ISSN 1302-0099 | e-ISSN 2146-7153
TURKISH JOURNAL CLINICAL PSYCHIATRY - J Clin Psy: 7 (3)
Volume: 7  Issue: 3 - 2004
RESEARCH ARTICLE
1.Predicting Level of Attention Deficit Hyperactivity Disorder (ADHD) from Tests of Intelligence and Other Related Neuropsychological Devices
Nurcihan Kiriş, Sirel Karakaş
Pages 139 - 152
Amaç: Raven Standart Progresif Matrisler (RSPM) Testi, genel yeteneğin yanında görsel- mekansal algılama, yargılama, zihinsel esneklik, soyut düşünme ve analitik düşünmeyi gibi özellikleri, yani akıcı zekayı ölçmektedir. Wechsler Çocuklar için Zeka Ölçeği Geliştirilmiş Formu (WISC-R) ise büyük ölçüde akademik başarıyı yansıtmaktadır. Bu çalışmada WISC-R'in dışında RSPM'in de Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu'nda (DEHB) kullanımı araştırılmıştır. Çalışmada, ayrıca, DEHB'nin derecelendirilmesinde kullanılan Conners Ana-baba Derecelendirme Ölçeği (CADÖ) ve Conners Öğretmen Derecelendirme Ölçeği (CÖDÖ) ile görsel algıyı değerlendiren Bender Gestalt (BG) testi kullanılmıştır. Testler topluluğunun hangi özellikleri ölçtüğü, faktör analiziyle incelenmiş; RSPM ile diğer test puanları arasındaki korelasyonlar araştırılmış; DEHB için sıklıkla kullanılan nöropsikolojik test puanlarından CADÖ ile CÖDÖ'nün yordanabilirliği incelenmiştir. Gereç ve Yöntem: Araştırmanın örneklemi daha önce ilaç tedavisi almamış, 6-11 yaş aralığında 45 erkek katılımcıdan oluşmuştur. Bulgular: Pearson Korelasyon analizinde RSPM ve WISC-R arasında; CÖDÖ ile WISC-R alt testleri arasında; RSPM ile BG ve WISC-R arasında anlamlı ilişkiler bulunmuştur. Çoklu Regresyon Analizinde, CÖDÖ'nün WISC-R'ın Benzerlikler alt testi ve BG puanından %20 varyans ile yordanabildiği görülmüştür. Yordayıcı değişkenlere RSPM'nin de katılmasıyla açıklanan varyans %40'a çıkmıştır. Sonuç: Bu çalışma DEHB'yi yordamada, dolayısıyla DEHB tanısı koymada RSPM'nin önemli katkısı olabileceğini göstermektedir. Bu doğrultuda DEHB'nin tanısal değerlendirilmesinde kullanılan testler arasına RSPM'nin de eklenmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.
Objectives: Raven Standard Progressive Matrices (RSPM) assess visuo-spatial perception, reasoning, intellectual flexibility, abstract reasoning and analytical thinking, thus 'fluid' intelligence. Wechsler Intelligence Scale for Children-Revised (WISC-R) is a general ability test that is highly loaded with academic achievement. In this study, the applicability of RSPM in the evaluation of Attention Deficit Hyperactivity Disorder (ADHD) was studied. Besides RSPM, the study utilized Bender Gestalt Test (BG) which measure visual perception; Conners Parent Rating Scale (CPRS) and Conners Teacher Rating Scale (CTRS) which are used in rating ADHD. The processes that RSPM along with the other tests measure were investigated through factor analysis. The correlations between RSPM and the other tests and predictability of CPRS and CTRS from test scores were investigated. Materials and Method: The sample consisted of 45 males who were in the age range of 6-11 years and who were not yet on pharmacotherapy. Results: Pearson Correlation Analysis revealed significant correlations between scores of RSPM and WISC-R; between CTRS score and subtest scores of WISC-R; between RSPM and BG scores and subtest scores of WISC-R. Stepwise multiple regression analysis revealed that CTRS could be predicted from Similarities score of WISC-R and BG score with an explained variance of 20%. The addition of RSPM to the predictor variables increased the explained variance to 40%. Conclusion: This study showed that the type of abilities that RSPM measure contributes to predicting ADHD. Thus, it would be useful to add RSPM to the tests that are used in the diagnostic assessment of ADHD.

