ISSN 1302-0099 | e-ISSN 2146-7153
TURKISH JOURNAL CLINICAL PSYCHIATRY - J Clin Psy: 11 (3)
Volume: 11  Issue: 3 - 2008
RESEARCH ARTICLE
1.Alexityhmia: Psychological Symptoms and Attachment Styles
Ayşegül Durak Batıgün, Ayda Büyükşahin
Pages 105 - 114
Amaç: Bu çalışmanın temel amacı, normal bireylerdeki aleksitimi ile psikolojik belirtiler ve bağlanma stilleri arasındaki ilişkileri incelemektir. Ayrıca, cinsiyet ve eğitim gibi sosyodemografik değişkenler ile aleksitimi arasındaki ilişkilerin araştırılması da çalışmanın diğer bir amacıdır. Yöntem: Çalışmaya yaş aralığı 18-40 arası olan 300 kişi katılmıştır. Katılımcıların yaş ortalaması 26.71 'd ir (ss=7.00). Veri toplama aracı olarak Toronto Aleksitimi Ölçeği, Yakın ilişkilerde Yaşantılar Envanteri ve Kısa Semptom Envanteri kullanılmıştır. Bulgular: Örneklem aleksitimi puanlarına göre iki uç gruba ayrılmış ve aleksitimi puanı yüksek olan grubun, psikolojik semptomları daha fazla sergiledikleri görülmüştür. Ayrıca kaçınmacı ve kaygılı bağlanma puanlarının da daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Regresyon analizleri sonucunda da, eğitim, kaygılı bağlanma ve psikolojik belirti değişkenlerinin aleksitimi puanlarını yordadığı gözlenmektedir. Sonuç: Bu çalışma normal bireylerde psikolojik belirtiler, bağlanma stilleri ve eğitim düzeyi gibi değişkenlerin aleksitimi puanlan ile nasıl bir ilişki içerisinde olduğuna ilişkin bilgiler vermektedir. Bu bilgiler klinik psikoloji uygulamalarında yararlı olabilir. Terapiye başvuran hastaların psikolojik semptomları değerlendirilirken, bunların alek- sitimik özellikleri olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca, bu özellilerin de düşük eğitim düzeyi ve güvensiz bağlanma ile ilişkisinin göz önünde bulundurulması, hem uygulanacak olan terapi türünün hem de terapide kullanılacak tekniklerin belirlenmesinde yararlı olabilir.
Objective: The main objective of this study was to investigate the relationship between alexithymia, psychological symptoms and attachment styles in normal individuals. Another purpose of the present study was to examine the associations between sosyodemografic variables such as sex and educational level and alexithymia. Method: Three hundred individuals between 18 to 40 years of age participated. The mean age of participants was 26.71 years (ss= 7.00). Toronto Alexithymia Scale (TAS), Experience in Close Relationships (ECR), and Brief Symptom Inventory (BIS) were used for data collection. Results: The sample was divided into two different groups in terms of alexithymia scores. Alexithymic individuals had significantly higher scores on the psychological symptoms, avoidant and anxious attachment styles. The regression analysis also revealed that educational level, anxious attachment style and psycholocial symptoms were important predictors of alexithymia scores. Conclusion: According to the results of the current study, high psycholocial symptoms, anxious attachment style and low levels of education were important predictors of alexithymia scores. Thus, these findings may be useful for clinical psychological practices. When psychological symptoms of clients seeking therapy are being evaluated, it is important to note that these may be the characteristics of alexithymia. In addition, taking into consideration the relationships between these features of alexithymia and low levels of education and unsecure attachment styles might help to determine both the type of therapy and techniques which will be used in this therapy.

