ISSN 1302-0099 | e-ISSN 2146-7153
TURKISH JOURNAL CLINICAL PSYCHIATRY - J Clin Psy: 15 (4)
Volume: 15  Issue: 4 - 2012
RESEARCH ARTICLE
1.Traumatic Symptoms and Related Factors in Adolescents after a Friend's Death
Ayşe Burcu Ayaz, Sebla Gökçe İmren, Muhammed Ayaz
Pages 199 - 207
Amaç: Çalışmamızda, sınıfta elektrik çarpması nedeniyle hayatını kaybeden bir öğrencinin arkadaşlarında görülen travma belirtilerinin ve ilişkili etmenlerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Ergenlerin değerlendirilmesinde Sosyodemografik Bilgi Formu, Çocuk ve Gençlerde Travma Sonrası Stres Tepki Ölçeği, Çocuklar için Depresyon Ölçeği ve Olumsuz Yaşam Olayları Listesi kullanıldı. Bulgular: Çalışmaya 15-19 yaş arası (ort. 16.92) 219 ergen katıldı. 219 ergenin %32.7'sinin hafif, %18.8'inin orta, %7.9'unun ağır ve %3'ünün çok ağır travma sonrası stres bozukluğu belirtisi gösterdiği, %10.9'unun olası travma sonrası stress bozukluğu ve %9.3'ünün olası depresyon tanısı aldığı saptandı. Çocuk ve Gençlerde Travma Sonrası Stres Tepki Ölçeği'ne göre aşırı uyarılmışlık ve yeniden yaşantılama belirtilerinin sıklık ve şiddetinin yüksek olduğu gözlendi. Ergenlerin 2.49±2.74 (min-max: 0-17) olumsuz yaşam olayı yaşadığı, Olumsuz Yaşam Olayları Listesi ve Çocuklar için Depresyon Ölçeği toplam puanının travma belirtilerinin şiddetini yordadığı belirlendi. Sonuç: Kazalar, ergenler üzerinde travmatik etkiye sahiptir. Çalışmamızda, kaza sonrası ortaya çıkan travma belirtilerinin ergenlerin yaşadığı olumsuz olaylarla ve depresif belirti şiddetiyle ilişkili olduğu saptandı. Travmaya uğrayan ergenlerde yaşam olayları üzerine odaklanılması ve depresif belirtilerin değerlendirilmesi travma belirtilerinin gelişimini önlemede katkı sağlayabilir.
Objectives: In our study, it was aimed to evaluate the traumatic symptoms and related factors that are seen in the friends of a student who lost his life by an electric shock accident in the class. Method: A detailed form for sociodemografic characteristics, Child Posttraumatic Stress Reaction Index, Childhood Depression Inventory, and Adverse Life Events List were used for assessment of adolescents. Results: 219 adolescents between 15-19 years (mean 16.92±0.74) were participated in our study. Of the 219 adolescents we found that 32.7% had mild, 18.8% had moderate, 7.9% had severe, and 3% had very severe symptoms of post traumatic stress disorder, and that 10.9% had probable post traumatic stress disorder, and 9.3% had probable depression diagnoses. The frequency and severity of re-experiencing and hyperarousal symptoms were considerably high on Child Post- traumatic Stress Reaction Index. Adolescents had 2.49±2.74 (min-max: 0-17) adverse life events and the severity of traumatic symptoms were predicted by Adverse Life Events List and Childhood Depression Inventory total scores. Conclusion: Accidents have traumatic effects on adolescents. In our study, it's determined that traumatic symptoms which were seen after the accident were related to the adverse events experienced by adolescents, and the severity of depressive symptoms of the adolescents. Focusing on adverse life events and assessment of depressive symptoms in traumatized young people can prevent the development of traumatic symptoms.

