ISSN 1302-0099 | e-ISSN 2146-7153
TURKISH JOURNAL CLINICAL PSYCHIATRY - J Clin Psy: 10 (2)
Volume: 10  Issue: 2 - 2007
RESEARCH ARTICLE
1.Relationship Between Age of Onset in Bipolar Disorder and Clinical, Prognostic Properties
Recep Tütüncü, Sibel Örsel, M.Haluk Özbay
Pages 63 - 68
Amaç: Bu çalışmada bipolar bozukluk tanısı alan hastaların başlangıç yaşlarının; sosyo-demografik değişkenlere, klinik özelliklere, gidiş belirleyicilerine ve işlevselliğe etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya, başlangıç yaşı 20 yaş üstünde 23 hasta, 20 yaş ve altında olan 20 hasta olmak üzere toplam 43 hasta alınmıştır. Hastalık tanıları, DSM-IV Eksen I Bozuklukları için Yapılandırılmış Klinik Görüşme (SCID-I) kullanılarak belirlenmiştir. Tüm hastalar sosyo-demografik Bilgi Formu, Young Mani Derecelendirme Ölçeği (YMRS), Hamilton Depresyon Ölçeği (HAM-D), Global Değerlendirme Ölçeği (GAS) ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Erken başlangıçlı hastalarda geç başlangıçlı hastalara göre çalışmama oranları daha fazla, çocuk sahibi olma oranları belirgin olarak daha az saptanmıştır. GAS skorlarına göre erken ve geç başlangıçlı bipolar bozukluğu olan hastalarda orta halli semptomlar veya genel olarak bazı zorluklarla yürütülen işlevsellik söz konusudur. Her iki grup arasında hastalığın gidişiyle ilgili anlamlı farklılıklar saptanmamıştır. Ortalama hastalık süresinin her iki grupta da benzer olması (GRUP 1: 12,95 yıl; GRUP 2 12,09 yıl) ve GRUP 1 yaş ortalamasının 28.80 ve GRUP 2 ortalamasının 42,22 olması önemlidir. Sonuç: Bipolar bozuklukta, başlangıç yaşından çok hastalığın süresinin gidişte etkili olduğu düşünülmüş, erken başlangıç yaşının tek başına bir alt tip göstergesi olmadığı görüşü desteklenmiştir.
Objectives: The aim of this study is to investigate the effect of age of onset on socio-demographic variables, clinical properties, prognosis and functionality in bipolar disorder. Method: The study sample consisted of 43 patients. 23 patients' age of onset was more than 20 and the rest was equal to or less than 20 years old. The patients' diagnosis was made by the help of the Structured Clinical Interview for DSM-IV-TR (SCID-I). All patients were assessed by socio-demographic form, Young Mania Rating Scale (YMRS), Hamilton Depression Rating Scale (HAM-D), and Global Assessment Scale (GAS). Results: Unemployment rate was detected significantly higher and children number lower in early onset patients. According to GAS scores there were moderate symptoms and some difficulties in functioning. No significant differences were found in terms of course of the disease. It is important to express that average duration of the illness is same in both groups (GROUP 1: 12,95 years; GROUP 2 12,09 years) and the average age of the groups are 28,80 years for GROUP 1, and 42,22 years for GROUP 2. Conclusion: Duration of the illness is more important than the age of onset in course of the bipolar disorder. Early age of onset might not be the subtype predictor alone.

