ISSN 1302-0099 | e-ISSN 2146-7153
TURKISH JOURNAL CLINICAL PSYCHIATRY - J Clin Psy: 22 (3)
Volume: 22  Issue: 3 - 2019
EDITORIAL
1.Recording in mass traumas
Mehmet Yumru
doi: 10.5505/kpd.2019.79037  Pages 252 - 253
Abstract |Turkish PDF

RESEARCH ARTICLE
2.The relationships between the digital game addiction, alexithymia and metacognitive problems in adolescents (eng)
Mesut Yavuz, Narmin Nurullayeva, Selcan Arslandoğdu, Ayça Çimendağ, Merve Gündüz, Burcu Göksan Yavuz
doi: 10.5505/kpd.2019.16769  Pages 254 - 259
GİRİŞ ve AMAÇ: Dijital oyun bağımlılığı, ergenler arasında yaygın bir problem haline gelmiştir. Bu araştırmanın amacı ergen yaş grubunda dijital oyun bağımlılığı, aleksitimi kişilik özellikleri ve üst biliş sorunları arasındaki ilişkinin incelenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: İstanbul’da üç orta okuldan 664 erken (%51 erkek, s=339, % 49 kadın, s= 325) çalışmaya dahil edilmiştir. Erkek ve kadın katılımcıların yaş ortalamaları sırasıyla 12.89±1.29 ve 12.58±1.53’dü. Katılımcılara çocuklar için dijital oyun bağımlılığı ölçeği (ÇİDOBÖ), 20 soruluk Toronto aleksitimi ölçeği (TAÖ-20) ve çocuklar için üst biliş ölçeği (ÜBÖ-ÇE) uygulanmıştır. Ölçekler arası korelasyonlar Spearman’ın sıralama korelasyon katsayısı testi ile analiz edilmiştir. TAÖ-20 ve ÜBÖ-ÇE alt ölçek puanları, cinsiyet ve yaşın diijital oyun bağımlılığı olma durumu üzerine öngörücü etkisi ikili durum lojistik regresyon analizi ile değerlendirilmiştir.
BULGULAR: ÇİDOBÖ ve TAÖ-20 toplam (r=.275), faktör 1 (r=.250), faktör 2 (r=.159), faktör 3 (r=.175) puanları ve de ÜBÖ-ÇE toplam (r=.180) ve faktör 1 (r=.109) puanları arasında pozitif yönde korelasyonlar bulunmuştur. İkili durum regresyon analizi sonuçları TAÖ-20 faktör 1, factor 3, ÜBÖ-ÇE faktör 1 puanları ve cinsiyetin diijital oyun bağımlılığı olma durumunu anlamlı ölçüde öngördüğünü göstermiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Duyguları tanımlama ve ifade etme sorunlarının ve üst biliş problemlerinin ele alınmasının dijital oyun bağımlılığı ile başvuran ergenlerde tedavi başarısını arttırabileceği kanaatine varılmıştır.
INTRODUCTION: Digital game addiction has become a diffuse problem among adolescents. The aim of this study is to investigate the relationships between digital game addiction, alexithymia personality traits and metacognitive problems in adolescents.
METHODS: 664 adolescents (51% male, n=339, 49% female, n=325) from three secondary school in Istanbul were included in this study. The mean age of male and female participants was 12.89±1.29, and 12.58±1.53 respectively. Digital game addiction scale for children (DGASFC), 20 item Toronto alexithymia scale (TAS-20), and the metacognition questionnaire for children and adolescents (MCQ-C) were applied to participants. The correlation coefficients between the scales were analyzed with Spearmen’s rank order correlation test. The predictability of TAS-20 and MCQ-C subscale scores, gender and age on the status of digital game addiction was tested with binary logistic regression analysis.
RESULTS: There were positive correlations between DGASFC and TAS-20 total (r=.275), factor 1 (r=.250), factor 2 (r=.159), factor 3 (r=.175) scores, and MCQ-C total (r=.180) and factor 1 (r=.109) scores. Results of the binary regression analysis revealed that TAS-20 factor 1 and factor 3, and MCQ-C factor 1 scores, and the gender predict the status of digital game addiction, significantly.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It is suggested that addressing the problems of identifying and expressing the emotions, and metacognitive problems may increase the treatment success of the adolescents presenting with digital game addiction.

3.Assessment of cardiovascular risk for serious mental disorders (tur)
Rugül Köse Çınar, Pelin Taş Dürmüş
doi: 10.5505/kpd.2019.92905  Pages 260 - 265
GİRİŞ ve AMAÇ: Ciddi mental bozukluk sahibi hastalarda kardiyovasküler hastalık insidans ve prevalansı genel toplumdan daha yüksektir. Bir üniversite hastanesi psikiyatri servisinde yatarak tedavi gören hastalarda, Framingham risk skorlamasını (FRS) kullanarak, 10 yıllık koroner kalp hastalığı gelişme riskini ve bu riskin C-reaktif protein (CRP) ile ilişkisini belirlemek amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya altı ay süresince yatarak tedavi gören major depresyon, bipolar bozukluk ve psikotik bozukluk tanıları ile takip edilen hastalar dahil edilmiştir. Katılımcılar cinsiyet, yaş, beden kitle indeksi, bel çevresi, FRS, CRP seviyeleri açısından değerlendirilmiştir.
BULGULAR: 10 yıllık koroner kalp hastalığı gelişim riski tanıya göre fark göstermezken (p=0,39), erkeklerde kadınlardan anlamlı olarak yüksek bulundu (p=0,002). FRS seviyeleri erkek cinsiyet (p=0,002), yaş (p=0,000), bel çevresi (p=0,001) ve beden kitle indeksi (p=0,001) ile pozitif ilişki gösterdi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Psikiyatrik hastaların davranışsal ve psikolojik sorunlarının yanı sıra eşlik eden bedensel hastalıklarını da değerlendirmeliyiz. FRS kullanılması, beden kitle indeksi ve bel çevresi ölçümlerinin değerlendirilmesi, riskli popülasyonun ön görülmesinde ve ilaç tercihinin yönetiminde yararlı olabilecektir.
INTRODUCTION: Incidence and prevalence of cardiovascular diseases in patients with severe mental disorders are higher than the general population. It was aimed to calculate the 10 year cardiovascular disease risk by using Framingham risk scoring (FRS) and investigate the relationship between this score and C-reactive protein in psychiatric inpatients of a university hospital.
METHODS: Inpatients with the diagnosis of major depression, bipolar disorders and psychotic disorders in six months time were included in the study.Participants were assessed based on their gender, age, body mass index, waist circumference, FRS, and CRP levels.
RESULTS: The calculated 10 year cardiovascular disease development risk did not differ between the diagnosis (p=0,39), but found to be significantly higher in males than females (p=0,002). FRS levels showed positive correlations with male gender (p=0,002), age (p=0,000), waist circumference (p=0,001), and body mass index (p=0,001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: We have to evaluate coesisting somatic diseases of psychiatric patients as well as behavioral and psychological problems. Using FRS, evaluating body mass index and waist circumference could help us predict the risky population and we could consider our drug treatment choices accordingly.