2.Adaptation Study of Conners-Wells Self-Report Scale Revised Short Form to Turkish Adolescents
Sema Kaner, Şener Büyüköztürk, Elvan İşeri
Pages 208 - 217
Amaç: Bu çalışmada, Conners-Wells Ergen Öz-Bildirim Ölçeği-Kısa (C-WE00-K) formunun Türk ergenlere uyarlanması ve psikometrik özelliklerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Katılımcılar, 12-17 yaşındaki 2822 ergendir. Ergenlerin C-WEÖÖ-K'ya verdikleri yanıtlardan elde edilen verilere Doğrulayıcı Faktör Analizi-DFA uygulanmıştır. Ölçeğin yapı geçerliği ayrıca alt ölçekler arası korelasyonlar ve madde analizi yoluyla da incelenmiştir. Ölçüt geçerliği için CWEÖÖ-K'nın Conners-Wells Ergen Öz-Bildirim Ölçeği-Uzun (C-WE00-U), Conners Anababa Dereceleme Ölçeği-Yenilenmiş/Kısa, Conners Öğretmen Dereceleme Ölçeği-Yenilenmiş/Kısa ile ilişkileri incelenmiştir. CWEÖÖ-U'un iç tutarlılığı Cronbach alfa, ölçeğin zaman içindeki tutarlığı ise test-yeniden test yöntemiyle test edilmiştir. Bulgular: Üç alt ölçekten ve bir yardımcı ölçekten oluşan C-WEDÖ-K'nın yapı geçerliliğine ilişkin DFA sonuçları, CWÖÖ-K'nın Türk ergenlerinden elde edilen yapısının özgün ölçek ile özdeş olduğunu göstermiştir. Madde analizi, alt ölçekler arası korelasyonlar, C-WEDO-K'nm C-WED0-U, CADÖ-YK VE CÖDÖ-YK ile korelasyonları, iç tutarlılık ve test-yeniden test analizleri C-WEÖÖ-K'nın geçerli ve güvenilir olduğunu ortaya koymuştur. Sonuç: C-WEÖÖ-K'nın Türkçe formunun, diğer bilgi kaynaklarının yanı sıra davranım, bilişsel, dikkat, hiperaktivite ve dürtüsellik ile ilgili sorunları taramada ve değerlendirmede, uygulanan tedavinin etkisini belirlemede, ergenlerin görüşlerine dayalı olarak kullanılabilecek geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı olduğu söylenebilir. Ancak, farklı DEHB tiplerinde ve farklı psikiyatrik tanı gruplarında ölçeğin yapı geçerliğinin incelenmesinde yarar vardır.
Objectives: In this study, it is aimed to examine psychometric properties of the Conners-Wells Adolescent Self- Report Scale-Short (CASS-S) with Turkish adolescents. Methods: The subjects were 2822 adolescents aged 12- 17 years old and Confirmatory Factor Analysis-CFA was performed for their responses to CASS-S form. The structure validity of the scale was also investigated by the correlations between subscales and item analysis. Conners Adolescent Self-Report-Long (CASS-L), Conners Parent Rating Scale-Revised Short (CPRS-RS) and, Conners Teacher Rating Scale-Revised Short (CTRS-RS) were used to assess validity of the CASS-S. Internal reliability of CASS-S was measured with Cronbach's alpha coefficient. Test-retest reliability was also investigated. Results. Results of CFA suggested that CASS-S' structure derived from Turkish teachers were fit to the original structure of the CASS-S. Correlations between CASS-S and CASS-L, CTRS-RS, and CPRS-RS were from low to high (respectively, 0.28-0.83; 0.12-0.27, 0.20-0.66). Intercorrelations between subscales of the CASS-S were between 0.33- 0.74. Item analysis revealed that CASS-S was discriminate upper 27% group from lower 27% group significantly (p<0.00). Cronbach's alpha coefficient (0.60- 0.74), and test-retest reliability (0.74-0.80) was also investigated. Conclusion: It was concluded that besides the other information sources, the Turkish form of CASS- S is a valid and reliable instrument based on adolescents' reports and can be use to screen and assess adolescents who have conduct, attention, cognitive, and impulsive problems in Turkey. However, CASS-S' structure validity must be investigated on the adolescents with different types of ADHD and different psychiatric diagnosis.