2.The Effects of Somatic Symptoms on Suicidal Ideation, Behaviour and Intent in the Patients with Major Depression
Ozan Pazvantoğlu, Tuncer Okay, Nesrin Dilbaz, Cem Şengül, Göksel Bayram
Pages 153 - 160
Amaç: Major Depresif Bozukluk tüm dünyada yaygın olarak görülen ve intihara sebep olabilen bir ruhsal hastalıktır. Somatik semptomlar kültüre ve ülkenin sosyoekonomik durumuna da bağlı olarak bir çok psikiyatrik hastalıkta görülebilmektedir. Bu çalışmada, major depresyon tanısı alan hastalarda somatik şikayetlerin yoğunluğunun saptanması ve bu belirtilerin hastalarda intihar riskini nasıl etkilediğinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya, kliniğimize ayaktan başvuran ve DSM-IV tanı ölçütlerine göre Major Depresif Bozukluk tanısı alan 30 hasta alınmıştır. Hastalar son bir aydır psikotrop ilaç kullanmamışlardır. Çalışmaya kendi onayları ile kabul edilmişlerdir. Hastalara Hamilton Depresyon Ölçeği (HDÖ-17), intihar Düşüncesi Ölçeği, intihar Davranışı Ölçeği, intihar Niyeti Ölçeği uygulanmıştır. Bulgular: Olgular HDÖ'nün somatik belirtileri yordayan sorusuna verdikleri cevaba göre iki gruba ayrılmıştır. Her iki grup, düşüncesi ve davranışı açısından karşılaştırılmış, somatik belirtileri daha fazla olan hastaların, intihar davranışı ölçeğinde, somatik belirtilerinin şiddeti daha az olan gruba göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde (p=0.05) daha yüksek toplam değerler aldıkları görülmüştür. Her iki grup arasında intihar düşüncesi açısından fark bulunmamıştır (p=0.5). intihar girişimi olan hastalar ayrıca intihar niyeti ölçeği ile değerlendirilmiştir. Sonuç: Çalışmadan çıkan sonuçlar somatik belirtiler ile intihar davranışı arasında güçlü bir ilişki olabileceğini düşündürmektedir. Bu sonuç, özellikle psikiyatri dışı kliniklerce, bedensel ağırlıklı şikayetlerle başvuran hastaların depresyon açısından ve somatik belirtileri yoğun olan major depresyon hastalarının intihar riski açısından dikkatle ele alınmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Objective: Major depressive disorder is a common psychiatric disorder which can cause suicide. Somatic symptoms may be seen in many psychiatric disorders depending on culture and socioeconomic status of the country. This study aimed to determine the severity of somatic symptoms and their association with suicide risk in patients who had been diagnosed as major depressive disorder. Method: The study involved 30 patients who were admitted to mood disorder outpatient unit of our clinic and diagnosed as major depressive disorder based on DSM-IV criteria. The patients were psychotrophic- medication naive for the one last month. They enrolled into the study with their consent. The patients were assessed with Hamilton Depression Scale, scale of suicidal ideation, suicide intention scale and suicidal behaviour scale. The patients were divided into two groups according to Hamilton Depression scale scores to evaluate severity of somatic symptoms. The groups were compared for suicidal ideation, suicidal intention and suicidal behaviour mean scores. Result: The patients with more severe somatic symptoms had significantly higher scores (p=0.05) in suicidal behaviour scales compared to the other patients with less severe somatic symptoms. There were no significant differance between the groups according to suicide idention scale (p=0.5). The patients who attempted suicide assessed with suicidal intension scales. Conclusion: The results are suggestive of a strong association between somatic symptoms and suicidal behaviour. The results also indicate that in patients applying with physical complaints to the departments other than psychiatry clinics should be well-evaluated for suicidal risks.