4.The relationship between internet addiction and eating attitudes and obesity related problems among university students (eng)
Nermin Gündüz, Onur Gökçen, Fatma Eren, Erkal Erzincan, Özge Timur, Hatice Turan, Aslıhan Polat
doi: 10.5505/kpd.2019.14622  Pages 266 - 275
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı Erzurum Atatürk Üniversitesi öğrencileri arasında internet bağımlılığı yaygınlığı ve internet bağımlılığının öğrencilerin yeme tutumları ve yaşam kaliteleri üzerine etkisinin araştırılmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya farklı fakültelerden toplam 466 öğrenci dahil edilmiştir. Katılımcılara yazarlar tarafından hazırlanan sosyodemografik veri formu, Young İnternet Bağımlılığı Testi, Şişmanlıkla İlgili Sorunlar Ölçeği (ŞİSÖ) ve Yeme Tutumu Testi-40 (YTT-40) uygulanmıştır. Vücut Kitle İndeksi (VKİ) araştırmacılar tarafından hesaplanmıştır.
BULGULAR: Öğrencilerin %78,5’inde internet bağımlılığı olduğu tespit edildi. Öğrencilerin %52,6’sında hafif şiddette, %24,2’sinde orta/ılımlı düzeyde, %1.7’sinde ise ağır düzeyde internet bağımlılığı olduğu tespit edilmiştir. İnternet bağımlılığı şiddeti ile alkol kullanımı arasında ve yine internet bağımlılığı şiddeti ile psikiyatrik hastalık özgeçmişi arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki olduğu bulunmuştur. İnternet bağımlılığı şiddeti ile ŞİSÖ arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmıştır. İnternet bağımlılığı şiddeti puanı ile VKİ, YTT-40 puanı ve ŞİSÖ arasında korelasyon bakıldığında yalnızca ŞİSÖ’de istatistiksel olarak anlamlı olmakla beraber zayıf bir ilişki saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Her ne kadar bazı kesitsel çalışmalarda internet bağımlılığı ile yeme tutumları arasında anlamlı bir ilişki olduğu ortaya konmuşken bazı çalışmalarda ise bu ilişki ortaya konamamıştır. Bu alanda yapılan güncel çalışmaların kısıtlılığı nedeni ile aradaki ilişki net değildir.
INTRODUCTION: The aim of this research is to examine the prevalance of internet addiction and relationship between internet addiction (IA) and eating attitudes and quality of life in Erzurum Atatürk University faculty students.
METHODS: A total of 466 faculty students from various faculties were included in the study. Sociodemographic data form created by researchers, Young Internet Addiction Scale (IAT), Obesity-Related Problems Scale (OR) and Eating Attitude Test-40 (EAT-40) were applied to the participants. Body Mass Index of the participants was calculated manually by the researchers.
RESULTS: 78.5 of the students were found to have IA. IA was found at a mild level in 52.6% of the students, moderate level in 24.2% and severe level in 1.7%. There was a positive correlation between the total score of IAT and the alcohol use and psychiatric history. There was only a statistically significant relationship between the severity of IA and OR. There was no statistically significant relationship between Body Mass Index (BMI) and EAT-40. When the IAT and BMI, EAT-40 and OR correlation were examined, only a statistically significant but weak relationship was found in OR.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Although there are some cross-sectional studies, revealing the significant relationship between IA and abnormal eating attitudes, there are also studies revealing no significant relationship. But it is clear that there is no definitive result with the limitations of the current studies.

5.Evaluation of sociodemographic data in patients treated in an alcohol and drug addiction treatment center (ASATC) clinic (tur)
Elif Aktan Mutlu, Özyıl Öztürk Sarıkaya
doi: 10.5505/kpd.2019.96977  Pages 276 - 285
GİRİŞ ve AMAÇ: Madde kullanım bozuklukları ülkemizde ve dünyada giderek artan bir halk sağlığı sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkemizde madde kullanım bozukluklarının oranı yaklaşık %2.7 düzeyindedir. Tedavi gören hastaların sosyodemografik bilgilerine ait veriler kısıtlı düzeydedir. Bu kısıtlılık bağımlılık alanında politika üretme ve sağlık hizmetlerinin yürütülmesinde engel oluşturabilmektedir. Bizler bu çalışmamızda Bursa alkol ve madde bağımlılığı tedavi merkezinde yatarak tedavi gören hastaların bazı sosyodemografik özelliklerini ortaya çıkarmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2016 yılında Bursa alkol ve madde bağımlılığı tedavi merkezinde yatarak tedavi gören 434 hastanın dosyası geriye dönük taranarak sosyodemografik bilgiler elde edilmiştir. İstatistiksel analizler SPSS 23.0 programı kullanılarak elde edilmiştir.
BULGULAR: 434 hastanın %94,5 (n=410) erkek olduğu, %5,5 (n=24) hastanın kadın olduğu, yaş ortalamasının ise 31.95±11,42 yıl olduğu görülmektedir. Kullanılan madde cinsi incelendiğinde ise %74’ünün çoğul uyuşturucu (sentetik kannabis ve metamfetamin), %18.2’sinin ise alkol bağımlısı olduğu gözlenmektedir. Eğitim düzeyleri incelendiğinde ise hastalarımızın büyük çoğunluğunun (> %70) 10 yılın altında eğitim aldığı görülmüştür. Olguların %41.2’sinin ise Bursa’ya göçle gelen ailelerin çocukları olduğu tespit edilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bağımlılık giderek artan bir halk sağlığı sorunudur. Tüm bu bilgiler göz önüne alındığında uyuşturucu ile mücadelede politikalar oluştururken bu faktörleri sağaltacak politikalar ve müdahaleler üretmek bağımlılık mücadelesindeki en büyük basamak olacaktır.
INTRODUCTION: Drug abuse is an increasing public health problem in our country as well as worldwide. The incidence of drug abuse is about 2.7% in our country. Sociodemographic data about the treated persons are limited. This limitation may pose an obstacle in making policies and delivery of healthcare services. In this study, we aimed to reveal some sociodemographic features of the patients treated in an alcohol and substance addiction treatment center (ASATC) clinic in Bursa province.
METHODS: Files of 434 patients hospitalized and treated in an alcohol and drug addiction treatment center (ASATC) clinic in Bursa province were retrospectively screened, and sociodemographic data of the patients were obtained. Statistical analysis was carried out using SPSS v. 23 statistical software.
RESULTS: Of the 434 patients included in the study, 94.5% (n=410) were males and 5.5% (n=24) were female with a mean age of 31.95 ± 11.42 years. Looking to the types of drugs; 74% were addicted to multiple drugs (synthetic cannabis and methamphetamine) and 18.2% were alcohol abusers. When educational status of the patients was examined, majority (>70%) were found to be educated under 10 years. 41.2% of the patients were found to be the childrens of families that have migrated to Bursa province.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Addiction is an increasing public health. Making policies and interventions considering these sociodemographic factors would be the major step in fight against drugs.

