ISSN 1302-0099 | e-ISSN 2146-7153
TURKISH JOURNAL CLINICAL PSYCHIATRY - Turkish J Clin Psy: 6 (2)
Volume: 6  Issue: 2 - 2003
RESEARCH ARTICLE
1.Determination of Cross-Sensitization Between Nicotine and Amphetamine in Mice
Eylem ÇELİK, Tayfun Uzbay, Sirel KARAKAŞ
Pages 67 - 74
Bu çalışmada, farelerde nikotin ile uyarılmış lokomotor duyarlılaşma üzerine amfetaminin etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırmada 80 adet erişkin dişi Swiss-Webster (25-35 g) fare kullanılmıştır. Çalışmanın ilk aşamasında nikotin- amfetamin çapraz duyarlılaşma çalışmasında kullanılacak olan amfetaminin subefektif dozu belirlenmiştir. Bu amaçla, 6 grup fareye amfetamin (I, 2, 4, 8 ve 16 mg/kg) ya da şalin bir kez enjekte edilmiştir. Çalışmanın ikinci aşamasında 4 grup fareye nikotin (0.5, 1 ve 2 mg/kg) ya da şalin iki günlük aralıklarla toplam 10 kez enjekte edilmiştir. Bu gruplara 11. enjeksiyonda nikotin yerine amfetaminin tek dozu (4 mg/kg) verilmiştir. Çalışmalar sonucunda, amfetaminin subefektif dozunun 4 mg/kg olduğu belirlenmiştir. Analizler nikotinin tüm dozlarının lokomotor duyarlılaşmaya neden olduğunu göstermiştir. En düşük subefektif doz olduğu için kullanılan 4 mg/kg amfetamin ile 1 mg/kg ve 2 mg/kg nikotin gruplarında nikotin ile amfetamin arasında çapraz duyarlılaşma olduğu gösterilmiştir. Nikotin ile amfetamin arasında çapraz duyarlılaşmanın gerçekleşmesine yönelik bulgular, bu iki maddeye bağımlılık gelişmesinde benzer mekanizmaların katkısı olabileceğini düşündürmektedir.
The aim of the study is to investigate the effects of amphetamine on nicotine-induced locomotor sensitization in mice. Eighty adult female Swiss-Webster mice (25-35 g) were subjects. In the first section of the study, the subeffective dose of amphetamine that would be used in nicotine-amphetamine cross-sensitization study was determined. For this purpose, amphetamine (1, 2, 4, 8 and 16 mg/kg) or saline were injected to the first 6 individual groups of the mice. Then nicotine (0.5, 1 and 2 mg/kg) or saline were injected to the next 4 groups of mice (10 times at 2 day intervals). Single dose of amphetamine (4 mg/kg) was administered in the last trial (11th repetition) to these groups. The subeffective dose of amphetamine was found to be 4 mg/kg. All doses of nicotine used in the present study caused locomotor sensitization. Cross-sensitization also appeared between amphetamine and nicotine with also 1 mg/kg and 2 mg/kg nicotine dose groups. Our results suggest that similar mechanisms might play a role in the development of addiction to nicotine and amphetamine.

