RESEARCH ARTICLE | |
1. | Cognitine Impairments in Behçet's Disease Without Neurological Involvement Nurper Erberk Özen, Ahu Birol, Cumhur Boratav, Mukadder Koçak Pages 187 - 198 Amaç: Behçet Hastalığı (BH) kronik seyirli, nörolojik tutulum yapabilen, etiyolojisi belirsiz bir hastalıktır. Nörolojik tutulum olan BH, nöro-Behçet hastalığı (NBH) olarak bilinir. Yazında BH ile ilgili nöro-psikiyatrik çalışmalar çoğunlukla NBH olan grupta yapılmıştır. Pek çok psikiyatrik ve nörolojik hastalıkta olduğu kadar, tıbbi hastalıklarda da bilişsel işlevlerin bozulduğu bilinir. Kronik hastalıklarda bilişsel işlev bozukluğu, hastalığa eşlik eden depresyona bağlı ya da ondan bağımsız olarak görülebilir. Bu çalışmanın amacı, nörolojik tutulumu olmayan BH hastalarının depresyon düzeyi ve bilişsel işlevlerinin değerlendirilmesidir. Yöntem: BH tanısı ile dermatoloji kliniği tarafından izlenen, hastalıkları açısından aktif dönemde olmayan 30 hasta ile 30 sağlıklı gönüllü çalışmaya alındı. Hastalar International Study Group (ISG) BH tanı kriterlerini karşılıyordu ve aynı kriterlere göre hiç birinde NBH yoktu. Hastaların bilişsel işlevleri Wisconsin Kart Eşleme Testi (WKET) (Wisconsin Card Sorting Test -WCST) ve Stroop Testi-TBAG Formu (ST- TBAG) ile, depresyon düzeyleri Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) (Beck Depression Inventory -BDI) ile değerlendirildi. Bulgular: BH grubunun test performansları daha bozuktu; yaş, cinsiyet, eğitim düzeyleri bazı test skorlarına etkiliydi, ancak BDÖ skoru ile testler arasında anlamlı ilişki saptanamadı. Sonuç: Test skorlarından elde edilen veriler, nörolojik tutulumu olmayan BH'de bilişsel işlev bozukluğuna yol açan depresyon dışında etkenler olabileceğini düşündürüyor. Objective: Behçet's Disease (BD) is a chronic disorder of unknown aetiology with neurologic involvement. BD with neurologic involvement is known as neuro-Behçet's Disease. In literature, BD related neuropsychological studies are based on mostly the neuro-BD group. The cognitive impairment is encountered in medical diseases as much as in neurologic and psychiatric diseases. The cognitive impairment in chronic diseases may be seen due to a comorbid depression or independently.The aim of this study is to assess the depression status and cognitive function in BD without neurologic involvement. Method: Thirty patients with non-active BD from the outpatient dermatology clinic and thirty matched healthy controls were studied. All patients were fulfilled the criteria of the International Study Group for BD and were excluded if they had any neurologic involvement. To assess the cognitive function and the depression status, Wisconsin Card Sorting Test -WCST, Stroop Test- TBAG version (ST-TBAG) and Beck Depression Inventory- BDI were administered respectively. Results: The test performances of the BD group, when compared with the control group, were much worse. Although some test scores were influenced by gender, age and education, there was no significant association between BDI and the test scores. Conclusion: Data obtained from the test scores suggest that the cognitive impairment in BD without neurologic involvement may be affected by various factors other than depression. |
2. | Personality Disorders, Anxiety and Depression in the Patients with Chronic Urticaria İlteriş Oğuz Topal, İlknur Kıvanç Altunay, Sibel Mercan Pages 199 - 209 Amaç: Kronik ürtiker emosyonel faktörlerle sıkı ilişki içinde olan, deride kaşıntı, kızarıklık ve kabarmalarla giden polietiyolojik bir dermatolojik hastalıktır. Yapılan bazı çalışmalarda anksiyete, depresyon ve kişilik yapısının hastalığı etkilediği görülmüştür. Çalışmamızda kronik ürtikerli hastalarda anksiyete, depresyon, kişilik bozukluklarının görülme oranı ve bunların birbiriyle ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmamıza Ekim 2003-Mayıs 2004 ayları arasında Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dermatoloji Kliniği'ne başvuran, altı hafta ve daha uzun süredir sürekli ya da aralıklı ürtiker atakları geçiren, 43 kronik ürtikerli hasta (25 erkek-18 kadın) alındı. Kontrol grubu olarak