6.The effect of psychoeducation applied to the caregivers of schizophrenic patients on the emotion expressions of the caregivers and the positive and negative syndrome scale scores of the patients (tur)
Müge Bulut, Hülya Arslantaş, Ferhan Dereboy
doi: 10.5505/kpd.2019.32559  Pages 286 - 297
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada şizofreni tanılı hastaların bakım vericilerine verilen psikoeğitimin bakım vericilerin duygu dışavurumlarına ve hastaların pozitif ve negatif sendrom ölçeği puanlarına olan etkisini belirlemek amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma, Eylül 2012 -Ekim 2013 tarihleri arasında batıda bir ilde bir üniversitesinin uygulama ve araştırma hastanesi psikiyatri polikliniğinde şizofreni tanısı konan hastalarla ve onların bakım vericileriyle yapılmıştır. Ön test- son test ve kontrol grubu ile yarı deneysel randomize olmayan kontrollü bir müdahale çalışması olarak tasarlanmıştır. Çalışmaya psikiyatri polikliniği kayıtlarından elde edilen telefon numaraları üzerinden toplam 107 hasta ve bakım verici çağrılmıştır. Bunlardan 17'sine ulaşılamamış ve 28 hasta ve bakım verici çalışmaya katılmayı reddetmiştir. Araştırmaya katılmayı kabul eden 62 hasta ve bakım vericisi ile araştırma yürütülmüştür. Kontrol grubunu oluşturan 32 bakıcıdan 2 tanesi takip değerlendirmeleri için bilgi vermeyi reddetmiştir. Hem çalışma hem de kontrol grubunda bulunan hastalar her zamanki gibi tedavi alırken, sadece çalışma grubundaki bakım vericilere bir ay boyunca haftada iki kez toplam sekiz seans psikoeğitim uygulanmıştır. Demografik bilgilerin değerlendirilmesinde yüzdelik, standart sapma ve aritmetik ortalama, ön test-son test değerlendirilmesinde eşleştirilmiş iki grup arasındaki farkların testi ve katılımcıların duygu dışavurumu puanları üzerinde aile eğitiminin etkisini incelemek amacıyla tekrarlayan ölçümlerde varyans analizi uygulanmıştır.
BULGULAR: Yapılan varyans analizi sonucunda aile üyelerinin duygu dışavurumu puanlarında gözlenen değişime psikoeğitimin orta boyda ve anlamlı düzeyde etkisinin olduğu bulunmuştur (F1.58=20.55; p<0.05; ηp2=0.265). Yapılan iki yönlü karma varyans analizi sonucunda psikoeğitim alan bakım vericilerin hastalarının takip süresi boyunca, pozitif (ηp2= 0.57), negatif (ηp2=0.50), genel psikopatoloji (ηp2=0.59) ve toplam (ηp2=0.64) PANSS puanlarında anlamlı bir düşüş olduğu belirlenmiştir.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Araştırmada eğitime katılan bakım vericilerin duygu dışavurumu puanlarının azaldığı, herhangi bir müdahalede bulunulmayan kontrol grubundaki bakım vericilerin duygu dışavurumu puanlarının arttığı ve bakım vericilerin bakım verdikleri hastaların PANSS puanlarında azalma olduğu bulunmuştur. Bu nedenle psikoeğitim programlarının günlük psikiyatri kliniği uygulamalarına ve toplum ruh sağlığı merkezi uygulamalarına eklenmesi uygundur.

INTRODUCTION: In this study, it was aimed to determine the effect of the psychoeducation given to the caregivers of patients diagnosed with schizophrenia on the expressed emotion of caregivers and positive and negative syndrome scale of patients.

METHODS: The research was carried out between September 2012 and October 2013 with patients diagnosed with schizophrenia in the psychiatry outpatient clinic of a university on the western side and their caregivers. In the research, trial model with pre-test & post-test control group, one of the semi-experimental trial models, was used. A total of 107 patients and caregivers were invited to the study via phone numbers obtained from psychiatric outpatient clinic records. 17 of these were not reached and 28 patients and caregivers refused to participate in the study. The research was conducted with 62 patients and caregivers who agreed to participate in the study. Two of the 32 caregivers who constituted the control group refused to provide information for follow-up evaluations. While patients in both the study and control groups were treated as usual, eight sessions of psychoeducation were administered to the caregivers in the study group for two semesters, one month. Percentage, standard deviation and arithmetic mean were calculated for evaluation of demographic information. In the pretest-posttest evaluation, the differences between the two matched groups were tested. Repeated measures variance analysis was applied to examine the effect of family education on the participants' expressed emotion scores.

RESULTS: As a result of the analysis of variance, it was found that the change in the expressed emotion scores of the family members was moderate and significant effect of psychoeducation (F1.58=20.55; p<0.05; ηp2=0.265). As a result of two-way mixed variance analysis a significant decrease in positive (ηp2=0.57), negative (ηp2=0.50), general psychopathology (ηp2=0.59) and total (ηp2=0.64) PANSS scores during the follow-up period of psychoeducation caregivers. It is determined to be.

