ISSN 1302-0099 | e-ISSN 2146-7153
TURKISH JOURNAL CLINICAL PSYCHIATRY - J Clin Psy: 2 (3)
Volume: 2  Issue: 3 - 1999
REVIEW
1.Functional Imaging of the Neurotransmission Systems in Brain
Neşe KARABACAK, Selahattin Şenol
Pages 143 - 152
Son yıllarda tek foton emisyon tomografisi (SPECT) ve pozitron emisyon tomografisi (PET) gibi işlevsel görüntüleme yöntemleri ile biyokimyasal ve reseptör düzeyinde görüntüleme yapılabilmesi mümkün olmaktadır. Özellikle de santral sinir sisteminde dopamin, serotonin, histamin ve somatostatin reseptörlerine yönelik özgül ajanlarla PET ve SPECT ile görüntüleme sonucu elde edilen veriler, anatomik görüntüleme yöntemlerine kıyasla nöropsikiyatrik bozukluklarda özgül ve patofizyolojiyi aydınlatıcı bilgi verebilme açısından tanışaI değeri son derece önemli testler arasına girme yolundadır. Bu yazıda nörotransmiter görüntülemesine yönelik teknikler ve psikiyatrik bozukluklarda sıklıkla gözlenen nörotransmiter değişikliklerine yönelik işlevsel sinir sistemi görüntüleme teknikleri aktarılacaktır.
Functional imaging modalities such as single photon emission tomography (SPECT) and positron emission tomography (PET) enable imaging and the direct measurement of biochemical and receptor mediated events in central nervous system. Among the various receptor spesific ligands synthesized for imaging with PET and SPECT, mainly dopaminergic, serotonergic, cholinergic, opioidergic and histaminergic pathways have been effectively used to delineate specific information regarding the underlying pathophysiology in various neuropsychiatric disorders as opposed to limited knowledge offered by anatomic imaging modalities in this field. This paper summarizes the various junctional imaging techniques using neurotransmitter specific ligands in neuropsychiatric disorders which reveal the underlying neurotransmitter abnormalities observed in these disorders.

2.Ethical Issues in Scientific Publishing
Yasemin OĞUZ
Pages 153 - 159
Bilimsel çalışma/araştırma yayın aşaması tamamlanmadıkça bitmiş sayılamaz. "İyi" bir bilimsel çalışma ancak bilim çevrelerine uygun bir biçimde duyurulduğunda "iyi" olma niteliğini kazanır. Bu makalede bilimsel yayın hazırlarken ve yayınlarken ortaya çıkabilecek etik sorunlar ve bu sorunlar karşısında benim- senebilecek tutumlar ele alınarak tartışılmıştır. Bilimsel yayın etiği, bilimsel bir çalışmanın yayın olarak ortaya çıkana dek geçtiği her aşamada belirleyici olabilen kişilerin ahlaki tutumlarını inceler. Bu makalede yazarların, yayın sorumlularının (editör), bilimsel yayın danışmanlarının (hakem) ve bilimsel yayınların okuyucularının etik sorumlulukları incelenmiştir. Bu tutumlardan bir bölümünü hukuk açısından da sorgulamak olanaklıdır, ancak bu biçimde ele alınabilecek olanlar tüm belirleyici davranışların küçük bir bölümünü oluşturmaktadır. Temel olan, bilim uğraşının ne'liğini gözönünde tutarak, bu alanda yapılan yayınlara etik açıdan nasıl bakılabileceğini ortaya koymaktır. Dolayısıyla bu makalede bilimsel yayın yazma, yayınlama, değerlendirme ve okumaya ilişkin bir etik ilkeler listesi yer almamasına rağmen okuyucu, ileri sürülen değerleri göz önünde tutarak “iyi" bir bilimsel yayını ortaya çıkaran ilkeleri saptayabilir.
We cannot claim that a scientific study/research is finished, before it is published. A "good" scientific study deserves that qual-ity namely being “good", only after it is properly declared to the scientific milieu. In this article, ethical issues in preparing and publishing scientific texts and the attitudes towards these issues will be discussed. Scientific publishing ethics is one of the most important areas of discourse in bioethics, which works on the moral actions of the scientists who play a determining role in every step of scientific research until it appears as a printed material. In this article, ethical responsibilities of authors, editors, reviewers and readers are studied. Some of these conducts can be questioned according to law and legislation, but this part is only a small section of all the determining conducts. The crucial point is to clarify what kind of ethical reasoning can be applied to the scientific publications according to the meaning of science. Hence, in this article, there is no list of ethical principles about how to write, evaluate, publish or read a scientific text; but the reader can come out with a notion about "good" scientific study/research after reading through the values mentioned in it and can conclude with some principles which gives way to a "good" scientific work.