2.One Yfear Follow up Results of Conversion Disorder Patients with Pseudoepileptic Seizures
Recep Tütüncü, M. Hakan Türkçapar
Pages 76 - 79
Pseudonöbetler ile acil servislere başvuru sık karşılaşılan bir durumdur. Hastalara gerekli yaklaşımda bulunulmadığında pseudonöbetler yineleyici bir bal alabilmektedir. Bu çalışmanın amacı, acil serviste pseudoepileptik nöbet tanısı alan konversiyon bozukluğu hastalarının bir yıl sonrası prognozlarının değerlendirilmesi ve bu tanının stabilliğinin araştırılmasıdır. Bu amaçla pseudoepileptik nöbet ile psikiyatri konsültasyonu istenen ve DSM-IV kriterlerine göre konversiyon bozukluğu tanısı alan 76 hasta çalışmaya dahil edildi ve bir yıl sonra prognozlart tekrar değerlendirildi. Çalışmaya katılan hastaların 74’ü (%97.4j kadındı. Hastaların 49u (%64.5j bir yıl sonunda artık pseudonöbet geçirmiyordu. Pseudonöbetleri devam eden 27 hastanın, İSİ (%23.7) bir aydan daha uzun sürelerde, 9u (% 11.8) bir aydan daha kısa sürelerde pseudonöbet geçirmekteydi. Hastaların 25i (%32.9) sadece acil medikasyon almış daha sonra psikiyatrik bir tedavi almamıştı. Kalan 51 hastanın 15i (%19.7) bir yıl içinde bir süre psikiyatrik tedavi görmüş, 36'sı (%47.4) ise halen psikiyatrik tedavi almaya devam ediyordu 76 hastadan 10 hastaya (%13.1) komorbid psikiyatrik tanı konulmuştu. Sonuç olarak pseudoepileptik nöbet geçiren hastalar psikiyatrik morbidite açısından ele alınmalı, takipleri yapılmalıdır. Bu durumun altta yatan bir psikiyatrik rahatsızlığa eşlik veya öncülük ediyor olabileceği unutulmamalıdır.
Pseudoseizures are seen frequently in emergency wards. If they are not treated properly, recurrences are often observed. In this research, our objective is to evaluate the prognosis of conversion disorder patients with pseudoepileptic seizures after one year follow up and to assess the stability of the diagnosis. For this purpose 76 patients, who were consulted psychiatry department due to pseudoseizures and diagnosed as conversion disorder according to DSM-IV criteria, were included. Among all patients, 74 patients (%97.4) were women. 49 patients (%64.5) had no pseudoseizures.18 patients (%23.7) had seizures in a period more than one month. 9 patients (%11.8) had seizures less than one month. 36 patients (%47.4) were still taking psychiatric treatment. 15 patients (%19.7) took psychiatric treatment and 25 patients (%32.9) took treatment only in emergency wards. 10 patients (%13.1) had comorbid diagnosis. In conclusion, patients with pseudoseizures should be evaluated and followed due to psychiatric morbidity. It is important that pseudoseizures can be seen before or with an underlying psychiatric disorder.

3.Does Childhood Trauma History Effect the Psychiatric Symptoms of Conversion Disorder or Not?
Hatice GÜZ, Zahide DOĞANAY, Esra ÇOLAK, Ayşin TOMAÇ, Gökhan SARISOY, Ayşen ÖZKAN
Pages 80 - 85
Konversiyon bozukluğu ve çocukluk çağı travma öyküsü arasında ilişki olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada, konversiyon bozukluğunda çocukluk çağı travma öyküsü olan ve olmayan hastalar arasında demografik ve klinik belirtilerde farklılık olup olmadığı araştırıldı. Bu amaçla DSM-IV tanı kriterlerine göre konversiyon bozukluğu tanısı konan ve çalışmaya katılma kriterlerini karşılayan 108 hasta çalışmaya alındı. Hastalara bilgi formu, Disosiyatif Yaşantılar Ölçeği (DES), Belirti Tarama Listesi (SCL- 90), İntihar Düşüncesi Ölçeği ve Colombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği uygulandı. Çocukluk çağı travma öyküsü olan 35 kişide (%32.4) travma öyküsü olmayanlara göre, yaş ortalaması ile hastalık başlangıç yaşının düşük olduğu, SCL-90 alt itemlerinden anksiyete, fiöbik anksiyete ile intihar düşüncesi ölçeği ve GRISS toplam puanının yüksek olduğu belirlendi. Elde edilen veriler, konversiyon bozukluğunda çocukluk çağı travma öyküsünün olmasının, klinik açıdan önemli olabileceğini düşündürmüştür.