REVIEW
3.Unipolar Mania
Fatih Volkan Yüksel, Aydın Kurt, Verda Tüzer, Erol Göka
Pages 161 - 166
DSM-IV ve ICD-10'a göre hiç depresif epizod olmadan sadece tek bir manik epizod veya tekrarlayan manik epi- zodlar geçirildiğinde hastaya bipolar bozukluk tanısı konulur. Fakat literatürde tekrarlayan manik epizod geçiren hastaların tanısının unipolar mani olması gerektiğini savunan ve bu tanının uluslararası psikiyatri nozolojisinde yer alması gerektiğini iddia eden araştırmalar da vardır. Tabii ki böyle bir kavramın ortaya atılabilmesi için unipolar mani oranının, bipolar bozukluktaki maniden farklarının olup olmadığının ve belki de en önemlisi geçmişteki ve gelecekteki depresif atakların nasıl dışlanacağının bilinmesi gerekmektedir. Literatürdeki bazı çalışmalar unipolar maninin çok nadir görüldüğünü ve bipolar bozukluktaki maniden bir farkı olmadığını savunsa da özellikle yeni yapılan çalışmalarda unipolar maninin hiç de nadir görülmediği ve bipolar bozukluktaki maniden özellikle klinik, sosyodemografik özellikler ve tedaviye cevap açısından bazı farkları olduğu gözlemlenmiştir. Bu yazıda, unipolar maninin görülme sıklığı ve değişik toplumlardaki oranı üzerinde durulmuş, bipolar bozukluktaki mani ile farkları ve olası depresif epizodların nasıl dışlanacağı ilgili literatür gözden geçirilerek tartışılmıştır.
DSM-IV and ICD-10 suggest that the patient experiencing only one manic episode or recurrent manic episodes without any depressive episodes should be diagnosed as bipolar disorder. However, there are studies suggesting that the patients experiencing recurrent manic episodes should be characterized as unipolar mania and this diagnosis should be recorded in the international psychiatric nosology. In order to develop such a concept, it is essential to know the prevalence of unipolar mania, whether there are differences between unipolar mania and manic episode of bipolar disorder and one should be aware how the previous and future depressive episode could be eliminated. Some studies in the literature suggest that unipolar mania is rarely observed and has no significant difference from the manic episode of the bipolar disorder. Conversely, some recent studies claim that the unipolar mania is not rarely seen and differs from mania in the bipolar disorder in terms of clinical, socio-demo- graphic factors and response to the treatment. This article focuses on the frequency of unipolar mania through exploring the prevalence rates in different cultures, the differences that discriminate unipolar mania from the manic episode of the bipolar disorder and the ways to eliminate possible depressive episodes through reviewing the literature.

CASE REPORT
4.When is Traumatic Grief Diagnosed? When Should the Treatment Begin?
