ISSN 1302-0099 | e-ISSN 2146-7153
TURKISH JOURNAL CLINICAL PSYCHIATRY - J Clin Psy: 9 (1)
Volume: 9  Issue: 1 - 2006
RESEARCH ARTICLE
1.Mental Competence Evaluation form (MCEF) for Assessment of Competency: Reliability, Validity and Sensitivity
Yeşim Can, Mustafa Sercan, Ömer Saatçioğlu, Hüseyin Soysal, Niyazi Uygur
Pages 5 - 16
Amaç: Kişilerin zihinsel olarak hukuki işlem yeterliliğinin belirlenmesi adli psikiyatri çalışma alanlarından biridir. Bu değerlendirmeye yönelik geliştirdiğimiz görüşme formunun, bu amaçla gönderilen kişilere uygulanarak hukuken yeterli olanlarla olmayanları ayırmadaki gücünün, güvenilirliğinin ve geçerliliğinin saptanması amaçlanmıştır. Yöntem: Hukuki yeterliği belirlemek için bir psikiyatrik değerlendirme aracı olarak geliştirilen Hukuki Ehliyeti Değerlendirme Formu (HEDEF) dört maddeden oluşmaktadır. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Adli Psikiyatri Birimi'ne, üç aylık süre içerisinde noterlik, tapu dairesi veya hukuk hakimliği tarafından gönderilen veya kendi dilekçeleri ile başvuranlar çalışmaya alınmıştır. HEDEF, tasarruf ehliyetinin olup olmadığı veya vasi tayinine gerek olup olmadığı sorulan 65 yaş üstündeki 38 kişiye iki psikiyatri uzmanı tarafından uygulanmıştır. Geçerlilik Kısa Akıl Muayenesi (KAM), Kısa Psikiyatrik Değerlendirme Ölçeği (KPDÖ), Bütünsel Gerileme Ölçeği (BGÖ) ile araştırılmıştır. Hastanemiz sağlık kurulu rapor formun geçerliliğini değerlendirmede karşılaştırma amacı ile kullanılmıştır. Bulgular: HEDEF'in 38 kişiye uygulanması ile elde edilen içsel tutarlılığı ifade eden Cronbach Alfa değeri 0.9800'dür. Madde toplam korelasyonları 0.8712-0.9339 arasında değişmektedir. Tüm madde korelasyonları 0.001 anlamlılık düzeyindedir ve ortalama korelasyon 0.9009 bulunmuştur. HEDEF ile KAM, KPDÖ ve BGÖ arasında ilişki bulunmuştur. Sonuç: Görüşümüz; formun anlaşılabilir olmasının yanı sıra, bu alanda kullanılabileceği yönündedir.
Objectives: Determination of mental competence of the individual is needed for determination of whether persons are able to use their legal civil rights or not. It is aimed to determine the potency, reliability and validity of Mental Competence Evaluation Form (MCEF) that we have developed for evaluation of individual legal competency. Method: In order to investigate the validity and reliability of the MCEF, it was applied by two psychiatrists to 38 persons, who all were over 65 years, and who were send by notary, land office or legal judge, or were admitted by themselves to Forensic Psychiatry Unit of Bakırköy Mental Hospital in a period of three months for evaluation competency. In order to investigate the validity of MCEF, Mini-Mental State Examination (MMSE), Brief Psychiatric Rating Scale (BPRS) and Global Deterioration Scale (GDS) were also applied to all patients. Report results which were presented to the health board of our hospital and were assessed by the mentioned board, were used for comparison in the evaluation of the validityof the form. Results: Cronbach Alpha value is 0.9800, which represents the internal consistency achieved by the application of MCEF to 38 individuals. Items1 total correlations vary between 0.8712 and 0.9339. All items1 correlations are within 0.001 significance level and mean correlation is found to be 0.9009. Relationship was detected between MCEF and MMSE, BPRS and GDS. Conclusion: Our point of view is that while this form appears to be comprehensible and practicable, it may also be helpful in this area.