It is known that there is a relationship between conversion disorder and childhood trauma history. The aim of this study was to determine whether the present childhood trauma history in the patients with conversion disorder related with the demographic and clinical characteristics or not. One hundred and eight patients who diagnosed as conversion disorder with DSM-IV included in this study. All patients were asked to fill a Patient Information Form, the Dissosciative Experience Scale (DES), the Symptom Check List (SCL-90-R), Suicide Ideation Scale and Colombok-Rust Sexual Satisfaction Inventory. It was determined that the mean age and the beginning age of the disease is lower and the sum of the points of GRISS, the sum of the subitems of SCL-90 such as anxiety, phobic anxiety and suicide ideation scale were higher in the 35 (32.4 %) patients who had present childhood trauma history than the patients who had not. In conclusion, presence of childhood trauma history in conversion disorder thought to be important in clinical aspects.

4.Suicide Attempt History Among Alcohol and Substance Dependents and Relationship with Clinical Symptoms
E. Cüneyt Evren, Sacide USTUNSOY, Suat Can, Cengiz BAŞOĞLU, Duran Çakmak
Pages 86 - 94
Bu çalışmada yatarak tedavi gören alkol ve alkol dışı madde bağımlılarında özkıyım girişimi öyküsünün, depresyon, anksiyete, çocukluk çağı travması, dissosiyatif belirtiler ve alkol/madde kullanımı ile ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya Nisan ve Haziran 2001 tarihleri arasında Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi AMATEM'de (Alkol ve Madde Araştırma ve Tedavi Merkezi) yatarak tedavi edilen ve DSM-IV tanı kriterlerine göre alkol bağımlılığı tanısı konmuş 30 hasta ile alkol dışı madde bağımlılığı tanısı konmuş 32 hasta katılmıştır. Olgulara yarı yapılandırılmış sosyodemograjik form, Dissosiyatif Yaşantılar ölçeği (DYÖ), Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği (ÇÇTÖ), Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği (HDDÖ), Hamilton Anksiyete Ölçeği (HAÖ) ve Michigan Alkolizm Tarama Testi (MATT) uygulanmıştır. Özkıyım girişimi öyküsü olanların yaş ortalaması (31.86±10.16) özkıyım girişimi öyküsü olamayanlara (38.05±8.69) göre düşüktü. Özkıyım girişimi öyküsü olanların birinci dereceden akrabalarında özkıyım öyküsü ve aile içi şiddet daha fazla ve ilk madde kullanma yaşı daha düşüktü. Özkıyım girişimi öyküsü olanlarda HDDÖ, HAÖ, DYÖ, MATT ve ÇÇTÖ'nin duygusal ve fiziksel kötüye kullanım ve duygusal ve fiziksel ihmali değerlendiren alt ölçeklerinde yüksek puan ortalamaları saptanmıştır. Bağımlı değişkenin özkıyım girişimi öyküsünün varlığı olduğu lojistik regresyon modelinde DYÖ ve ÇÇTÖ’nün duy-guşaI kötüye kullanım alt ölçeği puanlan yordayıcı olarak belirlenmiştir. Bu çalışmanın örneklemini oluşturan alkol/madde bağımlılarında özkıyım girişimi öyküsüne yüksek oranda rastlanmıştır. Özkıyım girişimi öyküsünü değerlendiren bir soru ile alkol/madde bağımlılarında dissosiyatif belirtiler, depresyon, anksiyete, çocukluk çağı travması ve alkol/madde kullanım şiddeti gibi ilişkili olabilecek durumların olasılıklarının yüksek olduğunu tahmin etmek mümkün olabilir. Çalışmanın sonuçları, bağımlı popülasyonda özkıyım girişimi öyküsünün ayrıntılı olarak değerlendirilmesi gerektiğini ve bu olgulara tanı ve tedavi açısından farklı yaklaşılması gerektiğini göstermektedir.