DISCUSSION AND CONCLUSION: In this study, it was found that the expressed emotion scores of caregivers who participating in education decreased. On the other hand it was found that the expressed emotion scores of caregivers in the study group increased and PANSS scores of patients who received care were decreased. For this reason, psychoeducation programs should be added to daily psychiatric clinic practices and community mental health center practices.


7.Specialized trauma outpatient clinic experience in child and adolescent psychiatry (tur)
Hatice Ünver, Işık Karakaya
doi: 10.5505/kpd.2019.36025  Pages 298 - 303
GİRİŞ ve AMAÇ: Çocuk ve ergenlerde travmalar; ciddi duygusal, ruhsal, bilişsel ve davranışsal bozukluklara yol açan deneyimlerdir. Travmatik yaşantılar arasında deprem, sel gibi doğal afetler, çocuklukta yaşanan ihmal ve istismarlar, zorla kaçırılma, trafik kazaları, yaşamı tehdit eden bir hastalığın tanısının konulması gibi zorlayıcı olaylar bulunmaktadır. Bu çalışmada Kocaeli Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ayaktan tedavi ünitesi, acil ve adli poliklinik ile çocuk koruma biriminden travmatik yaşantıları nedeniyle yönlendirilen hastalara yönelik özelleşmiş bir travma polikliniğinden elde edilen bulguların paylaşılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Temmuz 2015-Ocak 2016 tarihleri arasında travma polikliniğinde takip edilen 81 hastanın takip ve değerlendirme notları geriye dönük olarak incelenmiş; sosyodemografik veriler, cinsiyet, travma tipi ve tanı dağılımları analiz edilmiştir.
BULGULAR: Hastaların 11’i erkek (%13.5) ve 70’i kız (%86.5) olup, ortalama yaşları 13.13±2.85’tir. 65 hastanın (%80.3) cinsel istismar nedeniyle, 16 hastanın (%19.7) da uzuv kaybı, ebeveyn kaybı, araç içi trafik kazası geçirme gibi travmatik yaşantılar sonrası başvurduğu gözlenmiştir. Kızlarda cinsel istismara maruz kalma erkeklere göre anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. (x2: 9.72; p<0.05). 10 hasta (%12.3) herhangi bir ruhsal bozukluk tanısı almazken, 71 hasta travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) tanı ölçütlerini karşılamıştır. Travma sonrası stres bozukluğu tanısı alanların 7’si erkek, 64’ü kızdır. Kızlarda TSSB daha sık gözlenmiştir (x2: 6.78; p<0.01).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Günümüzde çocuk ve ergenlerin travmatik yaşantılara maruz kalma riski artmakta olup, çalışmamızda bu alana yönelik takip ve tedavi yapan ayrı bir poliklinik düzenlemesinin önemi vurgulanmak istenmiştir.
INTRODUCTION: Traumas are the experiences which can lead to serious emotional, psychological, cognitive and behavioral problems for child and adolescent. Traumatic events are the insistent events like natural disasters such as earthquake, floods, childhood neglect and abuse, forced abduction, traffic accidents, the diagnosis of a life-threatening illness. In this study, it was aimed to share the findings obtained from a specialized trauma outpatiet clinic for patients who were referred to Kocaeli University Child and Adolescent Psychiatry outpatient unit, emergency and forensic outpatient clinic and child protection unit due to their traumatic experiences.
METHODS: The follow-up and evaluation of 81 patients who were followed-up at the trauma outpatient clinic between July 2015 and January 2016 were retrospectively reviewed; sociodemographic data, gender, type of trauma and diagnostic distributions were analyzed.
RESULTS: 11 of the patients were male (13.5%) and 70 were female (86.5%) and the mean age was 13.13 ± 2.85 years. It was observed that 65 patients (80.3%) had sexual abuse and 16 patients (19.7%) were admitted to clinic after traumatic experiences such as loss of limb, parental loss, vehicle accident. Exposure to sexual abuse was significantly higher in girls than in boys (x2: 9.72; p<0.05). 10 patients (12.3%) were not diagnosed with any psychiatric disorder, 71 patients met the diagnostic criteria of posttraumatic stress disorder (PTSD). Of those diagnosed with post-traumatic stress disorder, 7 were male and 64 were female. PTSD was observed more frequently in girls (x2: 6.78; p<0.01).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The risk of exposure to traumatic experiences of children and adolescents is increasing nowadays; in our study, it was aimed to emphasize the importance of a specialized polyclinic setting which is followed and treated for traumatized child and adolescent patients.