2.A Study for Clarifying the Relationship Between Acne Vulgaris and Psychopathology
Orhan Murat Koçak, Gökçe Silsüpür, Canan Görpelioğlu, Emel Erdal
Pages 69 - 76
Amaç: Akne ve psikopatoloji arasında nasıl bir ilişki olduğu, depresyon ve anksiyetenin sık gözlendiği vurgulanmasına rağmen, henüz netleşmemiştir. Bu çalışma bu ilişkiyi aydınlatmaya yönelik tasarlanmış bir çalışmadır. Yöntem: Çalışmaya 16-30 yaş arası akneli hastalar alınmış ve her hastaya sosyodemografik verileri içeren bir anket formu ile Beck Depresyon Envanteri, Beck Anksiyete Ölçeği ve Beden Algı Ölçeği verilmiştir. Ayrıca çalışmaya katılanların ebeveynlerine çocuklarının akne hastalığının görünümünü etkileyip etkilemediği ve dermatolojiye başvurunun kimin fikri olduğunu sorgulayan bir anket formu verilmiştir. Akne şiddeti dermatolog tarafından değerlendirilmiş, psikiyatrik tanı ise psikiyat- ristlerce DSM-lVe göre klinik görüşmeyle konmuştur. Bulgular: Çalışmaya alınan 45 hastanın on altısına psikiyatrik tanı konmuştur. Psikiyatrik hastalığı olan akneli hastalar olmayanlara göre anlamlı olarak daha yüksek depresyon ve anksiyete puanlarına sahipken, beden algıları anlamlı olarak düşük saptanmıştır. İki grubun akne şiddet puanları bir farklılık göstermemiştir. Hastalık süresine göre tüm hasta grubu üç grupta ele alındığında (bir yıldan kısa, 1-3 yıl arası ve üç yıldan uzun süredir olmak üzere) ölçek puanları ve akne şiddeti açısından gruplar arasında fark saptanmamıştır. "Çocuğumun görünümünü bozan bir rahatsızlığı vardır" yanıtını veren annelerin çocukları ile "çocuğumun görünümünü bozan bir rahatsızlığı yoktur" yanıtını veren annelerin çocukları arasında akne şiddeti açısından anlamlı fark yoktur. Sonuç: Akne bir stresör olarak etki gösterir ve psikopatoloji için presipitan bir faktör olarak etki edebilir ancak aknede depresyon ve anksiyetenin anlamlı yüksekliğini belirleyen daha çok psikopatolojidir.
Objectives: Although depression and anxiety were reported often in acne, how relationship is exist between acne and psychopathology have not been clarified. This study was designed for clarifying this issue. Method: Acne patients who aged between 16-30 years old were included in this study. Every patient was given a questionnaire which comprises sociodemographic charaster- istics, Beck Depression Inventory, Beck Anxiety Inventory and Body Cathexis Scale. In additionally patients' parents were asked whether their child has an acne problem which disturbs the appearance severely or not and whose idea was it to admit the appointment for the current examination. Acne was evaluated by two dermatologist and psychiatric disorders were diagnosed according to DSM-IV by two psychiatrists. Results: Sixteen of forty five acne patients who were included the study were diagnosed with a psychiatric disorder. The patients with psychiatric disorder had higher depression and anxiety scores and lower body perception scores than patients without psychiatric disorder. However acne severity was not different between these two groups. According to duration of the acne there were no difference between the groups in the depression and anxiety scores and acne severity. Acne severity of children whose mothers said "my child has an acne problem which disturbs his/her appearance" was not significantly different than who said "my child has not an illness which disturbs his/her appearance". Conclusion: The acne works as a stressor and precipitant factor but, in the acne, determinant of significant higher scores of the depression and anxiety is the psychopathology.

3.Reliability and Validity Study of Thought and Language Index in Turkish
Halis Ulaş, Koksal Alptekin, Berna Binnur Akdede, Mevhibe Tümüklü, Haluk Arkar, Yıldız Akvardar
Pages 77 - 85
