 10.5505/kpd.2020.55798  Sayfalar 438 - 445
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, oyun dönemindeki çocuklarda görülen davranış sorunlarının cinsiyet, ebeveyn eğitim düzeyi gibi sosyodemografik değişkenler ve çizgi film izleme davranışı ile ilişkisini incelemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya yaş aralığı 4-6 olan 133 çocuk ve anneleri alınmıştır. Annelere Sosyodemografik Veri Formu, Çocuk Bilgi Formu (ÇBF), Güçler ve Güçlükler Anketi (GGA), çocuklara ÇBF uygulanmıştır. ÇBF ile çocukların haftalık çizgi film izleme süresi ve hangi tür çizgi film izlediği sorgulanmıştır. İzlenen çizgi film türleri; yararlı çizgi filmler, ne yararlı ne zararlı ve zararlı çizgi filmler olarak üç gruba ayrılarak değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Çalışmamızın sonuçlarına göre, kız çocuklarının GGA ile değerlendirilen sosyal davranış puanlarının erkek çocuklarına göre yüksek olduğu, çocukların anne- baba eğitim düzeyi ve haftalık izlediği çizgi film süresine göre GGA puanları arasında anlamlı fark olmadığı saptanmıştır. Zararlı çizgi film izleyen çocuklarda ne yararlı ne zararlı ve yararlı çizgi film izleyenlere göre GGA ile değerlendirilen duygusal semptomlar, davranış sorunları, dikkat eksikliği ve aşırı hareketlilik, akran sorunları düzeylerinin anlamlı olarak yüksek olduğu, sosyal davranış düzeylerinin düşük olduğu belirlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çizgi filmler ile çocukların davranış sorunları arasındaki nedensel ve zamansal ilişkilerin belirlenmesi amacıyla uzun süreli izlem çalışmalarının yapılmasının gerekli olduğu düşünülmektedir.
INTRODUCTION: The aim of this study is to investigate the relationship of the behavioral problems seen in preschool children in relation to socio-demographic factors such as gender and parents' educational levels, and the cartoon watching behavior as well.
METHODS: The participants were a group of 133 children around 4-6 years of age and their mothers. Socio-demographic Data Form was applied to the mothers, while Child Information Form (CIF) and Strength and Difficulties Questionniare (SDQ) were applied to the children. CIF examined the weekly cartoon watching time of children and what type of cartoon they watched. The cartoon types were categorized into 3 groups; helpful cartoons, neutral cartoons and harmful cartoons.
RESULTS: According to the results of our study, the social behavior points evaluated with SDQ of girls were determined to be higher than those of the boys, while no significant difference between the SDQ points according to the parents' education levels and the weekly cartoon watching time were found. Compared to children who watch neutral or helpful cartoons, it has been determined that in children who watch harmful ones have considerably higher amounts of emotional symptoms, behavior problems, attention deficit, hyperactivity and problems with peers, while their social behavior levels have been determined to be lower.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Longterm follow-up studies should be conducted in order to determine the causative and temporal corelations between cartoons and children's behavioral problems.

8.
IVF tedavisi gören kadınlarda bağlanma, yılmazlık, depresyon, anksiyete ve somatizasyon belirtileri ile infertiliteye ilişkin global stres düzeyi ve tedavi sonucu arasındaki ilişki (tur)
The relationship of attachment characteristics, resilience, depression, anxiety and somatization symptoms with infertility related stress and treatment outcome in women undergone IVF treatment (tur)
Pelin Kalcı, Hakan Karaş, Aslıhan Polat
doi: 10.5505/kpd.2020.24865  Sayfalar 446 - 455
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızın amacı IVF tedavisi gören kadınlarda depresyon, anksiyete, somatizasyon belirtileri, bağlanma özellikleri ve yılmazlık düzeyleri ile infertiliteye ilişkin global stres düzeyi arasında ilişki olup olmadığını araştırmaktır. Çalışmamızın bir diğer amacı ise depresyon, anksiyete ve somatizasyon belirtileri, yılmazlık düzeyleri, bağlanma özellikleri ve infertiliteye ilişkin global stres düzeyleri ile IVF tedavi sonucu arasında ilişki olup olmadığını değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Üremeye Yardımcı Teknikler Merkezi’ne ardışık olarak başvuran ve IVF tedavisi için uygun görülen 88 kadın çalışmaya alınmıştır. Katılımcılara infertilite tedavi protokolü öncesinde sosyodemografik veri formu, Kısa Semptom Envanterinin (KSE) depresyon, anksiyete ve somatizasyon alt ölçekleri, Fertilite Sorun Envanteri (FSE), Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri (YİYE) ve Yetişkin Yılmazlık Ölçeği (YYÖ) uygulanmıştır. Katılımcılara IVF tedavi protokolü uygulandıktan 3 ay sonraki izlemde gebelik oluşup oluşmadığı değerlendirilmiştir.