2.The Relationship Between Cloninger's Temperament and Character Dimensions and Personality Disorders
Haluk Arkar
Pages 115 - 124
Amaç: Bu çalışma, Svrakic ve arkadaşları (2002) tarafından yapılan, DSM'nin kişilik bozukluğu kategorilerinin altında yatan boyutsal yapıların Cloninger'in yedi boyutlu psikobiyolojik kişilik kuramına dayalı olarak araştırılması çalışmasının Türk örnekleminde tekrarlanmasıdır. Yöntem: Mizaç ve karakter özellikleri, Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Psikiyatri Kliniğine başvuran 544 psikiyatri hastasından (365 kadın ve 179 erkek) oluşan bir örneklemde değerlendirilmiştir. Katılımcılara Mizaç ve Karakter Envanteri (MKE) ve SCID-II kişilik anketi bireysel olarak uygulanmıştır. Mizaç ve Karakter Envanteri'nin, SCID-II kişilik anketi ve anket sonrası yapılandırılmış görüşme ile elde edilen DSM kişilik bozukluğu tanısını yordama yeteneği değerlendirilmiştir. Bulgular: Karakter boyutlarının düşüklüğü, özellikle kendini yönetmedeki ve işbirliği yapmadaki düşüklük kişilik bozukluğu belirti sayısının yüksekliği ile tutarlı bir şekilde ilişkili çıkmıştır. Üç DSM kümesi, MKE mizaç boyutlarından birine dayalı olarak ayırt edilmiştir. Sonuç: Yeterince gelişmemiş karakter özellikleri, kişilik bozukluğunun bütün kategorik alttipleri tarafından paylaşılmaktadır ve kişilik bozukluğu olup olmadığını ve kişilik bozukluğunun şiddetini belirlemede kullanılabilir. Çeşitli uygulamalarda, MKE karakter puanları kişilik bozukluğu olup olmama olasılığının hesaplanmasında kullanılabilir.
Objective: The purpose of the present study was to replicate Svrakic and his colleagues' study (2002) that explored the underlying dimensional structure of personality disorders based on Cloninger's seven-factor psy- chobiological model of temperament and character. Method: Temperament and character traits were evaluated in a sample of 544 psychiatric patients who were admitted at Dokuz Eylül University Hospital Psychiatry Clinics. The Temperament and Character Inventory (TCI) and the SCID-II Personality Questionnaire were administered individually to the subjects. Results: Low scores on character dimensions, especially low Self-directed ness and Cooperativeness, consistently correlated with high symptom counts for any personality disorder, for each of three DSM clusters of personality disorders. Conclusion: The results of this study confirm Cloninger and co-workers' earlier results with psychiatric patients. The concepts of character and temperament are essential to distinguish the core symptoms (shared by all subtypes) of personality disorder from the distinguishing features (specific for subtypes). Each DSM cluster is differentiated based on one of the TCI dimensions: Cluster A by low Reward Dependence, Cluster B by high Novelty Seeking, and Cluster C by high Harm Avoidance. In conclusion, poorly developed character traits are shared by all sub- types of personality disorders and can be used to diagnose the presence or absence and the severity of personality disorder. In different topics of psychiatric research and practice, the TCI scores can be used to estimate the probability for the presence or absence of personality disorder.

REVIEW
3.Dopaminergic Receptors and Signal Transmission Features
Aslıhan Sayın
Pages 125 - 134
Bu derlemenin amacı; merkezi sinir sistemindeki başlıca dopamin yolaklarında bulunan dopamin nöronlarının reseptör alt tiplerini tanımlamak, reseptör sonrası temel sinyal iletim mekanizmalarına değinmek ve tüm bu mikromoleküler düzeydeki yapıların psikotik belirtilerin oluşumu açısından klinik önemlerini özetlemektir. Son zamanlara kadar Di ve D2 belirlenmiş tek dopamin reseptörleri iken, moleküler klonlama çalışmaları başka reseptör alt tiplerinin de varlığını (D3 ve D4 “D2 benzeri", D5 "Di bezeri") ortaya koymuştur. Dopamin reseptörleri sinyal iletiminin, fosfolipaz C aktivitesinin veya araşidonik asit salınımının düzenlenmesi ile de gerçekleştiği düşünülmektedir. Ayrıca, dopamin reseptörleri Na/H değiştiricilerini ve Na-K ATPaz aktivitesini düzenlemektedir Son zamanlarda hem D2S hem de D2L reseptör izo- formlarının GPy alt üniteleri, protein kinaz C, mitojenle- aktive olan protein kinaz (MAPK), hücre dışı sinyalle düzenlenen kinaz (ERK) yolağı vasıtasıyla hücre büyümesi, farklılaşma ve apoptozisde rol aldıkları gösterilmiştir. Ayrıca dopamin reseptörlerinin farklı hücresel özelliklerinin toplu olarak dopamin reseptörleri ile etkileşime giren proteinler (dopamine receptor interacting proteins- DRIPs) denen bir grup molekül tarafından düzenlendiği de son yıllarda keşfedilmiştir. Dopamin aktivitesi otore- septörler, sinaptik aralıkta enzimle yıkım ve presinaptik olarak yerleşmiş dopamin taşıyıcısı (DAT) tarafından, ayrıca diğer transmitter sistemler tarafından düzenlenir. Şizofrenide gözlenen dopaminerjik sistem anormallikleri sonucunda, dopamin ipucu ve bağlamdan bağımsız bir şekilde salınmaya başlar ve hastada psikotik algılama süreçleri devreye girer.
