ISSN 1302-0099 | e-ISSN 2146-7153
TURKISH JOURNAL CLINICAL PSYCHIATRY - J Clin Psy: 20 (2)
Volume: 20  Issue: 2 - 2017
EDITORIAL
1.Editorial
Burhanettin Kaya
Pages 74 - 75
Abstract |Turkish PDF

RESEARCH ARTICLE
2.The Contribution of Projective Identification, Conflict Resolution Styles, Gender Roles on Marital Satisfaction
Ayten Zara, Fatma Gökçe Yücel
doi: 10.5505/kpd.2017.68077  Pages 76 - 83
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın ana amacı, yansıtmalı özdeşimin, toplumsal cinsiyet rollerinin ve çatışma çözme biçiminin evlilik doyumuna olan katkısını araştırmaktır. Çocukluk döneminde oluşmaya başlamış olan içselleştirilmiş bir ilişki modeli etkisiyle iliklerini yaşar. Bu yansıtmalı özdeşim modeli eşlerin birbleriyle yaşadığı çatışmları ve bu çatışmların nasıl çözüleceğini belirler.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Veriler 54’ü erkek, 69’u kadın olmak üzere 123 evli kişiden toplanmıştır. Yaşları ortalama 32.5 olmak üzere, 23 ile 44 arasında değişmektedir. Araştırmada demofrafik bilgi formu, Türkçeye standardize edilmiş, orijinal adlarıyla Marital Life Scale, Paulson Daily Living Inventory, Conflict Resolution Styles Scale, and Bem-Sex Role Inventory kullanaılarak katılımcılardan data toplanmıştır.
BULGULAR: Korelasyon analizleri yansıtmalı özdeşim, çatışma çözme biçimi ve evliliğe dair doyum arasında güçlü bir ilişki bulmuştur. 3-yollu ANOVA analizleri feminen özelliklerin evliliğe dair doyum ve itaat etme davranışlarına önemli bir etkisi olduğunu göstermiştir. Çoklu regresyon analizleri bütün değişkenlerin, evliliğe doyumunun %52’sini açıklayabildiğini göstermiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yetişkinlerin yıkıcı etkileşim biçimlerinde farkındalık yaratmayı vurgulayan çift ve evlilik terapisi, çiftlerin birbirlerinin farklarını kabul etmelerine yardımcı olup, işlevsel bir şekilde problem çözmelerine yardımcı olabilir.
INTRODUCTION: The main aim of this study was to investigate the contribution of projective identification, gender roles, conflict resolution style on marital satisfaction. The study proposed that internal processes of intra-psychic personality, the conflict resolution and the gender roles are important dimensions in the understanding of couple marital satisfaction. Partners enter into an intimate relationship preexisting internal working models and perceptual tendencies. In projective identification the person attempts to induce in his or her partner the self-representation from the original negative interaction. Early identification processes with the parent has strong effect on partner’s conflict resolution styles.
METHODS: The data was collected from 123 married people: 54 of them were male and 69 of them were female. Their ages ranged from 23 to 44 with the mean age of 32.5. The participant of this study were selected by convenience sampling. The booklet of demographic information form, Marital Life Scale, Paulson Daily Living Inventory, Conflict Resolution Styles Scale, and Bem-Sex Role Inventory was used to collect the data.
RESULTS: The correlation analysis showed a strong relationship between projective identification, conflict resolution styles and marital satisfaction. A series of 3 way ANOVA analysis indicated that feminine characteristics have a significant effect on marital satisfaction and subordination behaviors. The multiple regression analysis indicated that all of these variables can account for 52% of variance in marital satisfaction.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Understanding the underlying sources of conflict in a marriage is very important because it helps promoting awareness in destructive adult interaction styles would be helpful in aiding couples to accept their differences and to develop effective problem management.