BULGULAR: FSE toplam puanı ile YİYE kaygı (p= 0,000, r=0,314) ve YİYE kaçınma (p= 0,000, r=0,364) puanı arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki bulunmuştur. FSE toplam puanı ile YYÖ toplam puanı arasında ise negatif yönde bir ilişki (p= 0,000, r=-0,434) olduğu belirlenmiştir. KSE anksiyete, depresyon ve somatizasyon alt boyut puanı, YİYE kaygı ve kaçınma puanı, YYÖ toplam ve alt boyut puanı ve FSE toplam puan ortalamalarının IVF tedavisi sonucuna göre farklılık göstermediği saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızın sonuçları yılmazlık düzeyi ile bağlanmada kaygı ve kaçınma boyutlarının infertiliteye ilişkin stres ile ilişkili olduğunu göstermiştir. Anksiyete, depresyon, somatizasyon, infertiliteye ilişkin global stres, bağlanma ve yılmazlık puanları IVF tedavi sonucu ile ilişkili bulunmamıştır. IVF tedavi sonucunun ruhsal sağlıkla ilgili değişkenlerle ilişkisini biyolojik belirteçler eşliğinde ve uzunlamasına çalışmalarla değerlendirmek faydalı olacaktır.
INTRODUCTION: The aim of this study was to investigate the relationship of depression, anxiety, somatization symptoms, attachment dimensions and resilience with infertilitiy related stress. Our second aim was to explore the associations of depression, anxiety, somatization symptoms, attachment dimensions, resilience and infertility related stress with IVF treatment outcome.
METHODS: 88 women who were consecutively applied to the Kocaeli University Medical Faculty Hospital Assisted Reproductive Techniques Center and found eligible for IVF treatment were included in the study. Sociodemographic data form, depression, anxiety and somatization subscales of Brief Symptom Inventory (BSI), Experiences in Close Relationships Scale (ECR), The Resilience in Midlife Scale (RIM) and Fertility Problem Inventory (FPI) were administered to all participants before IVF treatment protocol. Participants were evaluated whether pregnancy occurred or not 3 months after the IVF treatment protocol was applied.
RESULTS: A significant positive correlation was found between the FSE total score and the ECR anxiety (p= 0,000, r=0,314) and ECR avoidance (p= 0,000, r=0,364) scores. A negative correlation was found also between the FSE total score and RIM total score (p= 0,000, r=-0,434). It was found that BSI anxiety, depression and somatization scores, ECR anxiety and avoidance scores, RIM total and subscale scores and FSE total score averages did not differ according to IVF treatment outcome.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The results of our study showed that the anxiety and avoidance dimensions of attachment and resilience are related to infertility stress. Anxiety, depression, somatization, infeetility related stress, attachment and resilience scores were not associated with IVF treatment outcome. The relationship between IVF treatment outcome and mental health variables should be evaluated with biological markers and longitudinal studies.

9.
Yatarak tedavi gören geriatrik depresif bozukluk hastalarında klinik değişkenlerin, tedavi direncinin ve yatış süresine etki eden faktörlerin değerlendirilmesi (tur)
Evaluation of clinical variables, treatment resistance and factors affecting the hospital stay duration in geriatric depressive disorders (tur)
Selçuk Özdin
doi: 10.5505/kpd.2020.86570  Sayfalar 456 - 463
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada bir üniversite hastanesinde yatarak tedavi gören geriatrik depresyon hastalarının klinik ve sosyodemografik özellikleri ile yatış süresini etkileyen faktörler değerlendirilmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada 2009-2019 tarihleri arasında yatarak tedavi gören geriatrik depresyon hastaları geriye dönük olarak değerlendirilmiştir. Çalışmaya 76 geriatrik depresyon hastası dahil edilmiştir. Hastaların tedaviye dirençli olup olmamasına ve hastalık başlangıç yaşına göre karşılaştırmalar yapılmıştır. Hastaların yatış sürelerine etki eden faktörler değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Çalışmaya katılan 76 hastanın 44’ünü erkeklerin oluşturduğu bulunmuştur. Hastaların çoğunun (42/76) psikiyatri servisine ilk yatışları olup 20’sinde psikotik özellikli depresif bozukluk düşünülmüştür. Hastaların 10’una EKT uygulanmış, 28’ine Manyetik Rezonans Görüntüleme çekilmiş ve 23’ünde Manyetik Rezonans Görüntülemede beyaz cevher hiperintensiteleri görülmüştür. Taburculuk sırasında 61 hastada antidepresan ile kombine olacak şekilde 41 hastada antipsikotik, 31 hastada benzodiazepin ve yedi hastada duygudurum düzenleyici bir ilaç önerilmiştir. Tedaviye dirençli olan ve psikotik belirtileri olan geriatrik depresif hastalar daha uzun süre hastanede yatarak tedavi görmüştür. Erken ve geç başlangıçlı geriatrik depresyon grupları arasında cinsiyet, yatış süresi, psikotik özellik ve tedavi direnci açısından fark bulunamamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmanın bulgularına göre yatarak tedavi gören geriatrik depresyon hastalarının çoğunun ilk kez psikiyatri servisine yattığı, erken ve geç başlangıcın tedaviye yanıt konusunda farklılık göstermediği, depresif atağın psikotik özellikli olmasının veya tedaviye dirençli olmasının yatış süresini uzatan iki değişken olduğu belirlenmiştir.