2.Stressful Life Events in Vitiligo and Chronic Urticaria
Meltem Sukan, Fulya Maner
Pages 17 - 26
Amaç: Bu çalışmada iki cilt hastalığı olan vitiligo ve kronik ürtiker hastalarında stres yaratan yaşam olaylarının niteliği ve şiddetinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya İstanbul'da dört büyük hastanenin Dermatoloji Poliklinikleri'ne ayaktan başvuran, vitiligo ve kronik ürtiker tanıları almış, 16-60 yaş arası 50'şer hasta alınmıştır. Kişilere tarafımızdan hazırlanan sosyode- mografik özelliklerin incelendiği soru formu, Stresli Yaşam Olaylarını Tarama Formu (Stressful Life Experiences Screening=SLES) ve SCID-I uygulanmıştır. Bulgular: Flaşta gruplarında, kontrol grubuna göre anlamlı derecede daha fazla ciddi kaza, yaralanma; eş, çocuk ve yakın arkadaş ölümü; çocuklukta ve erişkinlikte fiziksel şiddet ile karşılaşmış ve tanık olmuşlar; henüz kimseye bahsetmedikleri aşırı derecede stresli bir olay yaşamışlardır. Fler iki cilt hastalığı grubunda, SCID-I tanıları arasında sadece distimik bozukluk ve genelleşmiş anksiyete bozukluğu (GAB) anlamlı olarak farklı bulunmuştur. SCID-l'e göre vitiligo grubunda distimik bozukluk %26, GAB %6; kronik ürtiker grubunda distimik bozukluk %46, GAB %30 oranlarında bulunmuş; ve her iki cilt hastalığı grubunda kronik ürtiker lehine distimik bozukluk ve GAB oranları sıklığı, anlamlı olarak daha fazla bulunmuştur. Sonuç: Çalışmamız stres yaratan yaşam olaylarının, vitiligo ve kronik ürtiker gibi iki farklı et- yopatogenezi olan cilt hastalığında bazı SCID-I tanıları geliştirecek kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır.
Objective: This study was designed to investigate the quality and severity of stressful life events in two kinds of skin disorders vitiligo and chronic urticaria. Method: The study population was recruited from dermatology outpatient clinics at four major hospitals in Istanbul. 50 vitiligo, 50 chronic urticaria patients, aged 16-60 years were compared with age- and sex- matched 50 healthy controls. The sample completed the sociodemographical data form, Stressful Life Experiences Screening (SLES) and the SCID-I. Results: Among SCID-I diagnoses, only the rates of dysthymic disorder and generalized anxiety disorder (GAD) were found statistically significantly different between the two skin disorders. The rates of dysthymic disorder were 26%, GAD were 30% in chronic urticaria group in which the difference between the two skin disorders group were statistically significant in which the rates of SCID-I diagnoses were significantly higher in chronic urticaria group than in vitiligo group. Both of the patient groups experienced significantly higher rates of severe accident, injury; death of a spouse, child, close friends exposition to physical violence in childhood and adulthood, and a serious stressful event that was declared to nobody than control group. Conclusion: Our study emphasizes the importance of stressful life events leading to develop some SCID-I diagnoses in vitiligo and chronic urticaria which are skin diseases with different etiopathogenesis and clinical manifestations.

3.Bullying And Its Relationship To Symptoms Of Depression In Adolescent Students
Osman Sabuncuoğlu, Yener Akyuva, Engi Altınöz, Meral Berkem
Pages 27 - 35
Amaç: Akran örselemesi, çocuk ve ergenlerde eğitim ve öğrenim sürecini olumsuz etkilemesinin yanı sıra psikiyatrik bozukluklara da yol açması nedeniyle giderek üzerinde daha fazla durulan bir durumdur. Kesitsel- tanımlayıcı bu çalışmanın amacı ergen öğrenciler arasında akran örselemesinin özelliklerini belirlemek ve depresyon belirtileriyle ilişkisini araştırmaktır. Yöntem: Lise öğrencisi 107 ergen akran örselemesi anketi ve Çocuklar için Depresyon Ölçeği'ni (ÇDÖ) doldurdular. Bulgular: Katılımcıların %66.4'ü son bir yıl içinde bir biçimde akranlarının şiddet içeren olumsuz davranışlarıyla karşılaşmıştır. Bu çocuklarda ÇDÖ puanları anlamlı olarak yüksektir. Toplamda örneklemin %43.9'u akran örselemesi sayılan en az bir davranışı son bir yıl içinde gösterdiğini bildirmiştir. Akranlarının olumsuz davranışıyla karşılaşanların %53'ü sayımsal çözümlemede anlamlı olarak aynı davranışı başkalarına göstermektedir.Sınıf ortamı öğrencilerin kendini en fazla güvende hissettiği ortam olarak seçilmiştir. Sonuç: incelediğimiz örnek- lemde ergen öğrenciler arasında akran örselemesi sıklığı yüksektir ve depresyon belirtileriyle ilişkilidir. Kişilerarası ilişkilerde sürekli şiddet ve stres yaşamak psikiyatrik belirtilere yol açabilir. Bu çalışma ülkemizde akran örselemesinin çocuk ve ergen ruh sağlığına olumsuz etkilerini vurgulamakta; önleyici ve sağaltıcı yaklaşımların önemine dikkat çekmektedir.