3.The Examination of the Relationship Between Perceived Parental Acceptance- Rejection and Anger Expression Styles and Depressive Symptoms
Merve Kılıç Yıldız, İhsan Dağ
doi: 10.5505/kpd.2017.98698  Pages 84 - 95
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada üniversite öğrencilerinin algıladıkları ebeveyn kabul veya red düzeyi, sürekli öfke düzeyi, öfke ifade tarzları ve depresif belirti düzeyleri arasındaki ilişkilerin incelenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu amaçla Hacettepe Üniversitesi’nde lisans ve lisansüstü düzeyinde okumakta olan 366 kişiye (185 kadın, 181 erkek) (X= 21.11; SS=3.57) “Ebeveyn Kabul veya Red Ölçeği ”, “Sürekli Öfke ve Öfke İfade Tarzı Ölçeği’’ ve “Beck Depresyon Envanteri” uygulanmıştır.
BULGULAR: Çalışmada erkeklerin annelerinden algıladıkları sıcaklık düzeyi, kadınlara göre daha yüksek bulunmuştur. Ayrıca, kadınların sürekli öfke düzeyleri erkeklerden daha yüksek bulunmuştur. Ebeveyn kabul veya red düzeyinin depresyonu yordadığı, özellikle de babadan algılanan red düzeyinin belirleyici olduğu tespit edilmiştir. Ebeveynlerden algılanan reddin alt boyutları tek tek incelendiğinde, annenin ve babanın toplam red düzeyinin çocuklarının depresiflik düzeyini pozitif yönde yordadığı sonucuna varılmıştır. Ayrıca algılanan baba kabul ve reddi düzeyleri incelendiğinde, öfkeyi dışa dönük ifade etmeyi ve öfke kontrolünü en belirleyici yordayan değişkenin düşmanlık/ saldırganlık olduğu gözlenmiş ve babadan algılanan düşmanlık/saldırganlık arttıkça da öfke kontrolünde azalma olduğu görülmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bulgular, ilgili alanyazında yer alan sonuçları büyük ölçüde desteklemiştir.
INTRODUCTION: The aim of this study was to investigate the relationships among perceived parental acceptance rejection levels with anger levels, anger expression styles, and depressive symptoms of university students.
METHODS: For this purpose, Parental Acceptance-Rejection Inventory, The State-Trait Anger Scale, and Beck Depression Inventory were administered to 366 Hacettepe University undergraduate and graduate students (185 women, 181 men) (X= 21.11; SD=3.57).
RESULTS: The t-test, correlation and regression analysis revealed that there are no gender difference, except two, in perceived parental acceptance-rejection levels, anger levels, and anger expression styles, and depressive symptom levels. The perceived warmth by the mother is significantly higher for males than females, and the female’s anger levels is higher than the anger levels of males. Also, it’s found that the levels of parental acceptance rejection predicts depressiveness, especially, the perceived parental rejection by the father predicts depresiveness. When the subscales of the perceived parental rejection were examined one by one, it’s found that the total rejection level by the father, and by the mother predict depressiveness. Moreover, when the levels of the parental acceptance rejection were examined, it’s found that the best predictor of the extraversive expression of anger, and the control of anger is the hostility/aggression levels by the father; if the perceived hostility/aggression by the father increases, the extraversive expression of anger also increases and the control of anger decreases.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The results largely supported of the related literature.

4.Prediction of Dropout with Observer Assessment: Preliminary Study
İ Volkan Gülüm, Gonca Soygüt
doi: 10.5505/kpd.2017.75047  Pages 96 - 103
GİRİŞ ve AMAÇ: Yarıda bırakılacak psikoterapi süreçlerini 3. seansta yapılacak bir gözlemci değerlendirmesiyle öngörebilmeyi hedefleyen Hasta-Terapist Etkileşimi Değerlendirme Formu’nun (HTED-F) sınanmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: HTED-F, terapötik ittifakta kırılma, psikoterapinin yarıda bırakılmasını önleme ve bu iki değişkenin ilişkisine odaklanan önceki çalışmalara temellendirilerek oluşturulmuştur. 4 klinik psikolog, psikoterapi sürecini yarıda bırakan 19 hasta (14 kadın, OrtYaş=22.68, SSYaş=3.83) ile psikoterapi sürecini tamamlayan 20 hastanın (15 kadın, OrtYaş=28.08, SSYaş=7.36) 3. seanslarını video kayıtlarını HTED-F’ye göre puanlamıştır.