INTRODUCTION: In this study, the clinical and sociodemographic characteristics and the factors affecting the duration of hospitalization in geriatric depression patients treated in a university hospital were evaluated.
METHODS: Geriatric depression patients who were hospitalized between 2009-2019 were evaluated retrospectively. 76 geriatric depression patients were included in the study. Comparisons were made according to whether patients were resistant to treatment and the age of onset of the disease. Factors affecting the duration of hospitalization were evaluated.
RESULTS: 44 of 76 patients who participated in the study were male. Most of the patients (42/76) were admitted to the psychiatry clinic for the first time, and 20 of them were considered depressive disorder with psychotic features. ECT was applied to 10 of the patients, 28 of them had Magnetic Resonance Imaging and 23 of them had white matter hyperintensities in Magnetic Resonance Imaging. At the time of discharge, antipsychotics in 41 patients, benzodiazepines in 31 patients, and a mood stabilizer in seven patients were recommended in combination with antidepressants in 61 patients. Geriatric depressive patients who were resistant to treatment or had psychotic symptoms were hospitalized for a longer period of time. There was no difference between early and late onset geriatric depression groups in terms of gender, length of stay, psychotic feature, and treatment resistance.
DISCUSSION AND CONCLUSION: According to the findings of the study, it was determined that most of the geriatric depression patients who received inpatient treatment were admitted to the psychiatry clinic for the first time, early and late onset did not differ in response to treatment, and the fact that depressive episode had a psychotic feature or was resistant to treatment was two variables that prolonged the hospitalization period.

10.
Klinik ve toplum örneklemlerinde Anne Babalık ve Aile Uyum Ölçeği’nin, 2-12 yaş aralığındaki çocukların anne babaları için Türkçe geçerlik ve güvenirlik özelliklerinin değerlendirilmesi (tur)
Psychometric properties of Parenting and Family Adjustment Scale (PAFAS) in a Turkish sample with parents of 2-12 years old children from both community and clinical sample (tur)
Barış Güller, Taner Guvenir, Burçin Seyda Buran, Ömer Aydemir, Fatma Varol, Aylin Özbek, Özlem Gencer Kıdak
doi: 10.5505/kpd.2020.25002  Sayfalar 464 - 475
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada Anne babalık ve Aile Uyum Ölçeğinin Türkçe formunun geçerlik ve güvenirliği araştırılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamız, toplum ve klinik örneklemlerinde, 2-12 yaş aralığındaki çocukların anne babaları ile yapılmıştır. Klinik örneklem, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi çocuk ve ergen psikiyatrisi polikliniğinde ilk 1 aylık değerlendirme sürecindeki 201 anne ya da babadan; toplum örneklemi ise Balçova ilçesinde yaşayan, 202 anne ya da babadan oluşmuştur. Test-tekrar test ölçümü için, toplum örnekleminde bulunan 58 anne babaya iki hafta sonra, Anne babalık ve Aile Uyum Ölçeği tekrar uygulanmıştır. Ölçeğin psikometrik özellikleri; Anne Babalık Stilleri ve Boyutları Ölçeği, Evlilik Yaşamı Ölçeği ve Genel Sağlık Anketi ile karşılaştırılmıştır.
BULGULAR: Anne babalık alt ölçeğinin iç tutarlığı ‘oldukça güvenilir’, Aile uyum alt ölçeğinin iç tutarlığı ise ‘yüksek derecede güvenilir’ bulunmuştur. PAFAS Türkçe Formu alt ölçek ve faktör yapılarının test–tekrar test uygulamasında anlamlı farklılık göstermediği saptanmıştır. PAFAS Türkçe Formunun toplum ve klinik örneklemlerini ayırt edici gücünün yüksek olduğu; beş faktörlü bir yapı geçerliğine sahip olduğu; Anne Babalık Stilleri ve Boyutları Ölçeği, Evlilik Yaşamı Ölçeği ve Genel Sağlık Anketi ile eşzamanlı ölçüt geçerliğine sahip olduğu saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: PAFAS Türkçe formunun iyi düzeyde geçerli ve güvenilir bir ölçek olduğunu destekleyen bulgulara ulaşılmıştır.