8.Self-Disgust Scale - Revised: Turkish adaptation, validity and reliability (tur)
Başak Bahtiyar, Asiye Yıldırım
doi: 10.5505/kpd.2019.72692  Pages 304 - 315
GİRİŞ ve AMAÇ: : Öz tiksinme, bireyin kendine ait fiziksel ya da davranışsal bir özelliğine veya genel olarak bütün benliğine yönelik tiksinti duyması olarak tanımlanmaktadır. Güncel çalışmalarda, başta depresyon olmak üzere birçok duygusal ve davranışsal probleme açıklık getirme potansiyeli vurgulanmaktadır. Bu çalışmada ise benliğe yönelik tiksinmeyi öz bildirime dayalı olarak değerlendirmeye olanak sağlayan Öz Tiksinme Ölçeği-Revize Formu’nun Türkçe’ye uyarlanması ve psikometrik özelliklerinin incelenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma, yaşları 18 ile 29 arasında değişen 310’u kadın, 72’si erkek toplam 382 gönüllü lisans öğrencisiyle yürütülmüştür. Çalışmada öz tiksinme ölçümünün yanı sıra, Beck Depresyon Ölçeği, Pozitif Negatif Duygu Ölçeği, Psikolojik İyi Oluş Ölçeği, Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği ve Tiksinme Ölçeği-Revize Edilmiş Formu uygulanmıştır.
BULGULAR: Açımlayıcı Faktör Analizi sonucunda, ölçeğin orijinaliyle tutarlı olarak, öz tiksinmeye ilişkin davranış odaklı ve fiziksel görünüm odaklı iki alt boyut elde edilmiştir. Güvenirlik analizi sonuçları da hem ölçeğin genelinin hem de alt boyutlarının yüksek iç tutarlığa ve tekrar test güvenirliğine sahip olduğunu göstermiştir. Ölçeğin, ilgili diğer ölçeklerle beklenen yönde anlamlı ilişkiler göstermesi de geçerlik özelliklerini desteklemiştir. Bununla birlikte, öz tiksinmenin genel tiksinme hassasiyetinden bağımsız olduğu da bulgular arasında yer almıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Özetle, çalışma sonuçları Öz Tiksinme Ölçeği-Revize Formu’nun Türkçe uyarlamasının geçerli ve güvenilir özellikleri uygun bir ölçüm aracı olduğunu ortaya koymuştur.
INTRODUCTION: Self-disgust is experienced toward one’s own behavioral, physical appearance or personality. Recent studies have emphasized the role of self-directed disgust in the development of several emotional and behavioral problems, especially depression. Self-disgust is also considered an important concept having potential to highlight not only many clinical but also social mechanisms. Therefore, the aim of the current study was to translate Self-Disgust Scale Revised that is a self-report tool assessing the level of self-directed disgust, into Turkish and to examine its psychometric properties.
METHODS: The study was carried out with 382 volunteer undergraduate students (310 females and 72 males) between the ages 18 and 29. In addition to Self-Disgust Scale Revised, Beck Depression Inventory, Positive and Negative Affect Scale, Psychological Well-Being Scale, Rosenberg Self-Esteem Scale and Disgust Scale (Revised) were administered during data collection.
RESULTS: The result of the explanatory factor analysis supported the original factor structure indicating that the general self-disgust consisted two dimensions, named as, behavioral and physical appearance based disgust. The reliability analyses also revealed that total scale and the subscales of behavioral and appearance self-disgust had high internal consistency and test-retest reliability. Additionally, the divergent and convergent validity of the scale were confirmed with the correlation between the scale and the other variables in the study. The results also indicated that self-disgust differed from general disgust sensitivity.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The overall findings of the study revealed that, Turkish version of the Self-Disgust Scale-Revised was an instrument to assess self-directed disgust with satisfactory reliablity and validity values.

9.Developing an auxiliary tool for treatment of specific phobias via virtual reality technology applications: An effectiveness study (tur)
Sedat Işıklı, Zeynel Baran, Selçuk Aslan
doi: 10.5505/kpd.2019.43660  Pages 316 - 328
GİRİŞ ve AMAÇ: Özgül fobi tanısı almış yetişkin bireylere verilecek psikolojik destek sürecinde kullanılmak üzere alandaki uzmanların kullanabileceği yardımcı bir aracın geliştirilmesi, bu kapsamda geliştirilen cihazın etkinliğinin davranışsal ve fizyolojik ölçümlerle belirlenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ruh sağlığı uzmanı tarafından özgül fobi tanısı almış ve ilaç kullanmayan 11 katılımcı (7 kadın X ̅yaş=38.57, Ss=8.89; 4 erkek X ̅yaş=41.75, Ss=13.07), fobi içeriklerine yönelik oluşturulan sanal gerçeklik senaryolarına aşamalı olarak maruz bırakılmışlardır. Maruz bırakma aşamaları sırasında galvanik deri tepkisi (GSR) ve kalp atım hızı (KAH) gibi fizyolojik ölçümlerle birlikte her aşama öncesi ve sonrasında alınan öznel sıkıntı bildirimleri bağımlı değişken ölçümü olarak alınmıştır. En çok korku/kaygı uyandıran uyarıcıya ilk ve son maruz kalma sırasında alınan öznel bildirimler (ön test-son test) ile ilk ve son maruz kalma sonrasın verilen fizyolojik tepkilere ilişkin minimum, maksimum ve tepeden tepeye genlik değerleri Wilcoxon İşaretli Sıralar Testiyle analiz edilmiştir.
BULGULAR: Öznel sıkıntı bildirimi, GSR ve KAH ölçümlerinde en korku verici uyarıcı için elde edilen ön test-son test karşılaştırmaları, son ölçümlerde anlamlı derecede bir azalmaya işaret etmektedir.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Katılımcılardan elde edilen davranışsal ve fizyolojik ölçümlerle yapılan analizler öğrenilmiş korku tepkilerinin ilgili uyarıca sanal olarak maruz kalmaları sonrasında bir sönme eğilimine girdiğini göstermektedir. Sanal gerçeklik uygulamaları özgül fobi tedavisinde etkin bir şekilde kullanılabilir.
INTRODUCTION: Purpose of the study is to develop an auxiliary tool that can be used by experts working in the clinical settings for psychological support processes to adults diagnosed with simple phobia. In that realm, one another related aim is also to evaluate the effectiveness of the developed tool via behavioral and physiological measurements.

METHODS: Eleven participants diagnosed with specific phobia (7 females X ̅age=38.57, SD=8.89; 4 males X ̅age=41.75, SD=13.07) by mental health specialist were exposed to virtual reality scenarios in a systematic desensitization manner. There were 6 person with cynophobia, 2 with arachnophobia, 1 with acrophobia and 2 with claustrophobia. Each of four phobia scenario sessions consisted of diffferent number of stages to be completed. None of the participants were received any drug medication for phobia before and also during the study. In addition to physiological meaurements like galvanic skin response (GSR) and heart rate (HR), subjective units of distress scale (SUDS) measurements were also taken before and after exposure to each stage as dependent variables. To compare different phobia scenarios, minimum, maximum and peak-to-peak amplitude values of the first and last exposure to the most feared stimuli for physiological records and first and last exposure SUDS values again for the most feared stimuli were analyzed with Wilcoxon Signed Rank Test.
RESULTS: The most fear/anxiety procuding stimuli comparisons for the first (pre-test) and the last (post-test) exposures in SUDS, GSR and HR measurements indicated that there was significant decrements in post-test measurements with respect to the ones for pre-tests.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Analyses of behavioral and physiological measurements obtained from the participants showed that the learned-fear-responses have a tendency to extinct after being exposed to the relevant stimuli virtually. Thus, virtual reality applications can be effectively usable in the treatment of specific phobias.