The aim of this study is to investigate the suicide attempt history among alcohol/substance dependents and relationship with depression, anxiety, childhood trauma, dissociative symptoms and alcohol/substance use. The study was conducted in Bakırköy Mental Health and Neurological Disease Education and Treatment Hospital, Alcohol and Substance Research and Treatment Center in İstanbul between April 2001 and June 2001. The sample consisted of 30 alcohol and 32 substance dependent inpatients according to DSM-IV. All the patients were assessed by semi-structured sociodemographic form. Childhood Trauma Questionnaire (CTQ),Dissociative Experiences Scale (DES), Hamilton Depression Rating Scale (HDRS), Hamilton Anxiety Rating Scale (HAM-A) and Michigan Alcoholism Screening Test (MAST).Suicide attempt history was found to be high among alcohol/sub- stance dependents that computed our sample. It seems that with a question that address the suicide attempt history, risk of related conditions like dissociative symptoms, depression, anxiety, childhood trauma and severity ofalcohol/substance use might be considered. Results of the study suggest that, suicide attempt history must be carefully evaluated in dependent population and special interventions must be taken with these subjects according to diagnosis and treatment.

5.Anxiety, Depression and Quality of Life in Patients with Lowback Pain and Neck Pair
Kemal YAZICI, Şenel TOT, Ali BİÇER, Aylin YAZICI, Visal BUTURAK
Pages 95 - 101
Bu çalışmada bel ve boyun ağrısı olan hastalarda anksiyete ve depresyon düzeyini ve yaşam kalitesini belirlemek amaçlanmıştır. Çalışma grupları, bel ağrısı olan hastalar (n=50), boyun ağrısı olan hastalar (n=40) ve sağlıklı gönüllülerden (n = 7l) oluşturulmuştur. Hastalara ve kontrol grubuna, sosyodemografik bilgi formu, Kısa Form-36 (SF-36) ve Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği (HAD) uygulanmıştır. Ağrı şiddetini belirlemek için Görsel Analog Skala (GAıS) uygulanmıştır. Ağrı süresi, bel ağrısı grubunda boyun ağrısı grubuna göre anlamlı olarak uzun bulunmuştur. Ağrı şiddeti açısından, bel ağrısı ve boyun ağrısı gruplan arasında fark bulunmamıştır. Bel ve boyun ağrısı olan kişilerin, fiziksel fonksiyonunun normal kontrollere göre daha kötü olduğu, işte ya da diğer etkinliklerinde daha fazla sorun yaşadıkları, ağrı şiddeti ve ağrıya bağlı kısıtlılık yaşama düzeyinin fazla olduğu saptanmıştır. Buna karşılık, bel ve boyun ağrısı hastalan kendini enerjik hissetme, olağan toplumsal etkinlikleri yürütme, emosyonel sorunlara bağlı iş ya da diğer günlük etkinlikleri yürütememe ve mental sağlık açısından normal kontrollerden farklı bulunmamıştır. Bel ve boyun ağrısı olan hastalarda HAD- anksiyete skorları eşik üstünde olanların oranı kontrollerden yüksek bulunmuştur. Anksiyete ve depresyon düzeyleri eşik üstünde olan hastaların yaşam kalitesi puanları anksiyete ve depresyon düzeyleri eşik altında olan hastalardan istatistiksel olarak anlamlı derecede daha düşük bulunmuştur. Hastaların yaşam kalitelerini etkileyen faktörlerin belirlenmesi ve bunlarla başa çıkma yollarının geliştirilmesi önemlidir.
The aim of this study was to determine the levels of anxiety and depression, and quality of life in patients with low back pain and neck pain. Study subjects were comprised of patients with low back pain (n=50), with neck pain (n=40) and healthy controls (n = 7l). Patients and controls were administered a sociodemographic data form, Short Form-36 (SF-36) and Hospital Anxiety and Depression Scale (HAD). Pain severity was measured with Visual Analogue Scale (VAS). Duration of pain complaint were significantly longer in patients with low back pain compared to those with neck pain. Pain severity was not different between patients with low back and neck pain. We found that patients with pain complaints had poorer physical function, experienced more problems with work or other activities and had higher level of pain severity and pain associated limitations compared to controls. On the other hand, patients and controls were not different with respect to vitality, social functioning, emotional role limitation and mental health. The rate of subjects above cut-off point on HAD-Anxiety subscale was significantly higher in patients with pain compared to controls. Patients with scores above cutoff points for anxiety and depression had significantly higher quality of life scores compared to those with scores below cut-off. It is important to determine those factors that affect quality of life and to develop coping strategies for that factors.