The purpose of this review is to identify subtypes of dopamine receptors on main dopaminergic pathways, review the main post-synaptic intracellular signal mechanisms and summarize the importance of these micro- cellular structures on the formation of psychotic symptoms. Until recently D1 and D2 receptor sub-types were considered as the only dopaminergic receptors, but molecular clonnation studies have revealed three other receptor subtypes (D3 and D4 are called "D2-like, while D5 is considered as "Di-like"). Di-like receptors interact with G-stimulator (Gs) proteins and activate cAMP. D2- like receptors interact with G-inhibitor (Gi) proteins and inhibit cAMP formation. Dopamine receptors cause signal inductions via regulation of phospholipaze C and arachidonic acid secretion as well. Besides, dopamine receptors also regulate activation of Na/H exchangers and Na-K ATPase. Recently, it has been shown that GPy subtypes of both D2S and D2L receptor izoforms may cause cell growth, differentiation and apoptosis via protein kinase C, mitogen-activated protein kinase (MAPK) and extracellular signal-regulated kinase (ERK) pathways. In addition, dopamine receptors are modulated by a group of molecules called dopamine receptor interacting proteins (DRIPs). Dopamine activity is also modulated by auto-receptors, as well as intra-synaptic enzymatic degradation and presynaptic dopmaine transporter (DAT). Other neurotransmitter systems are also involved in dopamine modulation. In schizophrenia, as a result of disregulated dopamine system that fires and releases dopamine independently of cue and context, a psychotic state with aberrant novelty feeling and salience occurs.

4.Painful Sexual Genital Activity and Difficulties in Diagnosis of Vaginismus
Sultan Doğan, Evrim Özkorumak
Pages 135 - 142
Kadın cinsel işlev bozuklukları yineleyici bir biçimde ya da sürekli olarak görülen ilgi/istek bozukluklarını, uyarılma bozukluklarını, orgazm bozukluğunu, cinsel birleşme girişimi sırasında veya cinsel birleşme gerçekleştirildiğinde ortaya çıkan ağrı ve zorlanmayı içerir. Vajinismus, vajinanın dış üçte birindeki kaslarda cinsel birleşmeyi engelleyecek bir biçimde, yineleyici bir biçimde ya da sürekli olarak istem dışı spazmın olması olarak tanımlanmakla birlikte, günümüzde yapılan araştırmalar spazma olan vurguyu azaltarak, ağrı ve anksiyete varlığını öne çıkarmıştır. DSM-IV-TR'de ağrı bozukluğu olarak sınıflandırılmış olmakla birlikle, vajinismus tanısı koymak için bu tanı sisteminde ağrı şart değildir. Vulvar vestibulit sendromu (VVS) vestibüler bölgede şiddetli ağrı, hassasiyet ve eritemle karakterizedir. Premenopozal kadınlarda, disparoninin en sık nedeni olarak kabul edilmektedir. VVS'si olan, VVS olarak tanımlanmamış disparonisi olan ve vajinismusu olan kadınlar arasında, cinsel ağrı bozukluklarının olası nedenleri içinde yer alan psikolojik etmenlerin rolüne göre ayrım yapılmıştır Bu makalenin amacı cinsel ağrı bozukluklarının iki kategorisi olan dis- paroni ve vajinismusun klinik görünüm ve tanımını gözden geçirmektir. Disparoni/VVS ve vajinismusla ilgili çalışmalar tanımlama, sınıflandırma, tanı ölçütleri, klinik görünüm ve tedavi açısından değerlendirilmiştir. Disparoni/VVS ile vajinismus ayırıcı tanısı yapmanın zor olduğu ve bu hastalık tabloları için çok-boyutlu/çok- disiplinli tanımlama, değerlendirme ve tedavi yaklaşımının gerekli olduğu sonucuna varılmıştır.