Amaç: "Thought and Language Index" şizofreni hastalarında görülen düşünce ve dil bozukluklarını saptamak amacıyla geliştirilmiş yarı yapılandırılmış bir klinik görüşme ölçeğidir. "Thought and Language Index" adlı ölçek, geçerlilik ve güvenirlilik çalışması yapılmak üzere "Düşünce ve Dil Ölçeği" (DDÖ) adıyla Türkçeye çevrilmiş ve uyarlanmıştır. Yöntem: Bu çalışma kapsamına 82 şizofreni hastası ve 49 sağlıklı gönüllü alındı. Şizofreni hastalarına sosyodemografik veri formu, DDÖ, Pozitif ve Negatif Sendrom Ölçeği (PANSS), Calgary Şizofrenide Depresyon Ölçeği (CDÖ) uygulandı. Kontrol grubuna ise sosyodemografik veri formu ve DSM-IV Yapılandırılmış Klinik Görüşme Formu (SCID-I/CV) uygulandı. Ölçeğin güvenilirliğini değerlendirmek amacıyla görüşmeciler arası güvenilirliği, test-tekrar test güvenirliliği; geçerliliğini değerlendirmek amacıyla da ölçeğin faktör yapısı, şizofreni hastaları ile kontrol grubu arasındaki ayırt ediciliği araştırıldı. Bulgular: Yapılan faktör analizinde DDÖ'nün düşünce fakirleşmesi ve düşünce dağınıklığı olmak üzere 2 faktörlü bir yapıya sahip olduğu saptandı. DDÖ'nün görüşmeciler arası güvenirliliğinin yüksek olduğu (düşünce fakirleşmesi için r=0.97, düşünce dağınıklığı için r=0.72) gösterildi. Düşünce fakirleşmesi test-tekrar test güvenirliliğinin, düşünce dağınıklığı test- tekrar test güvenirliliğinden daha yüksek olduğu (düşünce fakirleşmesi için r=0.78, düşünce dağınıklığı için r=0.44) ve hasta grubu ile kontrol grubu arasında ayırt ediciliğinin olduğu gösterildi (pcO.OOI). Ölçeğin çelinebilirlik maddesi geçerli ve güvenilir bulunmadı. Çözülme maddesinin test tekrar test güvenilirliği düşük saptandı. CDÖ ile DDÖ maddeleri arasında anlamlı korelasyon saptanmadı. Sonuç: DDÖ'nün çelinebilirlik ve çözülme maddelerinin geçerlilik ve güvenilirliğinin akut alevlenme dönemindeki şizofreni hastaları ile de sınanması gerekmektedir.
Objective: Thought and Language Index (TLI) is a semi- structured clinical interview scale for assessing thought and language disorders in patients with schizophrenia. This index has been translated and adapted into Turkish language in order to study its validity and reliability. Method: 82 patients with schizophrenia and 49 healthy volunteers were included in the study. Sociodemographic data form, TLI, Positive and Negative Syndrome Scale (PANSS) and Calgary Depression Scale (CDS) were administered to patients with schizophrenia. Sociodemografic data form and Structured Clinical Interview for DSM-IV /Clinical Version (SCID-I/CV) were applied to the healthy controls. For the reliability evaluation of the index interrater reliability and test-retest reliability and for the validity of the index, factor structure and differentiation capacity between patients and healthy volunteers were investigated. Results: Poverty of thought and disorganization of thought were found as two factors in TLI's factor analysis. We determined high interrater reliability (r=0.97 for poverty of thought, r= 0.72 for disorganization of thought) for TLI. Test-retest reliability of poverty of thought was higher than that of disorganization of thought (r=0.78 for poverty of thought, r=0.44 for disorganization of thought) and TLI has high differentiation capacity between patients and healthy volunteers (pcO.OOI). Distractibility item of the index was not found valid and reliable. The test retest reliability of looseness was poor. The correlation between items of CDS and TLI was not significant. Conclusion: The validity and reliability of distractibility and looseness items of TLI must be tested also in acute schizophrenic patients.

4.Normalizing Attributions Style in non-help-seeking Persons with Symptomatic Fibromyalgia
Hüseyin Güleç
Pages 86 - 92
Objective: The aim of this study is to investigate whether non-help-seeking persons -who fulfill the criteria for a given illness, but do not seek medical advice- use more normalizing attributions than healthy controls and help seeking patients. Method: Thirty-seven FMS patients attending tertiary care were compared to 38 non-help-seeking persons who were diagnosed by our previous prevalence study and 34 healthy controls on the mean anxiety, depression, attribution style and alexi- thymia scores. Participants were administered a sociodemographic questionnaire form, the Symptom Interpretation Questionnaire (SIQ), Beck Anxiety Inventory (BAI), Beck Depression Inventory (BDI), 20 Item Toronto Alexithymia Scale (TAS-20). Results: Mean normalizing scores were greatest on non-help-seeking group, followed by healthy control group and smallest on the tertiary care attending group. All these differences were statistically significant. Normalizing style was associated with TAS-Difficulty Expressing Feelings. Conclusion: Non-help-seeking persons are using more “normalizing explanations" than the FMS patients and the healthy controls. Thus normalization may negatively influence help seeking behavior and contribute to nonhelp seeking behavior.