3.Cognitive-Behavioral Approaches in Schizophrenia Treatment
Mehmet SUNGUR
Pages 160 - 166
Psikopatolojinin temelinde, düşüncenin yapısı ve içeriğinde bozukluk olduğu bilinmesine karşın, bilişsel-davranışçı yaklaşımlar şizofreni tedavisinde yeterince kullanılmamıştır. Bu makalede, öncelikle bunun nedenleri üzerinde durulmuş ve günümüzde biliş- sel-davranışçı tekniklerin şizofreni tedavisinde neden kaçınılmaz olarak yer aldığı tartışılmıştır. Bu makalede hastanın motive edilmesi ve tedavide kalmasının sağlanması, onunla iyi bir tera- pötik ilişki kurma, belirtilerin normalize edilmesiyle ilgili rasyoneli aktarma ve nöroleptiklere dirençli pozitif ve negatif semptomlara yönelik teknikler gibi tedavi basamakları da aktarılmıştır. Bu bağlamda, şizofreninin stres-yatkmlık modeli ve bilişsel tedavi yaklaşımlarının hedef semptomları tartışılmıştır.
Although it is well known that the fundamental psychopathology in schizophrenia, is the structure and content of thought, cognitive-behavioral approaches have hot yet been used sufficiently in treatment of schizophrenia. This paper discusses thi reasons for the insufficient use of cognitive behavioral techniques and the present inevitable need and place of cognitive-behavior threrapy. It also discusses treatment stages such as engagement and rapport building, normalizing rationale and specific techniques used for neuroleptic-resistant positive and negative symptoms. In this context, stress-vulnerability models of schizophrenia and symptoms that might be targets for cognitive strategies are discussed.

4.Rapid Cycling Bipolar Disorders
Nevzat Yüksel
Pages 167 - 171
Hızlı sikluslu bipolar bozukluklar yılda dört veya daha fazla ajfektif atak olması ile tanımlanırlar. Depresyon dönemleri iki hafta, mani en az bir hafta ve hipomani ise dört gün süreli olmalıdır. Bazı olguların daha hızlı döngü göstermeleri olasıdır. Hızlı sikluslu bipolar bozuklukların etiyolojisinde sirkadiyen ritim değişiklikleri, melatonin salgısında değişiklikler, ısı ritminde değişimler ve hipotiroidi düşünülmektedir. Bu olguların tedavisinde geleneksel yöntemler genellikle etkin olmamaktadır. Uygun tedavi yöntemleri karbamazepin, valproik asit, fototerapi, tiroid hormonları ve kalsiyum kanal blokerleridir. Bu yöntemler birbiri ile veya lityumla birlikte kullanılabilir.
Rapid cycling bipolar disorder is defined as four or more affective episodes yearly. Conventionally recognized the duration of a depressive episode is two weeks. The duration of mania is at least one week and for hypomania it is four days. But it possible that some cases show much faster patterns. Circadian rhythm disreg- ulations, melatonin secretion abnormalities, temperature rhythm disregulations and hypothyroidism might be involved in the pathogenesis of rapid cycling bipolar disorders. It is generally unresponsive to conventional interventions. The treatment modalities of this disorder involve carbamazepine, valproic acid alone or combination with lithium, phototherapy and other treatments, such as thyroid hormones and calcium channel blockers.

5.Treatment in Bulimia Nervosa
Atila EROL, Fadime YAZICI
Pages 172 - 178
Bulimia nervosa, which was recently accepted as a psychiatric entity in psychiatric classification system, is a chronic course disorder A lot of therapy methods were investigated to determine the effective treatment type. Antidepressants in psychopharma- cologic treatments and cognitive-behavioral therapy (CBT) in psychosocial treatments are prominent. CBT is superior to antidepressants, but it is not clear that whether it is superior to the other psychological therapies. As a psychological therapy inter-personal therapy was shown that effective. In this paper different approaches explaining for the etiology and the therapy of bulimia nervosa were reviewed.
Psikiyatrik sınıflama sistemine son dönemde giren bulimia ner- voza, yinelemelerle seyreden kronik bir hastalıktır. Etkin tedavi şeklini belirlemek için birçok tedavi yöntemi denenmektedir. Psikofarmakolojik tedaviler içinde antidepresanlar psikososyal tedaviler içinde bilişsel-davranışçı terapi (BDT) öne çıkmıştır. BDT antidepresanlara üstün bulunmuştur fakat diğer psikolojik tedavilere üstünlüğü kesin değildir Farklı bir psikolojik tedavi seçeneği olarak kişiler arası ilişkiler terapisinin (KİT) de etkin olduğu gösterilmiştir. Bu yazıda bulimia nervozanm etiyolojisi ve tedavisi için farklı açıklamalar getiren yaklaşımlar gözden geçirilmiştir.