BULGULAR: Psikoterapisini yarıda bırakan grup ile tamamlayan gruplardaki hastaların Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri-II ve Belirti Ölçeği ön test sonuçları; 3. seansların terapötik ittifak değerlendirmesi ve bu seansları yürüten terapistlerin yaşı açısından farklılaşmadığı ancak süreci yarım bırakan hastaların yaşının süreci tamamlayan hastaların yaşına göre anlamlı düzeyde daha düşük olduğu görülmüştür. Analiz sonuçları HTED-F’nin yargıcılar arası güvenirliğinin güçlü (ICC = 0.50 - 0.71, F(41, 123) = 2.02 - 3.47, p <.01) olarak değerlendirilebileceğini göstermiştir. HTED-F’nin grupları birbirinden ayırt edip etmediğini değerlendirmek üzere yapılan t-test sonuçları istatistiksel olarak anlamlı çıkmasa da HTED-F’nin grupları ayrıştırabilme potansiyelini ortaya koymuştur (OrtPYB=4.26, SSPYB=5.35; OrtTamamlayan=3.45, SSTamamlayan=3.33).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Psikoterapiyi yarıda bırakmayı terapi süreçlerinin başında seans içi düzeyde değerlendirme ve öngörebilmek adına geliştirilen HTED-F’nin başlangıç için umut verici sonuçlar verdiği ancak ilerideki çalışmalarda daha kapsamlı psikometrik incelemelere ihtiyaç olduğu görülmüştür.
INTRODUCTION: The aim of this study was to examine the Patient-Therapist Interaction Assessment Form (PTIA-F), which was developed to predict psychotherapy dropouts from third session of a psychotherapy process.
METHODS: The PTIA-F was developed by the authors based on the studies which were focused on therapeutic alliance ruptures, prevention of psychotherapy dropouts and the relationship between alliance ruptures and dropouts. The PTIA-F has 42 items and score range is between -15 and +27. In parallel with the aim of the study 4 clinical psychologist rated dropped out (n= 19, 14 female and 5 male, MAge=22.68, SDAge=3.83) and completed psychotherapies’ (n= 20, 15 female and 5 male, MAge=28.08, SDAge=7.36) third sessions according to the PTIA-F.
RESULTS: The dropout and completed process groups were not differentiate in terms of Early Close Relationship Inventory-II and Symptom Checklist; therapeutic alliance rating in 3rd sessions and therapists age. The patients’ age was significantly lower in dropout group. Results showed that the PTIA-F has strong interrater reliability (ICC = 0.50 - 0.71, F(41, 123) = 2.02 - 3.47, p <.01). The t-test result which was conducted to test the PTIA-F between groups, was not statistically significant but there was promising results for the future studies (MDropout=4.26, SDDropout=5.35; MCompleted=3.45, SDCompleted=3.33).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Although the PTIA-F has promising result to predict psychotherapy dropouts from early phase of psychotherapy process, further studies examining the psychometric properties of the instrument more comprehensively are needed.

5.Sociodemographic and Clinical Characteristics of Inpatients with Schizophrenia In Psychiatry Clinics
Yusuf Kocal, Gonca Karakuş, Lut Tamam
doi: 10.5505/kpd.2017.58077  Pages 104 - 113
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada şizofreni tanısı ile 2010-2014 yılları arasında yatarak tedavi gören hastaların klinik ve sosyodemografik özelliklerinin belirlenmesi; cinsiyet ve başlangıç yaşına göer klinik ve sosyodemografik özelliklerin karşılaştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmaya 2010-2014 yılları arasında yatarak tedavi gören, DSM IV-TR’ye göre şizofreni tanısı alan 208 hasta dahil edilmiştir. Veri toplama formu, Pozitif Belirtileri Değerlendirme Ölçeği (SAPS), Negatif Belirtileri Değerlendirme Ölçeği (SANS), Hamilton Depresyon Ölçeği ve İçgörü Değerlendirme Ölçeği hasta dosyaları taranarak, hasta dosyalarından alınmıştır.