REVIEW
6.Vitamin D, Calcium, Bone Metabolism and Psychiatric Disorders
Şakir Özen, Kenan HASPOLAT
Pages 102 - 113
Daha önceki yıllarda, kışın doğanlarda şizofreninin sık görülmesi, depresyona kış aylarında sık rastlanması ile ilgili bazı epi- demiyolojik çalışmalar yapılmıştır. Son 10 yıl içinde ise, ratlar üzerinde çeşitli deneysel çalışmalar yapılmış ve gestasyonun ilk haftalarından itibaren D vitamininin santral sinir sistemine (SSS) etkisi ile ilgili önemli sonuçlar elde edilmiştir. Bulgular, “SSS'nin gelişimi evresinde veya sonraki süreçte vitamin D3 (VD3) yetersizliği bazı psikiyatrik hastalıklara zemin hazırlayabilir mi?' gibi yeni soruları akla getirmiştir. Osteoporoz etkenleri arasında; fizik hareket azlığı, kötü beslenme, güneşten az yararlanma, hormonal değişiklikler vb. birçok faktör sayılmıştır. Psikiyatride demons, depresyon, şizofreni gibi uzun devam eden hastalıklarda saydığımız osteoporoz etkenlerinin birçoğu yaşa- nabilmektedir. Psikiyatrik hastalıklarla D vitamini, kemik, kalsiyum metabolizmasının neden-sonuç ilişkileri içinde bulunması önemli fakat klinik ortamlarda üzerinde az durulan bir konudur. Bu yazımızda; literatürler ışığında, psikiyatrik hastalıkların olası etiyolojik kökenleri ve semptomatik evresi üzerinde, D vitamini-kalsiyum-kemik metabolizmasındaki değişikliklerin etkilerini gözden geçirdik. Hastaların yaşam kalitesinin arttırılması ve iyilik halinin daha uzun süreli sağlanması için, klinik uygulamalarda bu konuların da üzerinde durulması gerekmektedir.
In previous years, some epidemiological studies were performed about the issue that observing depression were frequently in winter and schizophrenia mostly in the patients born in winter. During the recent 10 years, numerous experimental studies were performed with rats, and important results were determined about the effects of vitamin D on CNS beginning from the first weeks of gestation. The results revealed new questions just like "Can vitamin D3 deficiency lay the groundwork for some psychiatric disorders during the CNS developing stage and the later process?'. A lot of factors such as hypoactivity, malnutrition, less benefiting from the sunlight, hormonally changes were regarded as the causes of osteoporosis. In psychiatry, most of the causes of osteoporosis mentioned here were seen in the long lasting diseases such as dementia, depression, schizophrenia. Reason-result relations of psychiatric disorders and vitamin D, bone, calcium metabolism are important, but in reality, it is less emphasized subject in the clinical settings. In this study, we reviewed the effects of vitamin D, bone, calcium metabolism changes on the possible etiologic causes and symptomatic stages of the psychiatric diseases with the guidance of the literature. To improve the quality of life of patients and to provide the longer duration of the well-being, it should be also emphasized on these topics in the clinical practices.

CASE REPORT
7.Psychiatric Disorders due to Hemochromatosis: A Case Report with Psychotic Disorder and Review of the Literature
Sermin KESEBIR, Erhan BAYRAKTAR
Pages 114 - 118
Hemokromatoz, nadir görülen ancak çeşitli organlarda aşırı miktarda demir birikimi ile karakterli, demir birikiminin bu organlarda fibrozise yol açtığı ve bu organların fonksiyonel yetmezliği ile sonlanan bir hastalıktır. Demir birikiminin yol açtığı psikiyatrik klinik tablolardan psikiyatri literatüründe ve diğer medikal literatürde nadir olarak sözedilmektedir. 38 yaşında, herediter hemokromatozlu bir olguda sosyal izolasyon, mesleki ve toplumsal işlevsellikte kayıplar saptanmıştır. İzlemi sırasında olguda diabetes mellitus ve hipogonadotropik hipogonadizme bağlı infertilite bulunduğu anlaşılmıştır. Olgunun yapılan tetkiklerinde serum ferritin düzeyi 502 mikrogram/litre olarak saptanmış, HFE geni pozitif bulunmuş, karaciğer dokusunda ve bazal gangliyonlarda demir birikimi gösterilmiştir. Psikotik bozukluğun etiyolojik nedeni olarak santral sinir sisteminde hemokromatoza bağlı demir birikiminin rol oynadığı düşünülmüştür. Bu yazıda psikotik semptomların etiyolojisinde demir birikiminin rolüne ilişkin olası etki düzenekleri tartışılmıştır, bir olgunun sunumu ile birlikte literatürde bildirilmiş diğer olgular gözden geçirilmiştir.