10.Internet addiction and its relation with psychopathology in adolescents: A cross-sectional study (tur)
Özlem Hekim, Zeynep Goker, Hilal Aydemir, Esra Çöp, Gülser Dinç, Özden Üneri
doi: 10.5505/kpd.2019.80488  Pages 329 - 337
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada klinik örneklemde mevcut ergenlerin psikiyatrik tanı dağılımı ile internet kullanımı arasındaki ilişkinin araştırılması ve internet kullanım örüntülerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma örneklemini çocuk ve ergen psikiyatri polikliniğine çeşitli duygusal ve davranışsal sorunlar ile ilk kez başvuran, 13-17 yaş aralığında, ergenler oluşturmuştur. Ergenlerde psikopatoloji, klinik görüşme yapılarak değerlendirilmiştir ve ergenlerden sosyo-demografik bilgi formu ve internet bağımlılığı ölçeğini doldurmaları istenmiştir. Verilerin istatistiksel değerlendirmesinde ikili karşılaştırmalarda p <.05, üçlü karşılaştırmalarda p <.017, dörtlü karşılaştırmalarda p <.012 anlamlılık düzeyi olarak kabul edilmiştir.
BULGULAR: Örneklem %64’ü (n = 103) kız, 161 ergenden oluşmaktadır. İnternet kullanım özellikleri ile internet bağımlılık ölçeğine göre belirlenen gruplar arasındaki ilişki değerlendirildiğinde, internette geçirilen süre ve yaş ortanca dağılımları açısından gruplar arasında internet bağımlılığı lehine anlamlı düzeyde fark olduğu saptanmıştır. Psikiyatrik bozukluklar açısından gruplar arası dağılım oranları incelendiğinde ergenlerin, %73,9’unda en az bir psikiyatrik bozukluk varlığı saptanmış ve bu tanılar arasında major depresif bozukluk tanısının bağımlı ve riskli grupta istatiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek olduğu bulunmuştur
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızın sonuçlarına göre ergenlerde internet bağımlılığı ile psikiyatrik bozukluklar ve özellikle major depresif bozukluk arasında yakın bir ilişki olduğu saptanmıştır. Çalışma bulgularının, ergenlik dönemi psikiyatrik tanı alan hasta populasyonunda internet bağımlılığını değerlendirme açısından ilgili yazına önemli bir katkı sağlayabileceği düşünülmüştür.
INTRODUCTION: This study aimed to evaluate the relation between psychiatric diagnoses and internet usage in a clinical sample of adolescents and determine the pattern of internet use.

METHODS: Adolescents aged 13-17 years who admitted to a child-adolescent psychiatry outpatient clinic for some emotional or behavioral problems were included. Psychopathologies were evaluated via clinicial interview and sociodemographic form and internet addiction scale were applied to be fulfilled. p <.05 was accepted to be significant for dual comparisons, p<.017 for triple and p<.012 for quadriple comparisons.

RESULTS: There were 161 adolescents with 64% (n = 103) of all were girls. Internet usage and internet addiction scale variables pointed out that there was a relation between age, internet usage duration and internet addiction. Psychiatric diagnoses distribution was significantly higher among adolescents as 73.9% of all had at least one psychiatric disorder. Major depressive disorder was found to be significantly higher in addictive and risky groups.

DISCUSSION AND CONCLUSION: Findings point out that there is a relation between internet addiction and psychiatric disorders especially major depressive disorder. These results could support the studies in this field as adolescents who have any psychiatric disorders ought to be evaluated for internet addiction.


11.Assessment of psychiatric consultations in an educational-research hospital and accuracy rates of recognition of psychiatric diseases (tur)
İrem Ekmekci Ertek, Hayriye Mihrimah Öztürk
doi: 10.5505/kpd.2019.75046  Pages 338 - 346
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada bir eğitim- araştırma hastanesinde yatan hastalar için istenen psikiyatri konsültasyonlarının değerlendirilmesi ve psikiyatrik hastalıkların diğer hekimler tarafından doğru tanınma oranlarının incelenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 01/04/2016 – 01/10/2016 tarihleri arasında Ankara Numune Eğitim Araştırma Hastanesi acil servis dışındaki bölümlerde yatarak tedavi gören ve psikiyatri konsültasyonu istenen hastalar geriye dönük olarak taranmıştır.
BULGULAR: Bu süre içinde Ankara Numune Hastanesi’ne acil servis ve psikiyatri servisi dışında 27457 hasta yatmış ve toplamda 544 (% 1.9) psikiyatri konsültasyonu istenmiştir. Psikiyatri konsültasyonları en sık ajitasyon nedeni ile istenmiş olup (%17.5); %16.9’unda ise herhangi bir neden belirtilmemiştir. Anksiyete (%8.3), ilaç tedavisinin düzenlenmesi (%6.1), deliryum (%5.5), uyku sorunları (%5.3) ve nakil öncesi değerlendirme (%4.4) de sık görülen diğer konsültasyon nedenleri arasındadır. En yüksek psikiyatrik konsültasyon isteme oranı kemik iliği transplantasyon ünitesinde olup (%21) onu enfeksiyon hastalıkları (%9.6), yoğun bakım (%9.5) ve fizik tedavi (%9.0) izlemektedir. Konsültasyon istenen hastaların %29.4’ünde ruhsal hastalık bulunmamıştır. 149 hastaya (%27.4) anksiyete bozukluğu, 70 hastaya (%12.9) deliryum, 37 hastaya (%6.8) depresyon, 22 hastaya (%4) alkol/ madde kullanım bozukluğu, 20 hastaya psikotik bozukluk (%3.7), 15 hastaya travma ile ilişkili bozuklular (%2.8), 2 hastaya ise (%0.4) somatizasyon bozukluğu tanısı konmuştur. Psikiyatri tarafından doğrulanma oranı en yüksek olan hastalık deliryum olup (%89.5) ikinci sırada anksiyete bozukluğu (55.6) ve alkol-madde kullanım bozuklukları (%53.3) gelmektedir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada psikiyatri konsültasyonu isteme oranlarının düşük olduğu, deliryumun psikiyatri dışı hekimlerce iyi tanınmasına karşın psikotik bozukluklar ve somatizasyon bozukluklarının yeterince tanınmadığı bulunmuştur.
INTRODUCTION: In this study, it was aimed to evaluate the psychiatric consultations required for inpatients in an education-research hospital and to examine the correct recognition rates of psychiatric diseases by other physicians.
METHODS: Psychiatric consultations for patients who were hospitalized at Ankara Numune Training and Research Hospital except psychiatry and emergency department had been retrospectively screened between 01/04/2016 - 01/10/2016.
RESULTS: During this period, 27457 patients were hospitalized in Ankara Numune Hospital apart from the emergency department and psychiatric services, and a total of 544 (1.9%) psychiatric consultations were requested. Psychiatric consultations were most frequently requested with the reason of agitation (17.5%); 16.9% did not specify any reason. Anxiety (8.3%), drug treatment regulation (6.1%), delirium (5.5%), sleep problems(5.3%) and pre-transplant evaluation (4.4%) are other common causes of consultation. The highest rate of psychiatric consultation was in the bone marrow transplant unit (21.0%) followed by infectious diseases (9.6%), intensive care (9.5%) and physical medicine and rehabilitation (9.0%). There was no psychiatric disease in 29.4% of the requested consultations. 149 patients (27.4%), were diagnosed with anxiety disorder,70 patients (12.9%) with delirium, 37 patients (6.8%) with depression, 22 patients (3.7%) with alcohol / substance use disorder, 20 (3.7%) patients with psychotic disorder, 15 patients (2.8%) with trauma related disorders, and 2 patients (0.4%) were diagnosed with somatization disorder. Delirium had the highest rate of recognition by primary medical care providers (89.5%), followed by anxiety disorders (55.6) and alcohol-substance use disorders (53.3%).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In this study, psychiatric consultation rates were found to be low, psychotic disorders and somatization disorders are not well recognized even though delirium is well known by primary medical care providers