Objective: Bullying, besides its negative influence on educational achievement in children and adolescents, is increasingly becoming an area of concern because of its causal relationship with psychiatric disorders. The objective of this cross-sectional descriptive study is to determine the characteristics of bullying in adolescents and investigate its relationship to symptoms of depression. Method: A total of 107 adolescents attending to a high school completed a bullying questionnaire and the Children's Depression Inventory (CDI). Results: 66.4% of the participants reported experiencing one or more types of bullying in the previous year. In these children, the CDI scores were significantly high. %43.9 of the sample reported bullying others at least at one occasion in the previous year. Of the students who were bullied, 53% reported bullying others at a statistically significant rate. The classroom was chosen to be the safest environment felt by the students. Conclusion: In the sample of adolescent students we examined, the prevalence of bullying was high and related to symptoms of depression. A continuous experience of violence and stress in social relationships may give rise to psychiatric symptoms. This study emphasizes the negative influences of peer bullying on child and adolescent mental health in our country; attracts attention to the importance of preventive and therapeutic approaches.

4.Nonmedical Help-Seeking Behaviour in Psychiatric Patients; Comparison of Turks Living in Turkey and Germany: A Preliminary Study
Hüseyin Güleç, Ayhan Yavuz, Murat Topbaş, İsmail Ak, Elif Kaygusuz
Pages 36 - 44
Objective: The aim of this study is to investigate the help seeking behaviour for psychiatric problems and associated factors in psychiatric patients living in Trabzon (a city of Turkey) and Turks living abroad (Germany-Gelsenkirchen) because of occapational reasons. Method: This study is done between the date of September 2002 to February 2003 by applying question- nary to the patients attending to two psychiatric outpatient units in Trabzon and Gelsenkirchen. In this questionary age, sex, marital status, place of growing up, education and extramedical help applications are enquired. If the patient sought nonmedical help, behavior of obeying the given advices is also enquired. The data are compared with student-t test and chi- square tests. Results: 49.4% of Turks living in Turkey and 55% of Turks living in Germany were found to have nonmedical help seeking behaviour. While statistically insignificant difference were found between male patients, women living in Germany (65.5%) had higher rate of extramedical help seeking behaviour than the women living in Turkey (41.8%) (p=0.039). The most frequent nonmedical help seeking behaviour is found as going to Hodja (74.4% in Turkey, 87.9% in Germany). 20.9% of Turks living in Turkey and 9.1% Turks living in Germany obeyed the given advices. Conclusion: Half of psychiatric patients in both group had the behaviour of extramedical help seeking. So; more comprehensive study is needed to elucidate the factors and results associated with nonmedical help seeking behaviour.
