ISSN 1302-0099 | e-ISSN 2146-7153
TURKISH JOURNAL CLINICAL PSYCHIATRY - J Clin Psy: 5 (1)
Volume: 5  Issue: 1 - 2002
RESEARCH ARTICLE
1.Risk Factors in Depressive Disorders
Süheyla Ünal, Levent KÜEY, Cengiz Güleç, Mehmet BEKAROGLU, Yunus Emre EVLİCE, Selçuk KIRLI
Pages 8 - 15
Cinsiyet, aile öyküsü, stresli yaşam olayları, hayal kırıklıkları, aile işlev bozuklukları, yetersiz anne-baba bakımı, erken olumsuz yaşantılar, bağımlı ve obsesif özellikler gibi kişilik özellikleri, güvenli olmayan bağlanma stili, kronik psikiyatrik ve bedensel hastalık, sosyal destek azlığı gibi çeşitli risk etkenleri major depresyona öncüldürler ve hastalığın sonucunu etkilerler. Bu çalışmanın amacı ayaktan polikliniğe başvuran major depresyon hastalarında risk etkenlerini araştırmaktır. Veriler 1994-1995 yılları arasında tüm illerde, 500 psikiyatri uzmanının depresyon tanısı koyduğu 2014 hastadan elde edilmiştir. Çalışmada hastalar DSM- III-R, sosyodemografik bilgi formu, yaşam olayları öykü anketi ve Hamilton depresyon skalası ile değerlendirilmiş, verilerin istatistiksel değerlendirmesi SPSS programında ki-kare yöntemi ile yapılmıştır. Çalışmamızda ailesel yüklülük, 25-44 yaşlar arasında ve kadın olmak risk etkeni olarak belirlenmiştir. Çalışmaya katılanlarm %17.5’i ailede psikiyatrik hastalık öyküsü, %35’i ise kendisinde depresyon öyküsü bildirmiştir. Risk etkeni olarak kronik hastalık durumu kadınlarda, ilaç/madde kullanımı erkeklerde daha fazla bildirilmiştir. Depresyon öncesi stresli yaşam olayı bildirimi 1534'tü (%76). Çalışmamızda kadın ve erkek hastalarda yaşam olayı sıklığı ve şiddeti birbirine benzerdi. Kadınlar daha sıklıkla evlilik sorunları ve karşı cinsle ilişki sorunları bildirirken, erkekler daha çok işle ve diğer kişilerarası ilişki-
Some risk factors such as sex, family history, stressful life events, disappointments, family dysfunction, poor parental care, early adversity, and personality traits such as dependent and obsessive, insecure attachment style, chronic psychiatric or medical diseases, lack of social support precede the onset of depression and also affect the outcome of depression. The aim of this study is to investigate the incidence of risk factors preceding the onset of depression in outpatient psychiatric population. The data were collected from 2014 depressive patients evaluated by approximately 500 psychiatrists, all over Turkey between 1994-1995. In this study depressive patients were evaluated with DSM-lll-R, Sociodemographic data form. Psychosocial Stress Factors Inventory (according to DSM-lll-R) and Hamilton Depression Inventory. Statistical analyses have been carried out by means of standard programmes according to SPSS-PC, using chi-square test. In our study, having a positive family history of mood disorder, being female and being old between 25-44 age were reported as risk factors. Also, 17.5% of patients declared psychiatric disease history in family member and 35% of patients reported previous depression. Whereas female patients has more chronic medical illness, male patients has more drug abuse and addiction problems. Reported life events were 1534 (76%). We found similar frequency and severity of life events in depressed females and males. Females mostly reported marital problems, and female to male interpersonal problems, whereas males reported upon job and interpersonal problems. A lot of risk factors such as biologic vulnerability, gender, age, stressful life events, medical illness have an important precipitating role in the genesis of depression.