bilinen herhangi bir hastalığı olmayan 27 sağlıklı birey çalışmaya dahil edildi. (16 erkek-11 kadın). Kişiler 27 soruluk sosyodemografik klinik soru anketi, 21 soruluk Beck depresyon ölçeği, 21 soruluk Beck anksiyete ölçeği ve 120 soruluk SCID kişilik testine tabi tutuldu. Bulgular: Kronik ürtiker ve kontrol grupları arasında da yaş, cinsiyet dağılımı, kişilik bozuklukları ve depresyon sıklıkları bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktu (p>0.05). Ancak anksiyete skorları anlamlı derecede yüksekti (p<0.05). Sonuç: Psikosomatik bir hastalık olduğu düşünülen kronik ürtikerde genel olarak depresyon ve kişilik bozukluklarının normal kontrollere oranla daha fazla olmadığı saptandı Bununla birlikte anksiyete skorlarının kontrol grubuna kıyasla anlamlı olarak yüksek olduğu bulundu. Ürtikerli hastalar arasında kadınlarda, ailesinde psikiyatrik hastalığı olanlarda, kronik-sürekli olgularda, bekarlarda, bedensel hastalığı olmayan olgularda, ilaç kullanımı olmayan olgularda belli kişilik bozukluklarının ön plana geçtiği görüldü. Objective: Chronic urticaria is a polyetiological dermatologic disease associated with emotional factors, which causes itch, erythema and wheals on the skin. Some studies have showed that anxiety, depression and personality disorders influence the disease in some ways. We aimed whether there are anxiety, depression, personality disorders in the patients with chronic urticaria by using various psychological tests in this study. Method: Forty three patients with chronic urticaria (25 Male, 18 Female) who presented itchy, red lesions on their skin were included for the study between October 2003 and May 2004. Twenty seven healthy persons were taken as a control group (16 male, 11 female). All persons were asked to answer 27 questions of sociode- mografic clinical questionnaire, 21 questions of Beck depression scale, 21 questions of Beck anxiety scale and 120 questions of SCID personality. Results: There was also no meaningful statistical difference with regard to the distribution of gender, age, the frequency of personality disorder and the frequency depression between urticaria and control groups (p>0.05). Anxiety scores were significantly meaningful when compared the control group (p<0.05). Conclusion: When considered generally, significant difference statistically was not established between chronic urticaria, which is thought to be a psychosomatic disorder, and the control group regarding depression and personality disorder scores. However, anxiety scores were statistically meaningful and therefore, anxiety was more common in chronic urticaria. Statistical analyses for chronic urticaria patients showed that female patients, those having the history of familial psychiatric disorder, those with chronic continuous course, the singles, those without physical disease and those not taking any medicine had particular personality disorders. |
3. | Psychosocial Effects of Epilepsy Remzi Oto, İsmail Apak, Abdurrahman Altındağ Pages 210 - 214 Amaç: Epilepsi ile ilişkili psikososyal sorunlar doğrudan epilepsiye, uygulanan tedaviye ya da dolaylı olarak bu hastalık ile yaşamanın sonuçlarına bağlı olabilir. Tekrarlayan nöbetler hastaların eğitimini, iş hayatını, araba kullanmasını, aile kurmalarını ve sosyal ilişkiler kurmalarını ve geliştirmelerini engelleyebilir. Bu çalışmanın amacı nöbetlerin günlük yaşantıya ve epilepsinin bireyin sağlığı ve psikososyal işlevselliği üzerine etkilerini ölçmektir. Yöntem: Bu çalışma Dicle Üniversitesi Araştırma Hastanesi'nde gerçekleştirildi. Nöroloji Polikliniğinde epilepsi tanısı almış 36 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalara Epilepsi Psikososyal Etki Ölçeği (EPSES) uygulandı. Bulgular: En çok sorun yaşanan alanlar nöbet geçirme korkusu, letarji/enerji azlığı ve nöbetleri kabullenmeye dönük tutum şeklinde sıralanmakta idi. En az sorun yaşanan alanlar seyahat etmekle ilgili güvensizlik, gelecekle ilgili güvensizlik ve aile ile iletişimde zorluk idi. Sonuç: Epilepsi tedavisi ile ilgilenen herkes için hastaların yaşadığı sorunları tanıyabilmek ve başa çıkma yöntemlerini