Amaç: Bu çalışmada ülkemizde (Trabzon'da) ve iş bulma nedeniyle yurtdışında (Almanya- Gelsenkirchen) yaşayan ve psikiyatrik bir hastalığı olan Türklerin gösterdikleri tıp dışı tedavi arama davranışı ve buna eşlik eden faktörlerin incelenmesi amaçlanmıştır.Yöntem: Bu çalışma Eylül 2002- Şubat 2003 tarihleri arasında, Trabzon'daki ve Gelsenkirchen'deki iki psikiyatri polikliniğine başvuran hastalara anket verilerek yapılmıştır. Ankette yaş, cinsiyet, medeni durumu, yetiştirildiği yer, din eğitimi alma durumu, tıp dışı başvurusunun olup olmadığı, varsa bunların ne olduğu ve verilen önerilere uyma davranışı sorulmuştur. Veriler student-t testi ve ki-kare testi ile karşılaştırılmıştır. Bulgular: Türkiye'dekilerin %49.4'ü, Almanya'dakilerin ise %55.0'ı psikiyatrik hastalıkları için tıp dışı tedavi arama davranışı gösterdikleri bulunmuştur. Erkeklerde iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olmamakla birlikte; Almanya'da yaşayan kadınların (%65.5), Türkiye'dekilerden (%41.8) daha fazla tıp dışı tedavi arama davranışı içinde oldukları bulunmuştur (p=0.039). En fazla rastlanan tıp dışı tedavi arama davranışı olarak din hocasına gitme (Türkiye'dekiler %74.4, Almanya'dakiler %87.9) bulunmuştur. Türkiye'de- kilerin %20.9'unun, Almanya'dakilerin ise %9.1'inin verilen önerilere uydukları saptanmıştır. Sonuç: Her iki grupta da psikiyatrik hastalığı olanların yaklaşık yarısının tıp dışı tedavi arama davranışı içinde oldukları saptanmıştır. Bu nedenle tıp dışı tedavi arama davranışına etki eden faktörleri ve bunun sonuçlarını daha iyi ortaya koyabilmek için daha kapsamlı çalışmalara gereksinim vardır. Anahtar Sözcükler: Tıp dışı başvuru, çare arama, Türkler.

CASE REPORT
5.Delusional Misidentification: Presentation of a Case of Capgras Syndrome
Eylem Özten, Ali Evren Tufan, İrem Yaluğ, Cem Cerit, Sibel Işık
Pages 45 - 48
Capgras sendromu, sanrısal yanlış tanıma bozuklukları içinde tanımlanan, az rastlanan ve inatçı sanrılar ile giden bir bozukluktur. Hasta, yakın bir akrabasının bazen de kendisinin tıpatıp benzerleri ile değiştirildiğine inanır. Sendrom, nadiren saf bir şekilde ortaya çıkar ve genelde şizofreni veya organik psikozla birliktedir. Olguların çoğunda psikoz, paranoid tiptedir. Capgras sendromu- nun ayrıca mani ve psikotik depresyonda da görülebildiği bilinmektedir. Bu az görülen psikiyatrik sendromun kökenine ilişkin kesin bir açıklama getirilememiştir. Birçok olguda, sendroma psikoanalitik açıklamalar getirilirken, daha sonraki olgularda yaygın veya lokalize beyin lezy- onları sorumlu tutulmuştur. Kimi yazarlar ise, olgularda organik ve psikodinamik nedenlerin bir arada olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu yazıda etyolojisinde psikodinamik nedenlerin ön planda olduğu düşünülen bir Capgras sendromu olgusu aktarılmıştır. Hastamızın daha önce bildirilen olgular gibi anne ve babasının benzerleri ile yer değiştirdiğine inanması, bu sanrısının perseküsyon sanrılarının önüne geçerek tabloya hakim olması, prog- resif ve inatçı seyretmesi ve işitsel varsanılar nedeniyle tanıda Şizofreniform Bozukluk zemininde Capgras Sendromu düşünülmüştür. Ancak, bu fenomen ile karşılaşıldığında, psikodinamik yorumlar yapılabilse bile, bir organik nedenin bulunabileceği düşünülerek ayrıntılı nöropsikiyatrik değerlendirme ve incelemeler yapılmalıdır.