3.Analyzing Suicide Attempts: Risk Factors and Follow Up
Ali Emre Şevik, Halil Özcan, Emin Uysal
Pages 218 - 225
Amaç: Bu araştırmanın amacı, krize müdahale birimine yönlendirilen intihar girişimlerini sosyodemografik özellikler, psikiyatrik tanı ve takip süreçleri açısından incelemek, uzun vadeli toplumsal koruyucu programların uygulanmasında yol gösterici olmaktır. Yöntem: Çalışmaya Kastamonu Devlet Hastanesi bünyesinde kurulmuş olan krize müdahale birimine Haziran 2008-Ocak 2010 tarihleri arasında intihar girişimi ile başvuran ve psikiyatri polikliniğine yönlendirilmiş olan hastalardan çalışmaya katılmayı kabul edenler alınmıştır. Hastalara kimlik bilgileri, eğitim ve mesleki durumları ile şimdiki ve geçmiş psikiyatrik hastalıkları sorgulayan sosyodemografik veri formu uygulanmıştır. Bulgular: Toplam 193 hastanın 150'si (%78) kadın 43'ü (%22) erkekti. Yaş aralığı 14-56 olup; ortalama yaş 24.6±9.3 idi. Girişimlerin aylara göre dağılımı değerlendirildiğinde 26 kişi ile en sık ağustos ayı, mevsimsel olarak da 62 (%32) intihar girişimi ile yaz mevsiminde olduğu gözlenmiştir. Grubun 13'ünde (%8) ailede intihar girişimi mevcuttu. Girişimlerin %79'u ilaç alarak yapılmıştır. Hastalardan 144'ü (%75) daha önce intihar girişiminde bulunmamışken, 49'u (%25) daha önce intihar girişiminde bulunmuştu. Girişimde bulunanların 81'i (%42) ile psikiyatri polikliniğinde bir görüşme yapılabilmişken, 112 (%58) kişi görüşmelere düzenli gelmiştir. Sonuç: İntihar girişiminde kadınlar erkeklerden daha fazla bulunmaktadırlar. İntihar girişimleri yaz aylarında daha sık gözlenmiştir. Daha önceki girişim ve aile öyküsü temel risk faktörlerindendir.
Objectives: The aim of this study is to investigate the sociodemographic characteristics, psychiatric diagnosis and follow-up of suicide attempts, we purpose this study as guiding the implementation of long term social protection programs. Method: In this research participants admitted to Kastamonu State Hospital Crisis Intervention Unit with suicide attemption who were consulted to Psychiatry Outpatient Clinic and agreed to participate in the study between June 2008 and January 2010 were taken to the study. Sociodemographic data form including credentials, educational and occupational status, current and previous psychiatric disorders were applied to all participants. Results: A total of 193 patients received to study therewere 150 (%78) women and 43 (%22) men. While the groups age range, 14-56 years, mean age ranged from 24.6 ± 9.3 years. Most of the suicide attempts application is 26 people in August realized, 62 (32%) of the attempts have been observed in summer months. 13 (8%) of patients had suicide attempts in their family history. 79% of attempts were done by taking drugs. 49 (25%) of patients previously attempted suicide. 81 (42%) had one single interview in a psychiatry outpatient ward the others 112 (58%) had regular interviews. Conclusion: Women attempt suicide more than men is detected. During the summer months suicide attempts have been observed more frequently. Previous attemption to suicide having family history of suicide are detected as basic risk factors.

4.Factors Related to Marital Satisfaction and Views About Marital Therapy in Couples Applying for Marita! Therapy
Mehmet Eskin
Pages 226 - 237
Amaç: Tedavi için başvuran çiftlerin evlilik doyumları ve çift terapisiyle ilgili beklenti ve görüşleriyle ilişkili etmenleri incelemektir. Yöntem: Çiftler sosyodemografik, evlilik ve klinik özellikler ile şiddet, tedavinin başarı şansı ve gösterebilecekleri çaba, evlilik doyumu, iletişimde sıkıntılar ve ruhsal sorunlarla ilgili soru ve ölçümler içeren bir anket formunu doldurdu. Veriler Ki-kare, t-testi, Pearson momentler çarpımı bağıntı katsayısı ve çoklu regresyon analizi kullanılarak çözümlenmiştir. Bulgular: Evlilik tedavisinin başarı şansı %66 ve terapide gösterilebilecek çabanın miktarı %81 olarak belirlendi. Şiddet sayısı hem kadın hem de erkeklerin evlilik doyumunu azaltırken, çocuk sahibi olma erkeklerin, geç evlenme ise kadınlarınkini arttırmaktadır, iletişimde eşin olumsuz davranışları erkeklerin, korku ise kadınların evlilik doyumlarını azaltmaktadır. Yüksek evlilik doyumu erkeklerin tedavinin başarı şansına ilişkin algılarını arttırırken, evlilik sorunlarını eşlerine atfetmeleri azaltmaktadır, iletişimde korku kadınların tedavinin başarı şansına ilişkin algılarını azaltmaktadır. Evlilik doyumu erkeklerin terapide gösterebilecekleri çabanın miktarını arttırmaktadır. Tedavinin başarı şansını yüksek görme ve evlilik sorunlarını eşlerine bağlama kadınların terapide gösterebileceklerini düşündükleri çabanın miktarını arttırırken şiddet azaltmaktadır. Sonuç: Şiddet, iletişim, evlenme yaşı, çocuk sahibi olup olmama ve evlilik sorunlarına ilişkin atıflar, evlilik doyumu katılımcıların tedavinin başarı şansı ve gösterebilecekleri çabanın düzeyiyle ilgili algılarını etkilemektedir. Bu yüzden tedaviye başvuranların değerlendirmesi ve tedavilerinin planlanmasında sözü edilen etmenlerin göz önünde bulundurulması yararlı olacaktır. Anahtar Sözcükler: Evlilik terapisi, iletişim sorunları, atıflar, şiddet, evlilik doyumu, beklentiler, çaba.