REVIEW
12.What is pica and rumination disorder? Diagnosis and treatment approaches (tur)
Murat Kaçar, Çiçek Hocaoğlu
doi: 10.5505/kpd.2019.50570  Pages 347 - 354
Pika ve geri çıkarma bozukluğu (ruminasyon bozukluğu), Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı 5.baskısında beslenme ve yeme bozuklukları başlığı altında tanımlanmıştır. Çocuklarda ve ergenlerde her iki bozukluk için de sınırlı epidemiyolojik veriler vardır. Etiyolojide psikososyal ve biyokimyasal faktörler öne çıkmaktadır. Özellikle düşük sosyoekonomik düzey, ihmal, istismar, yetersiz anne-çocuk etkileşimi ile bozuklukların güçlü ilişkisi gösterilmiştir. Demir, kalsiyum ve çinko dahil olmak üzere pika ve mikrobesin eksiklikleri arasındaki ilişki iyi tanımlanmıştır. Gelişimsel engelli çocuklar birçok problem davranış biçimi için daha fazla risk altında olsa da pika özellikle yaşamı tehdit eden tıbbi sonuçlarla sonuçlanabilmesi nedeniyle önemlidir. Ruminasyon bozukluğunda kendiliğinden remisyon sık görülmesine rağmen ilerleyici beslenme bozukluğu, dehidratasyon, hastalıklara direncin düşmesi gibi sekonder komplikasyonlar da gelişebilir. Günümüzde pika ve ruminasyon bozukluğu için spesifik olarak kanıta dayalı tedavi protokolü bulunmamaktadır. Tedaviler psikososyal, çevresel, davranışsal ve aile rehberliği yaklaşımlarını öne çıkarmaktadır. Bu bozuklukların tedavisine yönelik güçlü klinik önerilerin geliştirilmesini sağlamak için randomize kontrollü çalışmaların yapılmasına ihtiyaç vardır. Gelecekteki araştırmalar için öneriler, beslenme ve yeme bozukluklarının erken belirleyicileri üzerinde odaklanmış, desteklenen tedavileri ve önleme programlarını tanımlamayı içermektedir. Son yıllardaki araştırmalar dikkate alınarak yapılan bu gözden geçirme, her iki bozukluk için tanı ölçütlerini, klinik özelliklerini ve tedavi seçeneklerini özetlemektedir.
Pica and rumination disorder are described under the heading of nutrition and eating disorders in Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders 5th ed. In children and adolescents there is limited epidemiological data for both disorders. Psychosocial and biochemical factors come to the forefront in etiology. Particularly low socioeconomic level, neglect, abuse, inadequate maternal-child interaction and strong association of disorders have been shown. The relationship between pica and micronutrient deficiencies, including iron, calcium and zinc, is well defined. Children with developmental disabilities are more at risk for many problem behaviors, but pica is especially important because it can result in life-threatening medical consequences. It is thought that oesophageal reflux may be a predisposition to ruminating behavior but is the main cause of psychosocial problems and / or impairment of operant conditioning. Even though spontaneous remission is frequent in rumination disorder, secondary complications such as progressive malnutrition, dehydration and resistance to diseases may develop. Currently, no evidence-based treatment protocol exists specifically for pica and rumination disorders. The treatments emphasize psychosocial, environmental, behavioral and family guidance approaches. There is a need for randomized controlled trials to develop strong clinical recommendations for the treatment of these disorders. Suggestions for future research include identifying supported therapies and prevention programs focused on early determinants of nutrition and eating disorders. This review, based on recent research, summarizes diagnostic criteria, clinical features and treatment options for both disorders.

13.Psychiatry services and moral distress (tur)
Mustafa Sabri Kovancı, Azize Atlı Özbaş
doi: 10.5505/kpd.2019.05706  Pages 355 - 363
Psikiyatri hizmetlerinde etik konuların sık sık gündeme geldiği bilinmektedir. Etik sorunlarla karşılaşan sağlık profesyonelleri yasa, yönetmelik ve kurumsal düzenlemeler yardımıyla bu durumların üstesinden gelmeye çalışmaktadır. Fakat bu sistemler karşılaşılan her zaman sorunların çözümünde etkili olamamakta ve kişilerde moral bütünlükleri zarar görmektedir. Bir sağlık personelinin yapılacak doğru eylemi bilmesine rağmen, kurumsal kısıtlamalar nedeniyle doğru eylem sürecini takip etmenin neredeyse imkânsız olduğu durumlarda yaşadığı sıkıntı olarak adlandırılan moral distres psikiyatri alanı uygulamalarında sıklıkla karşılaşılan bir olaydır. Moral Distres, sağlık hizmet sistemine, sağlık çalışanına ve hizmet alan grubun özelliklerine göre dışsal (kurumsal), klinik ve bireysel faktörden etkilenmektedir. Ayrıca, moral distres, sağlık personellerinin sağlığını, bakım kalitesini, hasta güvenliğini olumsuz yönde etkilemektedir. Hem sağlık çalışanın sağlığı hem de hizmetin kalitesi üzerine önemli etkileri olan moral distres kavramına dikkat çekmek ve moral distres kavramının psikiyatri alanına özgü olarak ele almak amacıyla bu derleme yazılmıştır.
It is known that ethical issues frequently become the main topic of conversation in psychiatry services. Healthcare professionals, who face ethical problems, seek to overcome them via laws, regulations and institutional legislations. However, these systems are not always influential in solving the problems and moral integrity of the individuals are negatively affected. Moral distress was originally defined as occurring when a healthcare personnel knows the right thing to do, but institutional constraints make it nearly impossible to pursue the right course of action and it is common event in psychiatric field. Moral distress is affected by external (institutional), clinical and individual factors depending on the characteristics of healthcare service system, healthcare personnel and service receiver group. Furthermore, moral distress negatively affects the health, care quality of the healthcare personnel and patient safety. This review has been prepared with a view to drawing attention to the concept of moral distress, which has significant effects on the health of healthcare personnel and service quality, analyzing it specifically in psychiatry field.