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen hastaların 107’si (%51,4) erkekti. Hastalığın ortalama başlangıç yaşı 23,82±9,78 idi. Başlangıç yaşı açısından kadın ve erkekler arasında anlamlı fark saptanmadı. Bir veya daha fazla sanrısı olan hastaların oranı % 98,6 (n: 205), bir veya daha fazla halüsinasyonu olan hastaların oranı % 59,6 (n: 124) olarak bulunmuştur. Cinsiyete göre yapılan karşılaştırmada erkeklerde sigara, alkol ve madde kullanımının, adli suç öyküsü fazla; kadın hastalarda yaşam boyu özkıyım girişimi öyküsü fazla ve SAPS puanları yüksekti. Başlangıç yaşlarına göre yapılan karşılaştırmada 40 yaşından önce başlayan grupta ailede ruhsal bozukluk öyküsü oranları yüksekti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Daha geniş ve homojen dağılım gösteren bir örneklem grubu ve aynı zamanda hasta ve ailesi ile bire bir görüşme ile yapılacak olan çalışmanın, şizofreninin klinik özelliklerinin daha ayrıntılı belirlenmesi açısından katkı sağlayabileceği söylenebilir.
INTRODUCTION: The aim of study as to determine the clinical and sociodemographic characteristics of the inpatients with the diagnosis of schizophrenia between the years 2010-2014. Patients were grouped according to the gender and age of onset and these groups were compared.
METHODS: 208 patients who had been diagnosed with schizophrenia according to DSM IV TR between the years 2010-2014. Sociodemographic and clinical data form, Scale for the Assessment of Positive Symptoms(SAPS) and Scale for the Assessment of Negative Symptoms(SANS), Hamilton Depression Rating Scale and Insight Assessment Scale were filled by scanning previous patient files.
RESULTS: 107(51,4%) of the patients included in this study were male. Mean age of onset of schizophrenia was 23,82±9,78. There was no significant difference between men and women in terms of age at onset. The rate of patients with one or more delusions was 98,6 % (n: 205), the rate of patients with one more halucinations was 59,6 % (n: 124). Lifetime smoking, alcohol and substance abuse and legal problem rates were higher in male patients. Lifetime history of suicide and SAPS scores were higher in female patients. Family history of psychiatric disorders was higher in early onset schizophrenia patients(<40 age).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The study which determined wider and homogeneous distribution samples in this subject and at same time meeting patients and their families can contribute to identify disease’s clinical features more detailed.

6.A General View of Electroconvulsive Therapy Practices in a Psychiatry Clinic of an University Hospital
Demet Sağlam Aykut, Filiz Civil Arslan, Evrim Özkorumak Karagüzel, Ezgi Selçuk, Selin Uysal, Ahmet Tiryaki
doi: 10.5505/kpd.2017.04796  Pages 114 - 120
GİRİŞ ve AMAÇ: Elektrokonvulsif terapi (EKT) 1938 yılından beri psikiyatrik hastalıkların tedavisinde kullanılmakta olup Türkiye’de EKT uygulama oranları yatan hastalar arasında %9-16.4 arasında bildirilmiştir. Bu çalışmada bir üniversite hastanesi psikiyatri kliniğinde yatarak takip edilmekte olan hastalar arasında anestezi ile yapılan EKT uygulamalarının sıklığı, EKT uygulanan tanı grupları, EKT uygulamalarının etkinlikleri ve yan etkileri yönünden değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmaya 2007-2016 yılları arasında Karadeniz Teknik Üniversitesi Psikiyatri kliniğine yatan 2128 hastadan anestezi işlemi eşliğinde EKT uygulanan 51 hasta alınmıştır. EKT uygulanan hastaların sosyodemografik verileri, EKT uygulama endikasyonları, uygulama sayıları, EKT tedavisinin etkinliği ve yan etkileri değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Klinikte yatarak tedavi gören 2128 hastanın 51 ine (% 2.4) EKT uygulandığı tespit edildi. Hastaların %45.1’i majör depresyon, %23.5’ i bipolar bozukluk ve %19.6’ si şizofreni tanısı almıştır. Hastalarda komplikasyon olarak en sık nöbet süresinde uzama ve kardiyak komplikasyonlar gözlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma sonucunda uygulanan EKT oranları %2.35 olarak bulunmuştur. En sık tedaviye dirençli majör depresyon endikasyonunda EKT uygulanmakta olup en sık yan etki nöbet süresinde uzama olarak bildirilmiştir.