Hemochromatosis is a rare disorder characterized by iron deposition in various tissues and organs, leading to fibrosis and functional organ failure. A 38 year-old man with a psychotic feature is presented. In his clinical examination social isolation, occupational and social withdrawalI were asssesed. He was infertile as a result of hipogonadotropic hypogonadism and had diabetes mellitus. Serum ferritin level was raised to 502 mikrogram/l. Genotyping confirmed HFE gene on chromosome 6 was positive. There were iron deposits both in the basal ganglia which were demonstrated by magnetic resonance imaging and in the liver. The iron accumulation due to hemochromatosis in central nerve system is considered to be the etiology of psychosis. In this review our hemochromatosis case in considered with the cases that are reported in the literature and the role of iron accumulation in the etiology of psychosis evaluated.

8.Clozapine-Induced Seizure and its Treatment by Gabapentine: Case Report
İbrahim Eren
Pages 119 - 122
Klozapin diğer nöroleptik ajanlarla karşılaştırıldığında güçlü ve ekstrapiramidal yan etkileri olmayan bir antipsikotiktir. Bununla birlikte irreversible agranülositoz, EEG değişikliği, myoklonus ve epileptik nöbete neden olabilir. Kiozapinin EEG değişikliği ve epileptik nöbete yüksek oranda neden olduğu bildirilmektedir. Fenitoin, karbamazepin ve sodyum valproat gibi birçok antiepileptik ilaç bu nöbetlerin tedavisinde etkin bulunmuştur fakat bazı yanetkiler ve ilaç etkileşimleri bunların klozapinle birlikte kullanılmasını sınırlamaktadır. Sodyum valproat kiozapinin neden olduğu epileptik nöbet tedavisinde standart tedavi olarak tavsiye edilmekle birlikte, klozapinle kombine edildiğinde önemli yanetkilere ve klozapin metabolizması değişikliklerine neden olabilir. Gabapentin farmakokinetik etkileşimi olmayan, düşük yan etki profiline sahip olan nispeten yeni bir antiepileptik ilaçtır. Bu nedenle gabapentin, klozapine bağlı nöbetlerin tedavisinde valp- roata alternatif olabilir. Biz klozapine bağlı jeneralize tonik klonik nöbet geçiren ve nöbeti gabapentin ile tedavi edilen bir şizofrenik hasta sunmaktayız.
Clozapine is a highly potent neuroleptic drug that, in contrast to other neuroleptic agents, does not induce extrapyramidai side effects. However, it may induce irreversible agranulocytosis, EEG changes, myoclonus, and epileptic seizures. Clozapine is reported to cause seizure and EEG changes with high ratio. Several antiepileptics, including phenytoin, carbamazepine, and valproic acid, have been found to be effective in the treatment of these seizures, but certain side effects and pharmacokinetic interactions may limit their prescription in combination with clozapine. Valproate is recommended as the standard therapy for the treatment of clozapine-induced seizures, however valproate can induce significant side effects when combined with clozapine and can modify the metabolism of clozapine. Gabapentine is a relatively new antiepileptic drug with a benign side effect profile and a lack of significant pharmacokinetic interactions. Therefore gabapentine may be an alternative to valproate in treatment of clozapine-induced seizures. Our report is on a schizophrenic patient who had a generalized tonic-clonic seizure with clozapine therapy who was treated successfully with gabapentine.

LookUs & Online Makale