Amaç: Bu çalışmanın amacı, tanı kriterlerini doldurmasına rağmen bir hastalık davranışı olan tedavi arama davranışı göstermeyen kişilerin normalizasyon atıf yapma tarzını daha fazla kullanıp kullanmadığını araştırmaktır. Yöntem: Çalışma Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon polikliniğine ayaktan başvuran 37 Fibromiyalji Sendromu (FMS) tanısı konan hasta ile tedavi arayışı olmayan anket çalışması ile ağrı yakınması olan ve muayenesinde FMS tanısı konan 38 hasta ve anket çalışması ile tıbbi ve psikiyatrik hastalığı olmayan, ağrısız 34 kadınla yürütüldü. Çalışmaya katılan hastalara Semptom Yorumlama Anketi (SYA), Beck Anksiyete Ölçeği (BAÖ), Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ), Yirmi Soruluk Toronto Aleksitimi Ölçeği (TAÖ-20) ve sosyodemografik veri formu verilmiştir. Bulgular: SYA-Normalizasyon alt-testi ortalamalarının, tedavi arayışı olmayan grupta en yüksek değerlerde olduğu görülürken, normal sağlıklı grubun bunu takip ettiği ve en düşük değerlerin ise tedavi arayışı olan grupta olduğu görüldü. Gruplar arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulundu. Normalizasyon alt-testi ile sadece TAÖ-Duyguları İfade Etmede Güçlük alt-testi arasındaki korelasyonun anlamlı olduğu bulundu. Tartışma: Tedavi arayışı göstermeyen kişiler, hem 3. basamağa başvuran hastalardan hem de sağlıklı kontrol grubundan daha fazla normalizasyon atfını kullanmaktadırlar. Normalizasyon atıf tarzı tedavi arama davranışını olumsuz etkilemekte ve bu atfı kullanmak tedavi aramama davranışına katkıda bulunabilir.

REVIEW
5.Neuroimaging Techniques in Eating Disorders
Esra Güney, Aslı Çepik Kuruoğlu
Pages 93 - 101
Yeme bozuklukları sıklıkla ergenlik ve genç erişkinlik döneminde ortaya çıkar ve anlamlı mortalite ve mor- biditeyle bağlantılıdır. Beyin görüntüleme tekniklerinde son yıllarda görülen gelişmeler yeme bozuklukları alanına da yansımıştır. Yapılan çalışmaların sayısı diğer psikiyatrik bozukluklara göre daha az olduğu halde, sonuçlar yeme bozukluklarında etyopatojenezin daha iyi anlaşılmasına yönelik olarak, olası beyin bölgelerinin saptanması yolunda önemli adımlar atılmasını sağlamaktadır. Anoreksiya nervozada yapılan birçok çalışma hastalık sırasında, iyileşmeyle kısmen düzelen beyaz ve gri cevher hacminde azalma ve beyin omirilik sıvısı (BOS) hacminde artış olduğunu göstermiştir. Benzer örüntüler manyetik rezonans spektroskopi yöntemi ile desteklenmiştir. İşlevsel görüntüleme çalışmaları serotonin reseptör bağlanması, bölgesel serebral kan akımı veya serebral glukoz metabolizması ile ilgili işlevsel bilgi sağlamak için kullanılmıştır. Bu çalışmalarda AN ile singulat, frontal, temporal ve pariyetal korteksin ilişkisi gösterilmiştir. Bu bozuklukların iyileşme sonrası kısmen kalıcı olduğunu destekleyen bazı veriler, bu kişisel özelliklerin yeme bozukluklarının gelişimine yatkınlık oluşturma olasılığını ortaya çıkarmaktadır. Bulimiya nervoza ve tıkınırcasına yeme bozukluğunda yapılan daha az sayıdaki çalışmada benzer beyin bölgelerinde bozukluk olabileceği gösterilmiştir. Bu makalede yeme bozukluklarının etiyolojisine yönelik yapılan araştırmalarda, geliştirilen son tekniklerle giderek önemli yer tutmaya başlayan beyin görüntüleme yöntemlerinin gözden geçirilmesi amaçlanmıştır.