bilmek önemlidir. Bu amaçla, hastalar, aileler, nörolog ve ruh sağlığı çalışanları arasındaki işbirliği epilepsisi olan kişilerin psikososyal sorunlarının giderilmesi ve yaşam kalitesinin arttırılması açısından gereklidir. Objective: Psychosocial problems may result directly from the epilepsy or its treatment or indirectly from the consequences of living with a seizure disorder. Seizures can impair their ability to obtain education, to work, to drive, to establish families, and to develop and maintain social relationships. The purpose of this study was to analyze the impact of seizures on everyday life and the effects of epilepsy on health status and psychosocial outcomes. Method: The present study conducted at Dicle University Research Hospital. Thirty-six patients (21 males, 15 females) diagnosed as epilepsy at neurology outpatients clinic were included in the study. Of the 36 patients 50% had generalized epilepsy. The Epilepsy Psycho-Social Effects Scale (EPSES) was administered to the patients. The EPSES was translated into Turkish by our research team. Results: The areas of problems most commonly experienced were fear of having seizures, lethargy/lack of energy and attitude towards accepting the seizures. The areas of problems less commonly experienced were lack of confidence about traveling, lack of confidence about the future difficulty and communicating with the family. Conclusion: Epilepsy appears to be commonly associated with psychosocial problems. It is important for everyone who involved epilepsy treatment recognize the spectrum of issues facing patients with epilepsy. For this reason, collaboration among patients, families, neurologists and mental health professionals is necessary to relieve psychosocial problems and to improve the life quality of people with epilepsy. |
4. | Evaluation of Avoidance, Alexithymia and Self Esteem in a Group of University Youth Gülseren Ünal Pages 215 - 222 Amaç: Aleksitimi içe dönük düşünce yapısı, fantezi dünyasında kısıtlılık, bedensel duyumları ve hisleri ayırt etmede güçlük, hislerin tanınması ve ifade edilmesinde güçlükle kendini gösteren kişilik özelliklerini kapsar. Aleksitiminin çocukluk çağında bakım verenlerin etkisi ile geliştiği düşünülmektedir. Bu çalışmada aleksitimi, çekingenlik ve benlik saygısı arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Üniversite öğrencilerinin değerlendirilmesi (n=11 5) Toronto Aleksitimi, Rosenberg benlik saygısı, Rathus Atılganlık skalaları temel alınarak yapılmıştır. Veriler ortalama, ki kare, varyans (Anova), korelasyon testleri ile analiz edilmiştir. Bulgular: 115 üniversiteli genç katılımcının yaş ortalaması ±20.2 ve %60.9'u kızdır. Gençlerin %55'i aleksitimik ya da şüpheli aleksitimiktir. Çalışma grubunun aleksitimi skalasından aldıkları puan ortalaması 63.7±9.6 %40.9 dur. Gençlerin %40.9'u çekingen ve Rathus Atılgan skalası puan ortalamaları 17.3±18.9 dur. Bulgulara göre, aleksitimi çekingenlikle pozitif korelasyon içindedir. Toronto aleksitimi ölçeğinden alınan puanlar genç kız ve erkeklerde benzerlik göstermektedir. Aleksitimi cinsiyete göre farklılık göstermemesine rağmen, depresyon cinsiyet gruplarında anlamlı farlılık göstermiştir ve kızlarda depresyon skoru erkeklerden yüksek bulunmuştur. Aleksitimi depresyonla ve düşük benlik saygısı ile pozitif korelasyon içindedir. Sonuç: Sonuç olarak bu çalışmada üniversite gençlerinde çekingenlik, aleksitimi ve düşük benlik saygısı arasında ilişki bulunmuştur. Objective: Alexithymia is a personality variable incorporating difficulty in identifying and describing feelings, difficulty in distinguishing between feelings and the physical sensation of emotional arousal, limited imaginal processes and an internally oriented cognitive style. Alexithymia is thought to develop as a result of childhood interactions with caregivers. In this study, the objective was to investigate whether there was a relationship between avoidance, alexithymia and selfesteem university youth. Method: The evaluations of university youth (n = 11 5) were based on the Toronto Alexithymia Scale, Rosenberg Self-Esteem Scale and the The Rathus Assertiveness scale. The data were analyzed by mean, chi, square variance (ANOVA), correlation tests. Results: Participants were 115 university youth age mean ±20.2 and 60.9% youth were female. 