6.The Assessment of the Violence Risk and Management of Violent Patient
Nesrin DİLBAZ
Pages 179 - 188
Ruh sağlığı uzmanlarının şiddet riskini değerlendirmeleri ve bu hastalara yaklaşım biçimleri önemlidir. Bu yazıda risk değerlendirilmesi kavramı, ruhsal hastalıklarla şiddetin ilişkisi, hastanın ve klinisyenin güvenliğinin sağlanması ve hastanın muayenesi gözden geçirilmiştir. Yazı, şiddet gösteren hastaya yaklaşım biçimlerini de tartışmaktadır.
Assessing and managing violence risk are important for mental health professionals. The author reviews the concept of risk assessment, the relationship between violence and major mental disorders, the insurance of the safety of patient and clinician and the examination of violent patient. The article also discusses the management of violent patient.

7.Inhalant Abuse and Dependence: Epidemiology, High Risk Groups and Necessity for Prevention Studies
Burhanettin Kaya, Erkan ÖZCAN
Pages 189 - 196
Uçucuların günlük yaşamda sık kullanılan birçok maddenin içeriğinde bulunması, her yerde satılabilmesi ve ucuz olması bu maddelere ulaşmayı kolaylaştırmaktadır. Uçucu kötüye kullanımının ve bağımlılığının özellikle erken yaşta başlaması, çocuk ve ergenlerde daha sık görülmesi ve erişkinlik döneminde daha ağır bağımlılık türlerine geçişte bir basamak niteliği taşıması bu bozuklukların önemini arttırmaktadır. Bu durum uçucu kullanımı ile ilişkili bozuklukların tanınması, tedavisi ve özellikle önlemeye yönelik çalışmaların gerekliliğini ve önemini göstermektedir. Bu yazıda uçucu madde kötüye kullanımı ve bağımlılığı daha çok yaygınlık, risk grupları ve önleme çalışmalarını içeren sınırlı kaynaklar çerçevesinde gözden geçirilmiştir.
It is easy to obtain inhalants, because they are used in many products, which are cheap and sold freely everywhere. Inhalant abuse and dependence are common among children and adolescents and may lead to dependencies of illicit drugs in adulthood. So, it is important both to diagnose and to treat inhalant related disorders. Prevention studies are necessary, too. We tried to review the limited number of literature about mostly the prevalence, high-risk groups, and prevention studies of inhalant abuse and dependence.

RESEARCH ARTICLE
8.The Prevalence of Premenstrual Dysphoric Disorder Young Woman
İptisam İpek MÜDERRİS, Ali Saffet GÖNÜL, Seher SOFUOĞLU, Sultan TAŞÇI, Meral BAYATLI
Pages 197 - 201
Şikayetleri için kliniğe başvurusu olmayan 18-25 yaş arasındaki 230 yüksekokul öğrencisi kadında DSM-IV kriterlerine göre premenstrüel disforik bozukluk prevalansı %8 olarak bulundu. Teşhis, semptomların en az iki siklus boyunca kaydedilmesi ile elde edilen luteal variyasyon indeksinin %30'un üzerinde artması ile kondu. Öğrenci grubunun semptomlarının şiddeti, tedavi arayışı içinde olan ve evvelce premenstrüel disforik bozukluk teşhisi konulmuş 28-43 yaşlar arasında 13 kadından oluşan ikinci grubun semptomlarının şiddeti ile karşılaştırıldı. Yüksek okul öğrencilerinden oluşan grupta premenstrüel dönemde içe kapanma ve akneden şikayet daha şiddetli iken, daha yaşlı olan kadın grubunda başağrısı, göğüslerde ve bacaklarda ağrı ile konsantrasyon bozukluğu daha şiddetli bulundu. Bulgularımız premenstrüel disforik bozukluğun 30 yaş altındaki kadınlarda da görülebileceğini, ancak yaşla bazı semptomların değişebileceğini ve ağırlaşabileceğim düşündürmektedir.
We determined the prevalence of premenstrual dysphoric disor- der in 230 polytechnique student women aged 18-25 years as 8%. None of them was seeking medical help for their complaints. A positive diagnosis required that a luteal variation index obtained was above 30% at least during the subsequent two menstrual cycles. The premenstrual symptom severity ratings of students were compared with those of the clinical sample. The clinical study group was consisted of the women aged 28-43 years and previously diagnosed premenstrual dysphoric disorder. We found that social withdrawal and acne were significantly more severe among the students while headache; leg and thoracic pain and concentration difficulties were significantly more severe in the clinical group. Our findings suggested that premenstrual dysphoric disorder can also be seen under the age of 30 but some symptoms may change and become more sever with age.

LookUs & Online Makale