INTRODUCTION: The present study aimed to examine the psychometric properties of Parenting and Family Adjustment Scale (PAFAS) to measure parenting skills and family adjustment in Turkish Parents.
METHODS: The sample of our study consisted of the parents of children between the ages of 2-12. The clinical sample is from 201 mothers or fathers who were in the first 1-month evaluation process at the Dokuz Eylul University Child and Adolescent Psychiatry Outpatient Clinic; the population sample consisted of 202 mothers or fathers living in Balçova. For test-retest measurement, the test was re-administered to 58 parents in the community sample two weeks later. Psychometric properties of the scale were compared to Parenting Styles and Dimensions Scale, Marriage Life Scale and General Health Questionnaire.
RESULTS: Internal consistency of Parenting subscale were found ''quite reliable'' and Family Adjustment subscale were found ''highly reliable''. There was no significant difference in the test-retest application of the PAFAS Turkish Form subscale and factor structures. PAFAS Turkish Form has high power to differentiate community and clinical samples; has a five-factor structure validity. It was determined that it has concurrent criterion validity with Parenting Styles and Dimensions Scale, Marriage Life Scale and General Health Questionnaire.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In this study, it has been found that the Turkish version of PAFAS is a good valid and reliable scale for screening multiple domains of family functioning.

11.
Suça sürüklenmiş ergenlere verilen psikoeğitimin sosyal duygusal öğrenme ve duygu yönetimi becerilerine etkisi (tur)
The effect of psycoeducation on social-emotional learning and emotional regulation skills for delinquent child-adolescents (tur)
Gulsenay Tas, Leyla Baysan Arabacı
doi: 10.5505/kpd.2020.80388  Sayfalar 476 - 485
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışma, bir bölge psikiyatri hastanesinin çocuk-ergen psikiyatrisi kliniklerinde tedavi gören, suça sürüklenen çocuk ergenlere uygulanan psikoeğitim programının sosyal duygusal öğrenme ve duygu yönetimi becerilerine olan etkisini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma ön-test son-test yarı deneysel desen modelinde yapılmıştır. Araştırmada veri toplamak için üç ölçme aracı kullanılmıştır: Tanıtıcı Bilgi Formu, Sosyal Duygusal Öğrenme Becerileri Ölçeği, Duyguları Yönetme Becerileri Ölçeği. Çocuk-ergenlere yedi oturumdan oluşan yarı yapılandırılmış bir psikoeğitim programı uygulanmıştır. Analizler, tüm psikoeğitim oturumlarını tamamlayan toplam 18 çocuk-ergene ait veriler üzerinden yapılmıştır. Araştırma verilerinin değerlendirilmesinde, tanımlayıcı istatistiksel analizler ve bağımlı gruplarda t-testi kullanılmıştır.
BULGULAR: Araştırmaya katılan çocuk ergenlerin %66.7 (n=12)’si erkek ve yaş ortalamaları X=14.22±0.98’dir. Çocuk-ergenlere uygulanan psikoeğitim programının, çocuk-ergenlerin sosyal duygusal öğrenme becerileri toplam ve alt ölçek puan ortalamalarını anlamlı ölçüde arttırdığı (p<0.05), buna karşın duyguları yönetme becerileri toplam ve alt ölçek puan ortalamalarında gözlenen artışın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı (p=0.05) bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Suça sürüklenen ve ruhsal hastalık tanısı ile klinikte tedavi gören çocuk-ergenlere uygulanan psikoeğitim programı, onların sosyal-duygusal öğrenme becerilerini geliştirmiş, buna karşın duygularını yönetme becerilerini anlamlı ölçüde etkilememiştir.
INTRODUCTION: The study was conducted to evaluate the effect of a psychoeducation program on delinquent children's and adolescents' social emotional learning and emotional management skills in a regional psychiatric hospital in child-adolescent psychiatry clinics.
METHODS: The research was carried out in pre-test, post-test, semi-experimental design model. Three instruments were used to collect data: Introductory Information Form, Social Emotional Learning Skills Scale, Emotion Management Skills Scale. A semi-structured psychoeducation program consisting of seven sessions was carried out with children-adolescents. Analyzes were made on the data of 18 children-adolescents who complete all psychoeducation sessions. In the evaluation of the research data, descriptive statistical analyzes and paired samples t-test were used.
RESULTS: It was determined that children-adolescent average age was 14.22±0.98 and %66.7 (n=12) were male. The psychoeducation program applied to these children and adolescents significantly increased the total and subscale point averages of the social emotional learning abilities of the child and adolescents (p <0.05), whereas the ability to manage emotions was not statistically significant (p=0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The effect of psychoeducation for juvenile adolescents who were treated in the clinic with a diagnosis of mental illness, showed significant relation with social-emotional learning skills, but did not show significant relation with emotion regulation skills.