CASE REPORT
14.The contagion of suicidal behavior in adolescents: A case report (tur)
Selma Çilem Kızılpınar, Burçin Çolak, Bedriye Öncü
doi: 10.5505/kpd.2019.74946  Pages 364 - 368
İntihar davranışı için birçok risk etmeni tanımlanmıştır. Ancak intihar bulaşı ve intihar kümelenmesi fenomenlerinin üzerinde son yıllarda durulmaya başlanmıştır. İlk olarak ‘Werther etkisi’ olarak adlandırılan intihar bulaşı tanınmış kişilerin intiharından sonra genç bireylerde görülen intihar girişimi anlamına gelir. İntihar kümelenmesi ise belli bölgelerde, benzer dönemlerde intihar miktarında beklenmedik artış anlamına gelir. Yakın bir arkadaşının intiharı veya medyada intihar ile ilişkili içeriklere maruz kalma, özellikle ergenlerde ve hassas kişilerde intihar davranışı için tetikleyici bir faktör olabilmektedir. Bu makalede arkadaşının intiharından üç hafta sonra intihar girişiminde bulunan bir ergen tartışılacak, intihar bulaşı ve kümelenmesi ile ilgili alanyazın gözden geçirilecektir.
On dokuz yaşında kadın hasta mutsuzluk, isteksizlik, uyku ve iştah problemleri sebebi ile kliniğimize başvurdu. Yakınmaları yaklaşık 1 ay önce erkek arkadaşı ile yaşadığı ilişki sorunlarından sonra başlamıştı. Depresyon tanısıyla tedavisi düzenlenen olgu tedavi sürecindeyken en yakın kız arkadaşı evinde bulunan ilaçlardan aşırı dozda alarak intihar etti. Hasta bu intihardan yaklaşık 1 ay sonra ilaçla intihar girişiminde bulundu. Depresyon ve geçmişte intihar girişimi öyküsü gibi intiharla ilgili risk faktörleri olmakla birlikte arkadaşının ölümünden önceki görüşmelerde, intihar düşüncelerinden hiç söz etmemişti. Bu nedenle arkadaş intiharının önemli bir tetikleyici olduğunu düşünüldü.
Bu vaka sunumunun amacı intihar bulaşı ile ilgili farkındalığı arttırmak ve alınacak önlemleri tartışmaktır.
Many risk factors have been identified for suicidal behaviors however suicidal contagion and suicide clustering phenomenon have been focused only in recent years. Suicidal contagion has been defined as ‘Werther effect’ which refers to the suicidal attempts of young individuals after exposure to suicides of famous people. Suicide cluster means an unexpected increase in suicidal behaviours at certain periods in certain regions. The suicide of a close friend or exposure to suicide-related contents in the media can be a precipitating factor for suicidal behavior particularly in adolescents and vulnerable individuals. In this case report, an adolescent who attempted suicide 3 weeks after her friend's suicide, will be discussed and the literature related to the suicide contagion and clustering will be reviewed.
19-year-old female patient was admitted to our clinic with complaints of unhappiness, unwillingness, sleep and appetite problems. Her complaints started aproximately 1 month ago after having relational problems with her boyfriend. When she was under treatment in our clinic, her close friend committed suicide. She attempted suicide about 1 month later after the suicide of her friend. Although she had some suicidal risk factors such as the presence of depressive symptoms, history of suicide attempts, she never enounced suicidal ideation in previous sessions. The suicide of her friend was considered as an an important trigger for her suicidal attempt.
The aim of this case report is to raise awareness about suicide contagion and to discuss the precautions.

15.Urinary retention associated with catatonia: Case report (eng)
Ömer Asan, Erol Göka
doi: 10.5505/kpd.2018.04909  Pages 369 - 373
Katatoni ilk olarak Karl Kahlbaum tarafından 1874 yılında tanımlanmıştır. Katatoni katalepsi, balmumu esnekliği, stupor, negativizm, mutizm ve ekolali gibi belirtilerle seyreder. Önceleri sadece şizofreni ile ilişkilendirilirken günümüzde afektif bozukluklar başta olmak üzere diğer psikiyatrik bozukluklar ve tıbbi durumlara bağlı olarak da gelişebildiği bilinmektedir. Katatoni ile birlikte özellikle pulmoner, gastrointestinal, genitoüriner olmak üzere birçok komplikasyon görülebilir. Bu olguda katatoniye bağlı gelişen, EKT ve benzodiyazepin tedavisi uygulanan bir üriner retansiyon olgusu sunmayı planladık. Katatoni gelişen hastalarda üriner retansiyon ve glob vezikale gelişebileceği göz önünde bulundurulmalı, geliştiyse acil müdahale edilmelidir.
Catatonia was first introduced by Karl Kahlbaum at 1874. Catatonia is a syndrome that includes catalepsy, waxy flexibility, stupor, negativism, mutism, and echolalia. At first, it was linked with just schizophrenia for many years but it is currently known that this disorder may occur with other medical conditions and psychiatric disorders especially mood disorders. Several complications especially pulmonary, genitourinary, gastrointestinal may occur with catatonia. Here, we aimed to report a case of urinary retention associated with catatonia and treated with ECT and benzodiazepine. As a result, urinary retention and globe vesicale should be considered in patients presented with catatonia and it should be treated urgently.

LookUs & Online Makale