Objectives: To investigate factors related to marital satisfaction and views about marital therapy in couples applying for treatment. Method: 34 couples filled in a questionnaire containing questions about sociodemo- graphic-clinical-marital features and participants' expectations from and their anticipated level of effort in marital therapy as well as measures of marital satisfaction, communication problems and mental health. Chi-square, t-test, Pearson product moment correlation coefficient and multiple regression analyses were used to analyze the data. Results: The success of marital therapy was estimated to be 66% and the amount of effort as 81%. While violent events decreased both men's and women's marital satisfaction, having child(ren) for men and marrying at an older age for women increased marital satisfaction. Spouses' negative behaviors in communication reduced men's and fear reduced women's marital satisfaction. While marital satisfaction increases men's perceived efficacy of marital therapy, attributing marital problems to their spouses decreases it. Fear in communication reduce women's perceived efficacy of marital therapy. Marital satisfaction increases men's anticipated level of effort in therapy. While perceived efficacy of treatment and attributing marital problems to husband increase women's anticipated levels of effort in therapy, having experienced marital violence decreases it. Conclusion: Violence, communication, age of marriage, having child(ren) or not, attribution of marital problems and marital satisfaction influence participants' perceptions of the efficacy of treatment and the anticipated levels of effort in therapy. Therefore, these factors should be taken into account for the assessment and treatment planning of persons applying for marital therapy.

5.Gender Differences in Subjective Thoughts of Schizophrenia Patients About Their Sexuality
Basri Doğu, Jülide Güler, Serhat Çıtak, Yavuz Altunkaynak, Nihat Alpay
Pages 238 - 247
Amaç: Bu çalışma; psikiyatri polikliniklerinde izlenen ve remisyonda olan şizofreni hastalarının cinsel işlevleri ile ilgili öznel düşüncelerini, hastaları izleyen psikiyatri hekimlerinin cinsel işlevler ve bozuklukları konusunda hastalarına yaklaşımları ile sosyodemografik veriler arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçlamıştır. Yöntem: Çalışmaya evli ve en az ilkokul mezunu olan 18-45 yaş arasında 63 kadın, 57 erkek; toplam 120 hasta alınmıştır. Bu hastalar, en az 1 yıldır yatarak ve/veya ayaktan izlenen, klinisyenler tarafından şizofreni tanısı için görüş birliğine varılmış, çalışmaya alındığı esnada klinik remisyonda olan ve en az dört haftadır antipsikotik tedavi alan hastalardan oluşmuştur. Bulgular: Kadın hastaların %52.4'ü, erkeklerin %50.9'u düzenli bir cinsel yaşamları olduğunu düşünüyordu. Kadınların %52.4'ü, erkeklerin %38.6'sı cinsel yaşamlarında bir sorun olduğunu belirttiler. Kadın hastaların %46'sı, erkek hastaların %49.1'i cinsel sorunlarının hastalıkları ile ilişkili olduğunu düşünüyordu. Ancak kadın hastaların %84.1'i, erkek hastaların ise %78.9'u hastalıklarının veya kullandıkları ilaçların cinsel yaşamları üzerindeki etkileri hakkında bilgi sahibi değildi. Olguların %83.3'ü (kadınların %88.9'u, erkeklerin %77.2'si), cinsel yaşamları veya cinsel sorunları hakkında, psikiyatristlerinin herhangi bir soru sormadığı veya bilgilendirme yapmadıklarını belirtmişlerdir. Sonuç: Bu bulgular, antipsikotik tedavi başlanan şizofreni hastalarının güvenli ve sağlıklı cinsel yaşam metodları, antipsikotik tedavinin cinsel yan etkileri yönünden hekim tarafından bilgilendirilmesinin önemini ortaya çıkarmaktadır. Anahtar Sözcükler: şizofreni, cinsel yaşam, cinsel yan etkiler.