55% youth were alex- ithymic or suspicious alexithymic. The mean Alexithymia scale score of the study group was 63.7±9.6. 40.9% youth were avoidance and the mean The Rathus Assertiveness scale score of the youth group was 17.3±18.9. According to the findings; alexithymia (55%) were positively correlated with avoidance. The mean Toronto Alexithymia Scale total score of the female and male youth was similar. There was not any significant correlation between gender and the measure of Alexithymia, but depression significantly different between gender group and the female depression scores were found higher than male group. Alexithymia also positively correlated with the magnitude of depression mood, low self esteem. Conclusion: The current study confirms that is avoidance associated with alexithymia in a group of university youth. |
REVIEW | |
5. | Asperger's Syndrome in Adult: A Review Dilşad Foto Özdemir, Elvan İşeri Pages 223 - 230 Dil gelişiminin, iletişim ve etkileşim becerilerinin, sosyal, davranışsal gelişimin ve uyumun belirgin derecede etkilendiği bir grup bozukluk olan yaygın gelişimsel bozukluk yaşamın erken döneminde belirti verir ve erişkinlikte devam eden bir seyir gösterir. Yaygın gelişimsel bozukluklar içinde yer alan Asperger bozukluğu (AB) bu grup içinde seyri en iyi olan ve bazı olguların ilk kez erişkin dönemde karşımıza çıkabileceği bir bozukluktur. Bu yazıda Asperger bozukluğunun tanınması, gelişimsel özellikleri, erişkin dönemdeki görünümü, eşzamanlı bozukluklarla ilişkisi ve ayırıcı tanısının gözden geçirilmesi amaçlanmıştır. Son yıllarda yayınlanan araştırma ve gözden geçirme yazıları incelenmiştir. Asperger bozukluğu gelişimsel olarak farklı klinik özelliklerle karşımıza çıkmaktadır. Bu bozukluk pek çok bozuklukla birliktelik gösterebilmekte ve bu durum tanı ve tedavi konusunda dikkatli olmayı gerektirmektedir. Bazı hastaların erişkin yaşa dek tanı almadığı, başka bozukluklar ya da sorunlarla karıştığı, olguların erişkin yaşta destek arayışına girdikleri dikkate alınırsa erken dönemde tanıma, tedavi ve izlem çalışmalarının ne denli değerli olduğu anlaşılmaktadır. Asperger bozukluğunun ergen ve erişkinlik dönemlerinde teşhisinde gözden kaçmasının nedeninin birçok psikiyatrik hastalıkla eş tanı alması olduğu düşünülmektedir. Bu aynı zamanda prognozu da olumsuz etkileyen bir faktördür. Gelişimsel sorunların ve yaş dönemlerine özgü bulgularının farklılık göstermesi nedeniyle izlem çalışmalarına ağırlık verilmelidir. Pervasive developmental disorders in which development of language, communication and interaction skills, social and behavioral development and adaptation are affected in primary degrees and show symptoms in early periods of life and the progress goes through the adult age. Asperger disorder (AD) which placed in pervasive developmental disorder is the disorder with the best prognosis in this group and we come across with some cases firstly in adult age. In this article it is intended to review the diagnosis, developmental properties, appearance in adult age, comorbidity and differential diagnosis of Asperger disorder. Published literature in recent years is reviewed. Clinical appearance of the Asperger disorder could differ in the developmental aspect. Asperger's syndrome could be comorbid with other disorders and this situation requires to give attention about the diagnose and the treatment. When we thought the cases who was not diagnosed until the adult age and confused with other disorders we could understand the importance of early diagnosis, treatment and necessity of the follow up studies. Misdiagnosis of the Asperger disorder in adolescents and adults may be because of the comorbidity of the disorder which is also effective on the prognosis negatively. The follow up studies should be given importance because the symptoms of the developmental problems may vary according to the period of age. |