Female sexual dysfunctions include persistent or recurrent disorders of interest/desire, disorders of subjective and genital arousal, orgasm disorder, and pain and difficulty with attempted or completed intercourse. Vaginismus is defined as a recurrent or persistent involuntary spasm of the musculature of the outer third of the vagina that interferes with sexual intercourse. Traditional definitions consider vaginal spasm during penetration to be the primary characteristic, however, current research has reduced importence of vaginal spasm and underlines the experience of anxiety and pain. Although vaginismus is classified as a sexual pain disorder in DSM-IV-TR, pain in this diagnostic system is not a necessary condition for the diagnosis. Vulvar vestibulitis syndrome (VVS) is characterized by severe pain and tenderness on vestibular touch or attempted vaginal entry, with no obvious local vulvar pathology except for vestibular erythema. WS has been reported to be a major cause of dyspareunia in premenopausal women. With regard to the role of psychological factors in the possible etiology of sexual pain disorders, a distinction is made between women with VVS, women with dyspareunia not identified as VVS, and women with vaginismus. The purpose of this article is to review the clinical presentation and definition of two categories of sexual pain disorders: dyspareunia/WS and vaginismus. Studies about dyspareunia/WS and vaginismus were searched, and data about the definition, classification, diagnostic criteria, etiology, clinical features, and treatment were evaluated. It is concluded that the differential diagnosis between vaginismus and VVS/dyspareunia is difficult, and a multi-dimensional/multi-discipliner description, assessment and treatment of these syndromes is needed.

5.Is Borderline Personality Disorder A Bipolar Spectrum Disorder?
Manolya Çalışır
Pages 143 - 152
Sınırda (borderline) kişilik bozukluğunun gerek Eksen I ve gerekse Eksen II bozukluklarla olan ilişkisi, bu bozukluğun 1980 yılında DSM-Ill'e kabul edilmesinden bu yana tartışmalı bir konu olagelmiştir. Bipolar bozukluklar ise psikoloji ve psikiyatri literatüründe yıllar içerisinde adından sıklıkla söz edilen tanı kategorileri haline gelmiştir. Duygudurum bozuklukları, sınırda kişilik bozukluğunu fenomenolojik olarak açıklayabilecek tanı kategorileri olarak görülmekte ve konuyla ilgili olarak birçok çalışma yapılmaktadır. Bu makalenin amacı, sınırda kişilik bozukluğunun bipolar bozuklukla olan özgül ilişkisini incelemek ve bu bozukluğun aslında bir bipolar spektrum bozukluğu olup olmadığını birinci eksen, özellikle de bipolar bozukluk açısından ilgili literatür ışığında tartışmaktır. Bu amaç doğrultusunda makalede öncelikle sınırda kişilik bozukluğunun kavramsallaştırılmasına değinilmekte, epidemiyolojisi kısaca aktarılmakta ve diğer Eksen I bozukluklarla olan ek tanısı İncelenmektedir. Makalenin ilerleyen bölümünde ise konuyla ilgili güncel bakış açıları gözden geçirilmektedir. Öncelikli olarak sınırda kişilik bozukluğunun aslında bir bipolar spektrum bozukluğu olabileceği düşüncesini ileri süren yazarların görüşlerine yer verilmekte ve ardından sınırda kişilik bozukluğunun geçerli bir tanı kategorisi olduğunu savunan yazarların görüşleri aktarılmaktadır.
The relationship between borderline personality disorder and both Axis I and Axis II disorders has been a controversy since borderline personality disorder took place in DSM-III classification in 1980. Bipolar disorder diagnosis has been more frequently cited by psychologists and psychiatrists recently. Mood disorders is seen as appropriate diagnostic category that could explain the phenomenology of borderline personality disorder according to the majority of the clinicians in the field. The aim of this review was to examine the specific relationship of borderline personality disorder with bipolar disorder and to discuss whether it is a bipolar spectrum disorder or not in the light of the literature. For this purpose, first the concept of borderline personality disorder is reviewed. The epidemiology and the comorbidities between borderline personality disorder and other axis I disorders are other subtopics included in this paper. Both the opinions of the writers who suggest that borderline personality disorder is in fact a bipolar affective disorder is assesed and the views of the writers who suggest that borderline personality disorder is a valid diagnostic category is discussed. As a summary, although there are some particular overlaps observed because of the nature of the psychopathologies, it looks rational to consider these disorders as independent and different categories. In order to understand this controversial relationship future epidemiological, longitudinal, pharmacological and genetic studies are needed.

LookUs & Online Makale