Objectives: The aim of this study was to evaluate the relation of schizophrenic outpatients' subjective thoughts about their sexual functioning, The psychiatrists' attitudes about sexual function and sexual dysfunction of schizophrenic patients and sociodemographic variables of the patients'. Method: The study included a total of 120 patients, 63 females and 57 males, all diagnosed with schizophrenia but in remission according to DSM-IV diagnosis criteria. The patients filled out a socio-demographic survey form designed in order to evaluate the patients' subjective views of their sexual life and determine their medicinal use, in addition to other data. Results: 52.4% of female patients and 50.95 of male patients had reported regular sexual life. 52.4% of women and 38.6% of men told that they had have a problem in their sexual life. 46% of women and 49.1% of men considered that their sexual problems are due to their illness. But 84.1% of women and 78.9% of men have had no information about the influence of the illness and medications on their sexual funcions. 83.3% of the patient (88.9% of the women and 77.2% of the men) told that their psychiatrists' did not ask them about their sexual life or about their sexual problems, and also didn't informed them about that. Conclusion: This findings had shown us that the psychiatrists must give information to schizophrenic patients about safe and healthy sexual life and about the sexual side effects of the antipsychotic treatment.

6.Manic Episode with Psychotic Features in Patient with Parkinson's Disease
Gonca Karakuş, Nurgül Özpoyraz, Meliha Zengin, Lut Tamam, Ayşe Vural, Filiz Koç
Pages 248 - 251
Parkinson hastalığı kronik ve ilerleyici nörodejeneratif bir hastalıktır. Parkinson hastalarında psikiyatrik semptom ve bozukluklar yaygın bir şekilde birliktedir. Bunlar Parkinson hastalığının direk sonucu, komorbid patoloji olabilir veya tedavinin sonucu ortaya çıkabilir. Parkinson hastalığı depresyon, anksiyete, psikoz, seksüel dis- fonksiyon, mani ve demansla ilişkilidir. Depresyon en sık görülen psikiyatrik komplikasyondur. Parkinson hastalığında depresif bozukluklara sık rastlanmasına rağmen manik atak daha nadir görülmektedir. Parkinson hastalığı ve manik atağın birlikteliğiyle ilgili altta yatan mekanizmanın ne olduğu çok az bilinmektedir ve konuyla ilgili yayınlanan tedavi seçenekleri son derece yetersizdir. Ortak kökenlerinin olabileceği düşünülen bu iki hastalığın birbirini nasıl etkilediği açık değildir. Manik durumlar artmış dopaminerjik aktiviteyle ilişkili gibi görünmektedir ve genellikle Parkinson hastalığının on fazında ortaya çıkmaktadır. Burada Parkinson hastalığı seyri sırasında psikotik özellikli manik atak geliştiren 58 yaşında bir olgu sunulmuştur. Bu olgu sunumuyla PH seyri sırasında gerek hastalığın kendine, gerekse tedavisine bağlı olarak duygudurum bozukluğunun ortaya çıkabileceği; hastaların bu konuda dikkatli bir şekilde izlenmesi ve tedavisinin düzenlenmesi gerektiği vurgulanmak istenmiştir. Benzer olgular ekstrapiramidal sistem yan etkileri düşük olan atipik antipsikotikler ve duygudurum dengeleyicilerle başarılı bir şekilde tedavi edilebilir. Ancak bu konuda literatür bilgisi son derece kısıtlı olduğundan yapılandırılmış, kontrollü ve karşılaştırmalı çalışmalara gerek olduğu açıktır.