INTRODUCTION: Electroconvulsive therapy (ECT) has been used for the treatment for the psychiatric illnesses since 1938 and it was reported that the ratio of the use of ECT for the inpatients in Turkey ranged from 9% to 16.4 %. This study aimed to evaluate the frequency of the use of ECT with anaesthesia for the inpatients at a psychiatric clinic in a university, diagnosis groups receiving ECT and the efficiency and side effects of the use of ECT.
METHODS: This study included 51 patients from among 2128 patients who had ECT with anaesthesia in the psychiatric clinic between the years 2007-2016. The sociodemographic data of the patients receiving ECT, the indications of the use of ECT, the number of the application and the efficiency and side effects of the treatment of ECT were examined.
RESULTS: It was found out that 51 (2.4 %) inpatients from among 2128 had received ECT. Of the patients, 45,1 % had major depression, 23,5 % bipolar disorder and 19,6 % had schizophrenia. ECT was most frequent side effect was the extension of the duration of the seizure and cardiac complications.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It was found out that the use of ECT at our clinic was 2,35%. ECT was mostly used to cure the indications of major depression resistant to treatment and the most frequent side effect was the extension of the duration of the seizure and cardiac complications.

7.An Retrospektive Invesstigation Into Suicides Between 2005 And 2015 In Tunceli
Azad Günderci, Gülnaz Karatay, Seher Gökçe, Burcu Güler
doi: 10.5505/kpd.2017.86580  Pages 121 - 128
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, Tunceli’de 2005-2015 yılları arasında meydana gelmiş olan tamamlanmış intihar ve intihar girişiminde bulunan olguları bazı özellikler açısından incelemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya, 2005-2015 yılları arasında Tunceli’de intihar eden veya intihara teşebbüs eden toplam 435 olguya ait dosya alındı. Bu amaçla, gerekli izinler alındıktan sonra Tunceli Halk Sağlık Müdürlüğü tarafından tutulan intiharla ilgili kayıtlar incelendi ve ilgili veriler araştırmacılar tarafından hazırlanan forma işlendi. Elde edilen veriler bilgisayar destekli SPSS veri tabanına aktarıldı ve tanımlayıcı istatistikler kullanılarak analiz edildi. Ancak 2010 yılına ait verilere ulaşılamadığı için belirtilen yıl değerlendirme kapsamına alınamadı.
BULGULAR: İntihar girişimleri en fazla 24 yaş ve altı bireylerde gözlenmiştir. İlkbahar ve yaz mevsimi ile kentsel alanda daha fazla gerçekleşmiştir. İntihar nedenleri değerlendirildiğinde, bilinmeyen nedenleri psikiyatrik nedenler ve ailevi sorunlar takip etmiştir. İntihar yöntemleri arasında ilaç intoksikasyonu, kesici/delici alet kullanımı ve ası yöntemleri ilk üç sırayı oluşturmaktaydı. Vakaların yaklaşık 1/17’si ölümcül olup, büyük çoğunluğunu intihar girişimi oluşturmaktadır. Erkeklerde intiharın ölümle sonuçlanma hızının (%17.1), kadınlara göre (%6) daha fazla olduğu ve yaş arttıkça intiharda ölüm oranının arttığı görüldü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Tunceli’de intiharlar gençler, erkekler, kentsel alanda yaşayanlar, bireysel sağlığı ve aile dinamiği bozulmuş kişilerde daha önemli bir sorudur. Bu bulgular doğrultusunda, Tunceli’de birinci basamak koruyucu ruh sağlığı hizmetlerinin güçlendirilmesi, risk grubunda yer alan bireyler için psikolojik danışma ve rehberlik birimlerinin kurulması önerilerinde bulunuldu.
INTRODUCTION: This study aims to investigate and understand common charecteristics of suicides and attempted suicides in the city of Tunceli between 2005 and 2015.
METHODS: Total of 435 suicides and suicide attempts were recorded by the Tunceli Health Directorate between the years of 2005 and 2015 in Tunceli. A special request to investigate these cases were granted by the Directorate. The data for all 435 cases were anonymized and then transferred to a database and analysed using SPSS software package analysed using descriptive statistics.