2.Stuttering in Children: A Comprehensive Study
Ayşe AVCI, Şükrü UGUZ, Fevziye Toros
Pages 16 - 21
Kekemeliğin sebebi bilinmemekle birlikte genetik, psikososyal stres etmenlerine maruz kalma, obsesif, özgüveni yetersiz kişilik özelliğine sahip olma, merkezi sinir sistemi anomalileri, ailenin ilk çocuğu olma risk etmenleri olarak bildirilmektedir. Bu çalışmada, kekemeliği olan çocuk ve ergenlerin sosyodemografik özelliklerini, psikososyal stres etmenlerini belirlemek, düzelen ve düzelmeyen kekeme gruplar arasındaki sosyodemografik faklılık- ları saptamak hedeflenmiştir. Çocuk ve ergen psikiyatri polikliniğine başvuran 188 çocuk ve ergen kekeme olgusu çalışmaya alındı. 83'üne ulaşılarak muayeneleri yeniden yapıldı. 43 olguda son 6 aydır kekemelik yoktu (Grup i). 40 olguda kekemelik değişen sıklıkta devam ediyordu (Grup 2). Grup Vdeki olgular polikliniğe daha erken yaşta başvurmuştu ve üç kelimeli cümle kurmaya Grup 2'deki olgulara göre daha erken başlamışlardı. Grup Vdeki olgularda daha fazla stres faktörü saptandı.
dal stress factors, having obsessive personality or low-selfesteem, central nervous system anomalities, being first child in family are risk factors. In this study we aimed; first, to understand sociodemographic pattern of the patients with stuttering, second, to evaluate the features of psychosocial stress factors and to find the sociodemographic differences between recovered and unrecovered groups. 188 children/adolescents with stuttering referred to the departments of child and adolescent psychiatry were enrolled this study. 83 of all children with stuttering were interviewed again, and 43 of this have not have stuttering for 6 months (Group 1). 40 of this cases have stuttering (Group 2). Group 1 was earlier referral at department of child and adolescent psychiatry than Group 2. The onset time of starting speak with sentences using three words was earlier in Group I. There was much more stress factors before begining of stuttering in Group 1.

3.Axis I and Axis II Diagnoses in Suicide Attempters
Figen Çulha ATEŞÇİ, Murat Kuloğlu, Mustafa YILDIZ
Pages 22 - 27
Bu çalışmada intihar girişiminde bulunan hastalarda birinci ve ikinci eksen tanılarının görülme sıklıklarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışma grubunu Şubat 1996 - Ocak 1997 tarihleri arasında intihar girişimi nedeniyle Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi acil polikliniğine başvuran 60 erişkin hasta oluşturmuştur Flastalara klinik görüşmeyi takiben DSM-III-R için yapılandırılmış SCID I ve SCID II formları uygulanmıştır. Hastaların %46.6’smda depresif bozukluk (%18.3 major depresif bozukluk, %15 BTA depresif bozukluk, %13.3 distimi), %18.3’ünde borderline kişilik bozukluğu, %16.7’sinde histrionik kişilik bozukluğu saptanmıştır. Olguların %15’inde herhangi bir birinci eksen bozukluğu ve %51.7’sinde ikinci eksen bozukluğu belirlenememiştir. İntihar girişimlerinde en sık rastlanan ruhsal bozukluk tanısının depresif bozukluklar olduğu, borderline ve histrionik kişilik bozukluklarının depresif bozukluklara sıklıkla eşlik ettiği belirlenmiştir.
noses in a group of suicide attempters. The study group was consisted of 60 adult patients who had been consulted for suicide attempt in the emergency department of the Medical School of the University of Fırat, between February 1996 and January 1997. Patients were evaluated SCID I and SCID II forms for the DSM-IITR following the interview. 46.6% of the patients had depressive spectrum diagnoses (18.3% major depressive disorder, 15% depressive disorder NOS, 13.3% dysthymia). Meanwhile, 18.3% was diagnosed as having borderline personality disorder, and 16.7% histrionic personality disorder. No major mental disorder in 15%, and no personality disorder in 51.7% was diagnosed. In this study, it was found that, depressive disorders were the most frequently seen mental disorder among the suicide attempters, and borderline personality and histrionic personality disorders were the most common comorbid personality disorders in these patients.