Parkinson's disease is a chronic and progressive neurode- generative disease. Psychiatric symptoms and disorders are a common cooccurrence in people with Parkinson's disease. Psychiatric symptoms and disorders may be direct result of Parkinson's disease, its comorbid pathologies, or occur as a side effect of pharmacotherapy. Parkinson's disease is associated depression, anxiety, psychosis, sexual dysfunction, mania and dementia. Depression is the most common psychiatric complication in Parkinson's disease. Although depressive disorders are common, manic states are rare in Parkinson's disease. Underlying mechanisms are poorly understood and treatment options established in such dual diagnoses are not enough. Interactions between mood disorders and Parkinson's disease is not clear, or whether they might have a common origin. It seems that manic states are related to increased dopaminergic activity and usually appear in the "on" phases of Parkinson's disease. A 58 years old man who had manic attack with psychotic features in course of Parkinson's disease is presented in this report. Both Parkinson disease and its treatment could result in occurence of a mood disorder. This case report emphasizes the need to follow up these patients from this perspective and change their treatment accordingly. Parkinson disease patients with comorbid mood disorder could be succesfully treated with a combination of mood stabilizers and atypical antipsychotics that had low extrapiramidal side effects. Systematic follow up studies will bring us a clear vision of prognosis and treatment responce of such patients.

7.Selective Serotonin Reuptake Inhibitors and Galactorrhea: A Comparison of Sertraline and Citaiopram Based on a Case Report
Sevilay Özcan, Lut Tamam, Ayçe Soydan
Pages 252 - 254
Psikiyatrik hastalarda prolaktin artışı ve galaktore daha çok dopamin reseptörleri üzerinden etki etmesi nedeniyle antipsikotik ilaçların yan etkisi olarak oldukça sık karşımıza çıkmaktadır. Nadiren de olsa antidepresan ilaçlarla ortaya çıktığına dair olgu bildirimleri bulunmakta olup trisiklik antidepresanlar, serotonin noradrenalin gerialım inhibitörleri ve seçici serotonin gerialım inhibitörleri (SSRI) de dahil bir çok antidepresanla bildirilmiştir. Bu yan etki bazı olgularda dozla iliş- kilendirilmiştir. SSRI kullanımının yol açtığı galaktore tüm SSRI'ların ortak özelliği olarak serotoninin prolaktin üzerine direkt etkisi ile ya da dolaylı olarak serotoninin dopamin antagonizması ile açıklanmaya çalışılmıştır. Bu yazıda karışık anksiyete depresif bozukluk tanısı ile sertralin 50 mg/gün tedavisi kullanmakta iken prolaktin düzeylerinde yükselme ve galaktore yakınması ile başvuran ve ilacın kesilmesi ile düzelen ve bir hafta sonra başlanan sitalopram 20 mg/gün tedavisi sürecinde bu yakınması tamamen ortadan kalkan bir olgu tanımladık. Bu olguda aynı mekanizma ile etki ettiğine inanılan iki farklı ilacı bu yan etki bağlamında birbirinden ayıran etki mekanizmaları kapsamında tartışılmıştır.
Hyperprolactinemia and galactorrhea are very common in psychiatric patients because of the mechanism of action of antipsychotic drugs on dopamine receptors. This side effect could also appear during antidepressant treatment. Hyperprolactinemia has been reported to occur as a side effect during treatment with different types of antidepressants including tricyclic antidepressants, selective noradrenaline reuptake inhibitors, selective serotonin reuptake inhibitors (SSRI). In some case reports this side effect has been linked with the dosage of the medication used. Besides, galactorrhea due to SSRI usage has been proposed to be a result of direct stimulation of serotonin to prolactin release or indirect effect of serotonin as dopamine antagonist. In this paper we described case that has been using 50 mg sertralin per day for the treatment of her current mixed anxiety and depressive disorder episode. During her treatment, she complained about galactorrhea and prolactin elevation. She recovered from this adverse effect just after cessation of the sertralin. One week later she has been introduced another SSRI, citaiopram at a dose of 20 mg per day which resulted in total remission of her symptoms. In this case, we discussed two different medications which are believed to have same mechanism of action for depression globally, but display different effects on prolactin levels due to diversity of their other receptor interactions. Physicians should be aware of subtle differences in between SSRIs leading to different side effects and prescribe their drugs to the patients accordingly.

LookUs & Online Makale