12.
Psikiyatri hemşireleri için moral distres ölçeğinin Türkçe formunun geçerlik ve güvenirlik çalışması (tur)
Validity and reliability study of Turkish form of moral distress scale for psychiatric (tur)
Mustafa Sabri Kovancı, Azize Atlı Özbaş
doi: 10.5505/kpd.2020.79058  Sayfalar 486 - 494
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, psikiyatri hemşirelerine yönelik moral distres düzeylerini ölçmek için Ohnisni ve ark. (2010) tarafından geliştirilen “Moral Distress Scale for Psychiatric Nurses” in Türkçe uyarlamasının, geçerlik ve güvenirlik çalışması yapılarak alana özgü yeni bir ölçme aracı kazandırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Metodolojik desende tanımlanmış bir geçerlik ve güvenirlik çalışmasıdır. Araştırmanın evrenini, Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı’na bağlı psikiyatri hastanelerinde çalışan hemşireler oluşturmuştur. Bu araştırmada, uyarlanması planlanan ölçeğin madde sayısı 15’tir. Her bir madde için 10 kişinin gerekli olduğu öngörülmüş ve örneklem sayısı 150 olarak belirlenmiştir. Veriler Hemşire Bilgi Formu, Moral Distress Scale for Psychiatric Nurses (MDS-P) aracılığıyla toplanmıştır. MDS-P’in dil, kapsam ve görünüş geçerliği gerçekleştirildikten sonra, yapı geçerliği açıklayıcı ve doğrulayıcı faktör analizi kullanılmıştır. Güvenirlik analizi için ise Cronbach alfa katsayısı, split half yöntemi, madde toplam puan korelasyonu ve madde analizleri ile uygulanmıştır.
BULGULAR: Katılımcıların yaş ortalaması 35.5 ± 6.8’dır. Meslekte çalışma yılı ortalamaları 13.3 ± 7.2 yıl, psikiyatride çalışma yılı ise ortalama 6.4 ± 5.4 yıl olarak bulunmuştur. Yapılan analizler sonucunda, orijinal formunda üç faktörlü yapıda olan ölçeğin, ülkemizde dört faktörlü bir yapısı olduğu belirlenmiştir. Faktörleşmenin farklı olması nedeniyle, faktör yeniden isimlendirilmiştir. AFA analiz sonuçlarına göre, mesleki özerlik alt boyutunun 7 maddeden (4,5,6,7,9,10,14), eylemsizlik alt boyutunun 3 maddeden (8,11,13), adalet alt boyutunun 3 maddeden (1,2,3), yönetsel etik alt boyutunun ise 2 maddeden (12,15) oluştuğu tespit edilmiştir. Ölçeğin tümü için iç tutarlık katsayısı.87 olarak bulunmuştur. Ölçeğin alt boyutlarının iç tutarlık katsayıları.65-.86 arasında değiştiği tespit edilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: PH-MDÖ’nün 15 madde ve dört alt boyutlu olarak Türk dili ve kültürü için geçerli ve güvenilir bir ölçek olduğu belirlenmiştir.
INTRODUCTION: This study aims to bring in a new field-specific measurement tool by conducting the Turkish adaptation and validity and reliability studies of Moral Distress Scale for Psychiatric Nurses (MDS-P) developed by Ohnisni et al. (2010) to measure the level of moral distress for psychiatric nurses.
METHODS: It is a validity and reliability study defined in a methodological pattern.Target population of study consists of nurses working in psychiatric hospitals İn Turkey. This study, number of items of the scale planned to be adapted is 15. It was envisaged that 10 people were required for each item and number of samples was determined as 150. Data were collected through the Nurse Information Form and (MDS-P). Construct validity explanatory and confirmatory factor analysis were used after the language, scope and appearance validity of MDS-P was performed. For reliability analysis, Cronbach alpha coefficient was applied with split half method, item total score correlation and item analysis.
RESULTS: The average age of the participants is 35.5 ± 6.8. Average years of employment in the profession was found to be 13.3 ± 7.2 years while average working years in psychiatry was found to be 6.4 ± 5.4 years. It was determined that the scale, which has a three-factor structure in its original form, has four-factor structure in Turkey. Since factoring is different, factor has been renamed. According to the AFA results, it was determined that professional autonomy sub-dimension consists of 7 items (4,5,6,7,9,10,14), inactionsub-dimension consists of 3 items (8,11,13), justice sub-dimension consists of 3 items (1,2,3) and administrative ethicssub-dimension consists of 2 items (12,15). Internal consistency coefficient for entire scale was found 87. Internal consistency coefficients of sub-dimensions of scale were determined to vary between 65-86.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It was determined that MDS-P is a valid and reliable scale for Turkish language and culture as 15 items and four sub-dimensions.