RESULTS: Suicide attempts and suicides were recorded at %77.6 for the under 25 years. Only 1 in every 17 sucide attempts recorded to be resulted in death, rendering majority of the cases as suicide attempts. Suicideattempts and suicide rates were recorded as much higher in males at %17.1 compared to %6 in females. Suicides attempts and suicides were most common during the spring and summer seasonsparticularly in urban parts of the city. %21.1 of the suicides and suicide attempts were recorded to be caused by family problems, and %18.2 as a result of psychiatric problems. The remainder of the cases were not recorded cause for suicide attempts and suicides. Major methods of suicides were reported as drug intoxication, use of cutter/drill tool and hanging.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Our findings indicated that suicide is a very significant issue among younger population in particular among males and in urban settings and especially among those whose personal health is impaired and family dynamics are suffering. In the light of our analysis we identified dire need to strengthen the primary mental health care services in Tunceli and implement measures to combat unemployment. Further analytical and qualitative studies are highly recommended to further our understanding of the issue and implement effective preventative measures.

REVIEW
8.Epilepsy and Stigmatization: A review
Rukiye Ay
doi: 10.5505/kpd.2017.47965  Pages 129 - 136
Toplum tarafından tehlikeli ve ürkütücü olduğu düşünülen epilepsi, sık görülen nörolojik bir hastalıktır. Kullanılan ilaçlarla epileptik nöbetler yüksek oranda kontrol altına alınsa bile, bu hastalığa yönelik korkutucu ön yargılar halen devam etmektedir. Epilepsiye yönelik damgalanmanın düzeyini etkileyen bir çok faktör vardır. Hasta yaşı, medeni durumu, eğitim durumu, hastalığın başlangıç yaşı, tedavi süresi, ilaç yan etkileri, eşlik eden fiziksel ve psikiyatrik bozukluklar, damgalayanların eğitim düzeyleri, hastalık hakkında bilgi düzeyleri bu faktörler arasında sayılabilir. Damgalanmanın hastanın yaşam kalitesi, tedaviye uyumu, sosyal ve mesleki işlevselliği gibi alanlarda olumsuz sonuçları gözlenmektedir. Bu yazının amacı, epilepsi hastalarının tedavisini zorlaştıran ve yaşam kalitelerini bozan damgalanma hakkında farkındalığı arttırmaktır.
Epilepsy, which is considered dangerous and scary by the society, is a frequent neurological disease. Although epileptic seizures can be controlled with drugs, prejudices towards this disease being scary still continue. There are several factors that determine the level of stigmatization directed to epilepsy. Age, marital status,education of the patient, age of disease onset, the treatment duration of the disease, drug side effects, accompanying physical and psychiatric disorders, education level of those stigmatizing and disease-related knowledge level are among these factors. Adverse outcomes are observed in many areas such as quality of life, treatment complience, social and occupational functionality. The aim of this article is to increase the awareness of stigmatization that hampers the treatment and quality of life of epilepsy patients.

9.A Review on the Effects of Health Warnings Printed on Cigarette Packages on Smokers
Meryem Kaynak Malatyalı, Ayda Büyükşahin Sunal
doi: 10.5505/kpd.2017.36349  Pages 137 - 149
Sigara paketleri üzerine uyarı mesajlarının yazılması sigara ile mücadele kapsamında uygulanan politikalardan biridir. Her gün milyonlarca kişi bu uyarı mesajlarına maruz kalmaktadır. Bu nedenle, sigara paketleri üzerinde yer alan uyarı mesajlarının etkinliğinin arttırılması ve bireyler üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi önemli hale gelmektedir. Bu çalışmada sigara paketleri üzerindeki sağlık uyarıları ile ilgili yapılmış çalışmaların ele alınması amaçlanmıştır. Bu kapsamda ilk olarak sigara paketleri üzerinde yer alan uyarı mesajlarının tasarımına (hem resim hem metin içeren birleşik uyarılar mı yoksa sadece resim ya da metin uyarıları mı kullanılmalı?; düz paket uygulamasına geçilmeli mi? gibi) ilişkin çalışmalar gözden geçirilmiştir. Ardından, sigara uyarılarının tasarımının yanı sıra uyarılarda verilen mesajların içeriği de (örn., mesajların çerçevesi) sigara kullanma davranışı üzerinde etkili olabildiği için bu konuyla ilgili yapılmış çalışmalara yer verilmiştir. Ek olarak, sigara paketleri üzerinde yer alan rahatsız edici uyarı mesajları bazı sigarı kullanıcıları üzerinde savunmacı tepkilere yol açabilmektedir. Bu bağlamda rahatsız edici sigara uyarılarına yönelik savunmacı tepkiler, psikolojik tepkisellik (Brehm, 1966), bilişsel çelişki (Festinger, 1957), dehşet yönetimi (Greenberg, Pyszczynski ve Solomon, 1986) ve benlik-olumlaması (Steele, 1988) kuramları çerçevesinde ele alınmaya çalışılmıştır. Son olarak, bu savunmacı tepkilerin nasıl azaltılabileceği (düz cümle yerine soru cümlesi yazılması vb.) ilgili alan yazın temelinde değerlendirilmiştir.