4.Serum Cholesterol Levels in Patients with Violent and non-violent Suicide Attempters
Murad ATMACA, Murat Kuloğlu, Ertan TEZCAN, Ayten BÜYÜKBAYRAM
Pages 28 - 32
Düşük veya tedavi amacıyla düşürülmüş serum kolesterolünün impulsivite, saldırgan davranışlar ve intihar girişimleriyle ilişkisi uzun süreden beri üzerinde durulan bir konudur. Çalışmamızda; şiddet içeren ve içermeyen intihar girişiminde bulunan hastaların kolesterol düzeylerinin karşılaştırılarak tartışılması amaçlandı. Bu çalışma Mayıs-Ağustos 2001 tarihleri arasında Fırat Üniversitesi Fırat Tıp Merkezi Acil Polikliniği ve Psikiyatri Kliniği’nde yürütüldü. Çalışma, intihar girişimi nedeniyle başvuran, 18-58 yaşları arasında ve çalışma ölçütlerini karşılayarak çalışmaya katılmayı kabul eden 26 hasta ve polikliniğimize rutin ehliyet muayenesi için başvuran 26 sağlıklı üzerinde gerçekleştirildi. Tüm hastalar için yatışı takip eden 48 saat içerisinde klinik değerlendirme yapıldı. DSM-IV tanılarını belirlemek amacıyla yarı yapılandırılmış bir görüşme gerçekleştirildi. Aynı zamanda serum kolesterol düzeyleri belirlendi. Bulgularımız intihar girişiminde bulunan hastalarda kolesterol düzeyinin sağlıklı kontrollerden anlamlı olarak daha düşük olduğunu, şiddet içeren girişimcilerde şiddet içermeyenlere göre anlamlılığın daha belirgin olduğunu ortaya koymuştur. Daha geniş örneklemle yapılacak ve intihar girişiminin hangi yön/yönlerinin bu ilişkiyi açıklayacak biyolojik desteğe sahip olduğunu aydınlatacak çalışmalara gereksinim vardır.
The association between low or lowered cholesterol through treatment and impulsivity, aggressive behaviors and suicide attempts has been focused on for a long period. In the present study, cholesterol levels of the patients with violent and nonviolent suicide attempt have been compared with healthy controls. The study was carried out in Firat University School of Medicine Emergency Unit and Department of Psychiatry between May- August 2001. The study was consisted of 26 violent suicide attempters and 26 healthy controls who had applied to the same center because of routine driving license examination. The clinical evaluation was performed by a trained psychiatrist within 48 hours following admission. A semi-structured clinical interview was carried out to establish DSM-IV diagnoses. On the other hand, serum total cholesterol levels were detected. The mean cholesterol level of the patients was significantly lower than that of controls. The difference was more significant in the patients with violent suicide attempt compared to those with non-violent suicide attempt. The studies with large sample that try to decipher which dimension/dimensions of suicide attempts could account for this relationship are required.

REVIEW
5.A Review for Valproate use in Psychiatric Disorders
Tuncer Okay, Cebrail KISA, Nesrin DİLBAZ
Pages 33 - 41
Keşfedilmesinden yıllar sonra antikonvülzan olarak kullanılmaya başlanılan valproat, aynı dönemde bipolar bozukluk tedavisinde de kullanılmaya başlanmıştır. Günümüzde anksiyete bozuklukları, major depresif bozukluk, psikotik bozukluk, alkol yoksunluğu ve bağımlılığı, tardiv disldnezi, posttravmatik stres bozukluğu, kişilik bozukluğu, demons, impulsif şiddet davranışları ile giden organik ve fonksiyonel diğer psikiyatrik durumlarda da kullanılmaktadır. Özellikle duygudurum bozuklukları, anksiyete bozuklukları, impulsif davranışlar ve ajitaşyon gibi durumlarda iyi klinik etkinlik göstermektedir. Bu yazıda, valproatm psikiyatrik durumlarda -semptom ve bozukluklarda- kullanımı ile ilgili literatür gözden geçirilmiştir.
The valproate which had been started to use as anticonvulsant after years of its discovery has also been started to use in the treatment for bipolar disorder. Today, it has been used also in dementia, posttraumatic stress disorder, personality disorder, tardive dyskinesia, alcohol dependency and withdrawal, psychotic disorder, major depressive disorder, anxiety disorders and in the other organic and functional psychiatric statements which progress with impulsive severe behaviors. It acts effectively in affective disorders, anxiety disorders, the statements as impulsive disorders and agitation especially. The literature related with valproate use for psychiatric statements -in symptom and disorders- has been reviewed in this paper.