Capgras syndrome is placed among the group of delusional misidentification syndromes and is characterized by delusions which are rare and resistant to treatment. The patient believes one of his close relatives, and even himself to be changed with a doppelganger. It is commonly accompanied by schizophrenia or organic psychosis and is very rare in its pure form. The psychosis is of the paranoid type in most of the cases. It is also known to accompany mania and psychotic depression. The etiology of this rare psychiatric syndrome remains elusive. Most of the cases are explained with psychoanalytic terms, although in later cases diffuse or localized brain lesions are suspected to be responsible. Some authors posited that organic and psychodynamic causes may coexist. In this study, a case of Capgras syndrome, in which psychodynamic causes are thought to be more prominent, is presented. Because of the facts that our patient believed his parents to be changed with their doppelganger, this delusion was more prominent than delusions of persecution, being both progressive and resistant and the presence of auditory hallucinations; Capgras syndrome with Schizophreniform disorder was diagnosed. Although, psychodynamic explanations of this phenomenon may be possible, a detailed neuropsychiatric evaluation was deemed necessary to rule out an organic cause.

6.Male Pseudohermaphroditism: A Case Report
Asena Akdemir, Olga Güriz, Sibel Örsel, Akfer Karaoğlan
Pages 49 - 52
Cinsel kimlik gelişimine etki eden etkenlerle ilgili doğuştan getirilen özelliklerden çevrenin katkılarına kadar varan çeşitli kuramlar vardır. Kromozomal düzenlenmenin yanı sıra sistemik veya lokalize hormonların etkisi altında gerçekleşen normal seksüel farklılaşma genetik anomaliler, hormon salınımındaki yetersizlikler ve hedef organ yanıtsızlığı gibi durumlarda bozulabilmektedir. Belirsiz genitalyası olan hastaların erken dönemde özellikle yenidoğan döneminde fark edilmesi ileride ortaya çıkabilecek duygusal sorunların önlenmesi için önemlidir. Ancak ülkemizde halen ergenlik veya erişkinlik dönemine kadar fark edilmeyen olgulara rastlanmaktadır. Bu olgu sunumunda 24 yaşında "erkek pseudohermafroditizm" tanısı alan bir olgu sunulmaktadır. Hasta penis rekon- strüksiyonu planlanarak plastik cerrahi kliniğine yatırılmış ve operasyon öncesi etik kurul kararı ile kliniğimizce değerlendirilmiştir. Operasyon öncesi danışma süreci sonunda operasyon kararı alınmış; penis rekonstrüksiyo- nu ve kanser oluşumu riskini önlemek amacıyla sol orşiektomi operasyonu yapılan hasta operasyon sonrası yaşamına erkek olarak devam etmiştir. Normal psikosek- süel kimlik gelişiminin nasıl ve ne zaman olduğu, hangi etkenlerden etkilendiği konusunda bilgilerimiz her geçen gün yapılan araştırmalarla artmakta da olsa oldukça sınırlıdır. Kesin tedavi protokollerinin oluşturulması için daha kapsamlı çalışmaya gereksinim duyulan bu konuda, sunulan olgu tamamıyla kız çocuk olarak yetiştirilmiş olmasına karşın doğuştan gelen özelliklerine göre cinsel kimlik seçimini yapmıştır. Bu da bize cinsel kimlik seçiminde organik etkenlerin önemini göstermektedir. Anahtar Sözcükler: Hermafroditizm, cinsiyet değiştirme operasyonları, danışma.
Various theories that range from innate characteristics to environmental contributions exist as regarding factors affecting the development of sexual identity. Normal sexual differentiation which evolves under the influence of systemic or localized hormones in addition to chromosomal order may be broken down with genetic abnormalities, hormone secretion deficiencies and lack of response in target organs. Despite noticing and evaluation of patients with ambiguous genitalia in early period of life especially in the newborn period is important for the prevention of possible further emotional or organic deficiencies, there are still cases remained unnoticed until the adolescence or adulthood period in our country. In this case report, a 24 years old male patient with diagnosis of male pseudohermaphroditism is presented. He had been seen for preoperational psychiatric consultation upon decision of the ethical committee after being hospitalized for penis reconstruction operation and reevaluated after psychological counseling process and the decision for surgery and following post-surgical psychological counseling process was taken. The patient had gone through penis reconstruction beside left orchiectomy operation that had been performed to prevent cancer risk. After the operation he continued his life as a male. Our knowledge on normal psychosexual identity development and the factors it has been affected from is increasing with studies being conducted but still limited. In this case report, despite being raised completely as a girl the patient chose his sexual identity on the base of innate characteristics. This shows us the importance of organic factors in the selection of sexual identity.

LookUs & Online Makale