DERLEME
13.
Klozapinin nadir görülen ciddi yan etkileri (tur)
Rare serious adverse effects of clozapine (tur)
Özcan Uzun
doi: 10.5505/kpd.2020.78790  Sayfalar 495 - 502
Klozapin, 1970'lerde klinik kullanıma sunulan dibenzodiyazepin grubundan bir atipik antipsikotik ilaçtır. Ancak, tedaviye dirençli şizofreni hastaları için hala altın standart ajan olarak kalmaya devam etmektedir. Hem pozitif hem de negatif belirtiler üzerinde kanıtlanmış etkililiğinin yanı sıra saldırgan davranış, hostilite, alkol-madde kullanımı ve intihar eğiliminin azaltılmasında da yararlıdır. Hem doğal hem de doğal olmayan nedenlerden ötürü gelişen mortalite riskini azalttığı gösterilmiştir. Şizofrenide gösterdiği etkililiğe karşın potansiyel ciddi yan etkileri yaygın kullanımını sınırlandırmaktadır. Klozapin dopaminerjik, serotonerjik, adrenerjik, muskarinik ve histaminik reseptörleri bloke edici özelliklere sahiptir. Dolayısıyla yan etkilerinin çoğu farmakolojik profiline dayanılarak öngörülebilir. Klozapin, yaşamı tehdit eden agranülositoza gidebilen reversibl nötropeni ile ilişkilidir. Diğer potansiyel ciddi yan etkileri arasında konvulsif nöbetler, miyokardit, kardiyomiyopati, iskemik kolitis ve paralitik ileus sayılabilir. Daha yaygın görülen ve daha az ciddi yan etkileri sedasyon, hipersalivasyon, taşikardi, hipotansiyon, hipertansiyon, kilo alma, konstipasyon, üriner inkontinans ve yüksek ateştir. Yan etkiler sıklıkla hastaların tedaviye uyumsuzluğuna veya tedavinin kesilmesine neden olur. Bunlar genellikle tıbbi olarak yönetilebilir ve hasta tarafından tolere edilebilir yan etkilerdir. Yeterli bilgi, olası ciddi yan etkilere karşı klinik farkındalık ve hızlı müdahale klozapin tedavisine bağlı morbidite ve mortaliteyi önemli ölçüde azaltabilir, tedaviye uyumu artırabilir. Bu yazının amacı, klozapinin potansiyel olarak yaşamı tehdit eden yan etkilerine odaklanarak bir güncelleme sağlamaktır.
Clozapine remains still the gold standard agent for treatment-resistant schizophrenia. In addition to its proven efficacy on both positive and negative symptoms in refractory schizophrenia, clozapine is useful in reducing aggressive behavior, hostility, comorbid use of alcohol and drugs, as well as reducing suicidality in schizophrenia. It has significant dopaminergic, serotonergic, adrenergic, muscarinic and histaminic blocking properties; and thus most of its adverse effects can be predicted on the basis of its pharmacological profile. Despite its demonstrated efficacy in schizophrenia, the widespread use of clozapine has been limited by the potential for adverse effects. Clozapine can cause reversible neutropenia, which may progress to potentially fatal agranulocytosis. Other potentially serious adverse effects of clozapine include seizures, myocarditis, and cardiomyopathy. Less serious and more common side effects of clozapine including sedation, hypersalivation, tachycardia, hypotension, hypertension, weight gain, gastrointestinal hypomotility, urinary incontinence, and fever can often be managed medically and are generally tolerated by the patient. These side effects often lead either to non-compliance or discontinuation of treatment by patients. The majority of patients did not report that the side effects affect their activities of daily living or they cause personal distress. Appropriate management of clozapine side effects facilitates the maximization of the benefits of clozapine treatment, and physicians and patients alike should be aware that there is a range of benefits to clozapine use that is wider than its risks. The aim of this article is to provide an update by focusing on the potentially life-threatening side effects of clozapine.

14.