6.Relapse in Alcohol Dependency
Zuhal DOGRUER, Hakan Türkçapar, Ahmet İNCE
Pages 43 - 49
Alkol bağımlılığının en önemli özelliklerinden biri süreğenleşen ve relapslarla giden doğasıdır. Bu fenomeni açıklamak için çeşitli modeller ileri sürülmüştür. Alkolik hastalardan hangilerinde relaps görüleceğinin öngörülmesi, hem klinisyenlerin hem de araştırmacıların ilgi alanıdır. Bu yazıda, ileri sürülen relaps modelleri ve relapsı öngören faktörler ilgili literatür gözden geçirilerek tartışılmıştır. Sonuçta; relaps olan ve olmayan hastaların biyolojik, psikolojik ve sosyal özelliklerinin farklılık gösterdiği görülmüştür.
One of the most important characteristics of the alcohol dependency is its chronic and relapsing nature. Various models have been proposed to account for this phenomenon. The accurate prediction of which alcoholic patients would relapse concerns both clinicians and researchers. In this review the proposed relapse models and the factors predicting relapse were discussed by reviewing the related literature. As a result what was observed is that the patients who relapse and who do not differ in terms of biological, psychological and social characteristics.

CASE REPORT
7.Isolated Angiitis of the Central Nervous System: A Case Report with Atypical Psychiatric Symptoms
Çiçek Hocaoğlu, Meliha TAN
Pages 50 - 55
Santral sinir sisteminin primer anjiitisi santral sinir sistemi ile sınırlı, nadir görülen bir vaskülit olup, hastalık kendisini başağrısı, multifokal ve yaygın nörolojik belirtiler şeklinde belli eder. Bu yazıda ilk yakınmaları major depresif bozukluk ile uyumlu olan 28 yaşındaki bir erkek hasta ele alındı. Çünkü anti- depresan sağaltıma rağmen, herhangi bir iyileşme gözlenmeyen hastanın daha sonraki süreçte farklı türdeki psikiyatrik yakınmalarına birkaç kez olan geçici iskemik atak, başağrısı, çift görme ve dengesizlik şeklindeki nörolojik yakınmalar da eklendi. Çekilen kranyal manyetik rezonans görüntülemesinde (MRG) beynin primer lenfomasma benzeyen bir lezyon saptanması üzerine beyin biyopsisi yapıldı. Biyopside lenfoma olasılığı dışlandı. Hastanın yapılan klinik ve laboratuvar incelemelerinde sistemik vaskülite neden olan hastalıklara ait bulgu saptanamaması, radyolojik ve klinik bulguların streoid tedavisine yanıt vermesi santral sinir sisteminin primer anjiitisini en olası tanı olarak akla getirmektedir.
Isolated angiitis of the central nervous system (IACNS) is a rare form of angiitis limited to the central nervous system. The clinical finding of the combined series revealed that headache was the most common symptom with a combination of focal and diffuse neurological deficits. The case, a 28- year- old man, is present- ed;the clinical presentation and diagnostic difficulties are discussed. Patient's symptoms begun with an obvious atypical depression. In spite of an antidepressive treatment, his symptoms continued, being relatively worse; personality and mood changes added to the clinical picture. Meanwhile several transient ischemic attacks, six monts later, he was admitted with neurological symptoms including headache, diplopia, and cerebellar ataxia. The radiological investigation was mimicked by primary brain lymphoma. The brain biopsy excluding of lymphoma revealed parenchymal hemorrhage with nonspecific degenerative changes. In systemic investigation, any underlying cause for vasculitis could not be found. Neurological but not psychic findings and radiological lesions of the patient ameliorated with steroid theraphy. Since we could not find features of systemic vasculitis, the patient's lesions responded to corticostreoid treatment and neuropathological investigation revealed no lymphoma. We concluded that the most probable diagnosis would be IACNS.

LookUs & Online Makale