Eating disorders that are commonly encountered during puberty or early adulthood period, are associated with significant mortality and morbidity. Recent advances in the neuroimaging techniques made an impact on this area. Although research has been limited compared to other psychiatric disorders, results seem promising in paving the way to better understand the etiopathoge- nesis, by way of identifying the responsible brain regions. Many studies conducted in anorexia nervosa (AN) demonstrated loss of gray and white matter, which partially recuperates during recovery, as well as an increase in the cerebrospinal fluid volume. These findings were supported by similar outcomes from magnetic resonance spectroscopic investigations. Functional imaging methods have been utilized to obtain insight to the serotonin receptor binding, regional cerebral blood flow or glucose consumption. In these studies the association of AN with affected cingulate, frontal, temporal and parietal cortices has been demonstrated. Data supporting partially ongoing malfunction after recovery, suggest the possibility that constitutional features may render the individual liable to the development of an eating disorder. A small number of studies performed on bulimia nervosa and binge eating disorder showed dysfunction in similar brain regions. In this paper, we aim to review the newly developed neuroimaging methods that have gained importance in the field of research conducted on the etiology of eating disorders.

CASE REPORT
6.Temporomandibular Joint Dislocation Due To Orofacial Distonia During Antipsychotic Use: A Case Report
Cebrail Kısa, Çiğdem Aydemir, Erol Göka
Pages 102 - 105
Klasik antipsikotiklerin 1950'li yıllarda keşfinden sonra bu ilaçları kullanan hastalarda psikotik belirtiler düzelmesine karşın, ekstrapiramidal yan etkiler ve bu ilaçların tetik- lediği hareket bozuklukları görülmeye başlamıştır. Yeni antipsikotiklerle bu yan etkiler daha az görülürken, özellikle klasik antipsikotikleri kullanan hastaların bir kısmında tedavinin erken döneminde distoni, parkinsonizm ve akatizi görülürken daha sonraları bunlara uzun dönemde ortaya çıkan "geç" olarak tanımlanan diskinezi, korea, distoni ve tikler eklenmiştir. Bu yan etkiler eklem çıkığı gibi yaşam kalitesini azaltan ve ilaç uyumunu olumsuz etkileyen ikincil sorunlara neden olmaktadır. Bu yazıda klasik bir antipsikotik olan zuklopentiksolün intramüsküler enjeksiyonu sonrasında ağzını kapatamama, yutkunmada zorluk, konuşmanın tam olarak anlaşılamaması ve yüzünde belirgin asimetri gelişen bir olgu sunuldu. Öncelikle ağız ve yüz bölgesinde distoni geliştiği düşünülerek distoniye yönelik biperiden ve diazepam tedavisi başlandı. Distoni tedavisine yanıt olmaması üzerine ayırıcı tanı açısından tetkikleri ve fiziksel muayenesi yapılarak bulgular tekrar değerlendirildi. Fiziksel muayenesinde ağız ve yüz bölgesindeki distoniye bağlı temporomandibuler eklem çıkığı geliştiği saptandı. Temporomandibuler eklem çıkığı tanısı, ancak düşünüldüğünde ve buna yönelik fizik muayene yapıldığında konulabilir. Bu olgu örneğindeki gibi ağız ve yüz bölgesinde akut distoni gelişen ve distoniye yönelik uygulanan ilaç tedavisi ile düzelmeyen hastalarda temporomandibuler eklem çıkığı tanısı öncelikli olarak düşünülmelidir.
Short time after discovering of classical antipsychotics in 1 950's, extrapyramidal side effects and movement disorders were observed in many patients, despite improvement of psychotic symptoms. In contrast to new antipsychotic agents, these side effects are occasionally seen in early periods of the treatment by classic antipsychotics; movement disorders occur as dystonia, parkinsonism, and akathisia however in the long term “tardive" diskine- sia, chorea, dystonia and tics may be observed. Furthermore, these extrapyramidal side effects and movement disorders cause secondary problems such as dislocations in joints, low compliance to treatment and decreased quality of life of patients. In this case report, after intramuscular injection of zuclopenthiksol, a classical antipsychotic drug, acute dystonia was occurred which is evidenced by pain in temporomandibular joint, inability to close mouth, to swallow saliva, to speak and disproportion in face. To treat this case firstly, we used biperiden and diazepam for treatment of orofacial dystonia. After dystonia did not respond to the treatment, physical examination and clinical symptoms were reevaluated. Temporomandibular joint dislocation was diagnosed following the consultations from the related departments and radiological investigations. We sedated the patient by 15 mg of Diazepam than treat the dislocation by manual reduction. As in this case report, temporomandibular joint dislocation should be considered especially in patients with orofacial dystonia after use of classic antipsychotic agents who do not respond to medical treatment.

LookUs & Online Makale