Yapay bozukluk/bakım verenin yapay bozukluğu olgularına psikodinamik bakış ve klinik yaklaşım: Bir gözden geçirme (tur)
Psychodynamic aspects and clinical approach to the concepts of factitious disorder/factitious disorder imposed on another: A review (tur)
Dilşad Foto Özdemir
doi: 10.5505/kpd.2020.29291  Sayfalar 503 - 517
Yapay Bozukluk fiziksel veya psikolojik belirtilerin taklit edilmesi, yaralamanın veya hastalığın indüklenmesinin aldatma niyetiyle oluşturulması ile karakterize bir bozukluktur. Bakım verenin Yapay Bozukluğu bir başkasında fiziksel veya psikolojik belirtileri taklit etme, aldatma amaçlı belirtiler üretme, yaralama veya hastalığa neden olmadır. Bu bozuklukta, dışsal bir ödül olmaksızın aldatmaca davranışları belirgindir. Yüksek mortalite ve morbiditeye neden olan ciddi bir çocuk istismarı türüdür. Literatürde, hekimin hastalık hakkında farkındalığının arttırılmasının morbidite ve mortaliteyi azaltacağı veya önleyebileceği belirtilmektedir. Bu bozukluğun belirlenmesi ve sürecin doğru yürütülmesi için multidisipliner yaklaşım hayati öneme sahiptir. Ülkemizde bu hastalarla çalışabilecek multidisipliner ekipler oldukça sınırlı sayıdadır. Hukuk sisteminin bu davalara çok yabancı olduğu, genellikle yasal süreci başlatmadığı ve çocuk istismarını önleyemediği görülmektedir. Bu makalede hastanemizin Çocuk İstismarı Değerlendirme Araştırma ve Tedavi komisyonunun multidisipliner ekip çalışması, klinik deneyimleri ve yazında yer alan olgu serileri göz önüne alınarak Yapay Bozukluk/Bakım verenin Yapay Bozukluğu olgularının biyopsikososyal ve psikodinamik özelliklerini çok boyutlu olarak tartışmak, alan yazın eşliğinde, son bilgiler ışığında bu olgulara yaklaşımla ilgili bir yol haritası sunmak amaçlanmıştır.
Factitious Disorder is characterized by fabricating physical or psychological symptoms, injuring or inducing the illness with the intent of deception. Factitious Disorder Imposed on Another is mimicking physical or mental, misleading symptoms, injuring or causing the disease on another. In this disorder, behaviors of deception are obvious, even without any extrinsic reward. It is a severe form of child abuse which leads to high levels of mortality and morbidity. It is stated in the literature that raising awareness of physicians about the disorder can reduce and even sometimes prevent the mortality and morbidity. Multidisciplinary approach is of great significance for the process to be carried out properly and for the disorder to be detected. Turkey suffers from the lack of multidisciplinary teams of physicians who can study and treat such a disorder. It is clear that the judicial system in the country is ignorant of such cases, does not usually commence legal proceedings and cannot prevent the child abuse. This article aims to extensively discuss the biopsychosocial and psychodynamic features of the concepts of factitious disorder and the factitious disorder imposed on another and undertakes to set a course for these concepts in the light of literature research and recent information on the issue, considering the multidisciplinary teamwork conducted by the Commission on Evaluation, Research and Treatment of Child Abuse, clinical experiences and a wide range of concept research included in the literature.

OLGU SUNUMU
15.
Hiperprolaktinemi saptanan sanrısal bozukluk tanılı bir hastada uzun etkili aripiprazol ile klinik düzelme: Olgu sunumu (tur)
Clinical improvement with long-acting aripiprazole in a patient with delusional disorder with hyperprolactinemia: A case report (tur)
Sevler Yıldız, Kerim Uğur
doi: 10.5505/kpd.2020.71501  Sayfalar 518 - 521
DSM-5 bir ya da daha fazla sistematik, değişmez nitelikte sanrıların olduğu bozukluğu ‘Sanrısal Bozukluk’ olarak adlandırmıştır. Sanrısal bozukluk tanılı hastaların iç görüleri zayıf olduğundan doktora kendileri başvurmazlar bu sebeple de ilaç tedavisine karşı oldukça dirençlidirler. Bu yazıda antipsikotik tedavi sürecinde hiperprolaktinemi tespit edilen sanrısal bozukluk tanılı bir hastada, prolaktin yüksekliğinin etiyolojisini açıklamaya çalışırken yapılan ileri tetkikler ile hipofiz adenomu saptanmasından ayrıca hastada uygun endokrinolojik yaklaşım ve uzun etkili aripiprazol depo kullanımıyla birlikte görülen klinik iyileşmeden bahsedeceğiz. Psikiyatrik tanılı hastalarda özellikle ilaç yan etkisi olarak düşündüğümüz durumların inatçı seyretmesi, altta yatan organik bir nedenin bulunabileceğini akla getirmeli, ayrıntılı nöropsikiyatrik değerlendirme mutlaka yapılmalıdır. Ayrıca günümüzde oral tedaviye dirençli olgularda depo ilaçların önemi giderek arttığından hekimler tarafından kullanımının yaygınlaşacağını düşünmekteyiz.