Printing warning messages on cigarette packages is one of the policies against smoking. Millions of people are exposed to these warning messages every day. Therefore, it is essential to improve the effectiveness of these messages and evaluate their effects on individuals. This study aims to discuss the studies investigating health warnings on cigarette packages. In this context, studies about the design of warning messages (e.g. Should we use combined warnings which contain both pictorials and texts together or should they contain only pictorials or only texts?; Do we need to return to plain packages?) on cigarette packages were reviewed. Then, studies related to the content of the messages were reviewed since the content of the messages (i.e. message framing) could also be effective on smoking just as the package design. Graphic warning labels on cigarette packages may generate defensive reactions. In this regard, these defensive reactions against graphic warning labels were addressed within the frameworks of psychological reactance theory (Brehm, 1966), cognitive dissonance theory (Festinger, 1957), terror management theory (Greenberg, Pyszczynski and Solomon, 1986) and self-affirmation theory (Steele, 1988). Finally, how these defensive reactions could be reduced (e.g. framing sentences as questions instead of affirmative sentences) was reviewed on the basis of related literature.

CASE REPORT
10.Delusional misidentification syndromes: a case of intermetamorphosis
Ali Kandeğer, Rukiye Tekdemir, Yavuz Selvi
doi: 10.5505/kpd.2017.22931  Pages 150 - 154
Sanrısal Yanlış Tanımlama Sendromları (SYTS), psikiyatrik ve nörolojik tablolarda karşılaşılan nadir psikopatolojik fenomenler olarak kabul edilir. Kişilerin, yerlerin, nesnelerin ve olayların değiştiğine ya da aynılarının çoğaldığına inandığı sanrılar olarak tanımlanmaktadır. İntermetamorfoz sendromu, aşinalıkta artmanın göze çarptığı, tanıdık veya yabancı insanların fiziksel ve mental kimliklerinin değişerek hastaya tanıdık birine dönüşmesi sanrısıdır. SYTS arasında en nadir görüleni olup 1932 yılında Courbon ve TUsques tarafından tanımlanmıştır. Bu yazıda şizofreni tanısı konan bir olguya eşlik eden intermetamorfoz sendromu sunulacaktır. 22 yaşında, kadın hasta şüphecilik, kötülük görme düşünceleri, ve çevresine düşmancıl tutumlar gibi psikotik belirtilerle başvurdu. hastanın belirtilerine çevresindeki insanların başka insanlar olduğunu düşünme ve nesnelere ve yerlere aşinalığın artması şeklinde SYTS belirtileri eşlik ediyordu.
Delusional Misidentification Syndromes (SYTS) are considered to be rare psychopathological phenomena encountered in psychiatric and neurological tables. It is defined as those who believe that the persons, places, objects and events around the person have changed, or that the same things have multiplied. Intermetamorphosis syndrome is the idea that the physical and mental identities of familiar or alien people, changing in familiarity, change into a familiar person to the patient. It is the least rare among SYTS and was described by Courbon and Tusques in 1932. In this article, we present a case of intermetamorphosis syndrome associated with schizophrenia.

LookUs & Online Makale