DSM-5 named the disorder with one or more systematic, invariant delusions as ‘Delusional Disorder’. Patients with a diagnosis of delusional disorder have poor internal symptoms and therefore do not consult a doctor themselves, so they are very resistant to drug treatment. In this article, we will discuss the etiology of prolactin elevation in a patient with delusional disorder diagnosed with hyperprolactinemia during antipsychotic treatment. In patients with psychiatric diagnosis, stubbornness of what we consider to be a drug side effect should suggest that an underlying organic cause may exist, and a detailed neuropsychiatric evaluation should be performed. In addition, we think that the use of depot drugs in patients resistant to oral therapy will increase and its use by physicians will become widespread.

EDITÖRE MEKTUP
16.
Psikojenik polidipsi olgu sunumu atomoksetine ek klomipramin kullanımı (tur)
Psychogenic polydipsia case report use of additional clomipramine in atomoxetine (tur)
Berna Gündüz Çıtır, Sevcan Karakaç Demirkaya
doi: 10.5505/kpd.2020.26879  Sayfalar 522 - 523
Psikojenik polidipsi (PP) veya kompülsif su içme susama duymaksızın alışkanlık haline gelen normalden fazla su içme ile karakterize psikiyatrik bir tablodur (1). En sık şizofrenide (%80) olmak üzere psikiyatri kliniklerinde yatan hastaların %6-20’sinde görülür (2).Bunun dışında psikotik özellikli depresyonda, bipolar bozuklukta, kişilik bozukluklarında, alkol madde bağımlılarında ve antipsikotik kullanımı sonrasında da görülebilir. Psikojenik polidipsinin ortaya çıkış mekanizmaları ile ilgili çok az şey bilinmektedir. Bu nedenlerin multifaktoriyel olduğu, bunlardan birinin de hipotalamustaki susama merkezinin malfonksiyonu olduğu belirtilmektedir. Aynı zamanda aşırı sıvı alımının hipotalamo-hipofizyel aksın regülasyonunu bozduğu ve ADH sekresyonunda disregülasyona neden olduğu bildirilmiştir (3). Tedavinin etyoloji ve tablonun ciddiyetine göre değiştiği belirtilmektedir (4). Burada PP gelişen çocuk olgunun klomipramin ile tedavisi sunulacaktır.
Psychogenic polydipsia (PP) or compulsive water drinking is a psychiatric situation characterized by drinkİng more than normal amount of water, which becomes habitual without thirst. It is seen in %6-20 of patients hospitalized in psychiatry clinics, most commonly with diagnosis of schizophrenia (%80). Apart from this, it can also be seen in depression with psychotic features, bipolar disorder, personality disorders, alcohol substance addicts and after antipsychotic use. It is stated that its etiopathogenesis is multifactorial, one of them being malfunction of the thirst center in the hypothalamus. It has also been reported that excessive fluid intake disrupts the regulation of the hypothalamo-pituitary axis and causes dysregulation of the hypothalamo- pituitary axis and causes dysregulation in antidiuretic hormone (ADH) secretion. In this case report, the treatment of a child with PP who had been treated with clomipramine will be presented

17.
Otizm spektrum bozukluğunda bumetanid: Güncel deliller (eng)
Bumetanide for autism spectrum disorder: Current evidence (eng)
Mazlum Çöpür, Sidar Copur
doi: 10.5505/kpd.2020.47123  Sayfalar 524 - 525
Editöre mektup yapısında bir çalışma olduğu için özet içermemektedir.
-No abstract is available since it is structured as a "Letter to the Editor".

18.
Internet addiction and mental well-being among secondary school students in a Malaysian district: A cross-sectional survey (eng)
Luke Sy-Cherng Woon
doi: 10.5505/kpd.2020.72623  Sayfalar 526 - 528
Introduction: Recent surveys showed high prevalence of internet addiction among school-goers in Malaysia, but few local studies explored the relationship between internet addiction and the levels of depression, anxiety and stress among adolescents.
Methods: A survey was conducted during a mental health seminar for students conveniently sampled from 18 secondary schools in Bentong, Pahang. The Malay versions of Depression, Anxiety and Stress Scale (DASS-21) and Internet Addiction Test (MVIAT) were administered.
Results: The questionnaires were completed by 125 participants (Age: 14 – 17 years old; male: 50.4%). Internet addiction was identified in 45.6%. No gender or ethnic difference was seen. The rates of depression, anxiety and stress were 25.6%, 47.2%, and 20.0% respectively. IAT scores significantly correlated with DASS scores. In MANOVA, internet-addicted students had significantly higher depression scores, (F (1, 123)=12.39; p<0.0005; partial η2=0.10), anxiety scores (F (1, 123)=19.19; p<0.0005; partial η2=0.14), and stress scores (F (1, 123)=26.75; p<0.0005; η2=0.18).
Conclusion: Significant association between internet addiction and mental ill-health was observed. Further investigations into relevant factors and effective interventions for internet addiction and comorbid conditions among adolescents are required.

LookUs & Online Makale