Ufuk Sezgin, Şahika Yüksel, Zerrin Topçu, Aysun Genç Dişcigil
Pages 167 - 175
Bu çalışmanın amacı, birinci derecede bir yakının, ani ve travmatik bir biçimde ölümünün ardından farklı ruhsal bozukluklarla psikiyatri polikliniğine başvuran kişilerin yakınlarının ölüm biçimleri, başvuru nedenleri, tanıları, tedavi ve takipleri açısından incelenmesidir. Başvuranlarla yapılan klinik görüşmelerde sosyode- mografik özellikler, yakın kaybının biçimi, kayıp ardından gelişen ruhsal bozukluklar ve tanıları değerlendirilmiştir. Değerlendirmede vakaların kendi doldurdukları Olayın Etkilerini Değerlendirme Ölçeği - Yeniden Gözden Geçirilmiş Biçimi ve Travma Sonrası Stres Tanı Ölçeği kullanılmıştır. Bu olgu serisine 14'ü, kadın 16 kişi alınmıştır. Katılan kişilerin yaş ortalaması 34.31 ±12 (17-57) ve kayıp ile başvuru arasında geçen zaman 1-36 ay arasında değişmekteydi. Kayıplar travmatik ve beklenmeyen ölümler şeklindeydi. Başvuranlar en sık Travmatik Yas (n = 14), Travma Sonrası Stres Bozukluğu (n = 10) ve Major Depresif Bozukluk (n=8) tanılarını almaktaydı. Bir tedavinin seçilmesi için önce sorunun tanımlanması gerekmektedir. Kayıp sonrasında, farklı ruhsal hastalıklar için risk vardır. Kayıp sonrasında Travmatik Yas, Travma Sonrası Stres Bozukluğu, Major Depresyon, Panik Bozukluğu, Yaygın Anksiyete Bozukluğu gibi farklı ruhsal bozukluklar gelişebildiğine dikkat çekilmiştir. Sayılan bu bozukluklar, kaybın hemen ardından olabildiği gibi gecikmiş olarak da çıkabilmektedir. Sonuç olarak kayıptan sonra ortaya çıkacak olan yas normal ve doğal bir tepkidir. Kaybın beklenmedik ve dehşet uyandırıcı olması ile bu doğal sürecin bozulması, travmatik yasa neden olabilir. Buradaki travmatik etki bedensel ve ruhsal hastalıkların oluşması için bir risktir. Bu olgu serisi, ani, şiddet içeren ve kayıpların ardından destek gereksiniminin önemine işaret etmektedir
The objective of this case study is to investigate the outpatient population of a psychiatric clinic who have applied because of different psychological problems following a sudden and traumatic death of a first degree relative. This study considers causes of death, application complaints, diagnosis, treatments and follow-up. Demographic characteristics, causes of death, psychological problems arising following the loss and the diagnoses were assessed, during the clinical interviews with the applicants. In this assessment, The Impact of Event Scale - Revised and The Post-Traumatic Stress Diagnostic Scale (PDS), which are self- rated, have been used. This case study included 14 female and 2 male outpatients. The mean age of the applicants was 34.31 ±12 (17-57) and the duration between losses and applications to seek help ranged from 1 to 36 months. The reported losses were traumatic and sudden deaths. The most frequent diagnosies were Traumatic Grief (n=14), Post Traumatic Stress Disorder (n = 10) and Major Depressive Disorder (n=8). In order to choose the treatment approach, the problem needs to be identified first. There are risks for development of different psychological disorders following losses. Several psychological disorders such as Traumatic Grief, Post Traumatic Stress Disorder, Major Depressive Disorder, Panic Disorder and Generalised Anxiety Disorder may develop following significant loss. These problems may arise immediately following the loss as well as after some delay. The grief due to the loss is a normal and natural reaction. The disturbance of this natural course due to sudden and terrific loss may cause traumatic grief. This traumatic impact is a risk for development of physical and psychological disorders. This study indicates the possible need for support following traumatic and sudden losses.

RESEARCH ARTICLE
5.Tianeptine Induced Mania: A Case Report
Sema Gülen Yıldırım, Ayşe Devrim Başterzi, Erol Göka
Pages 177 - 180
Uzun zamandır trisiklik antidepresan ilaçlar, monoaminoksidaz (MAO) inhibitörleri, selektif serotonin geri alım inhibitörleri ve hatta bupropion kullanımının mani ya da hipomaniye yol açabildiği bilinmektedir. Mani ya da hipomaninin, trisiklik antidepresanlara göre seçici serotonin geri alım inhibitörleriyle ortaya çıkması daha az olasıdır. Antidepresan tedavilerin maniye kaymalara yol açtığı bilinmektedir ama bu kaymanın doza bağımlı olup olmadığı tartışmalıdır. Antidepresan kullanımı sonrası gelişen mani tablosu spontan maniye göre daha kısa ve daha yumuşaktır ve daha az sanrı, varsam, psikomotor ajitasyon ve bizar davranışlar izlenir. MAO inhibitörleri ve bupropion kullananlarda psikopatoloji şiddeti fluoksetin ve trisiklik antidepresanlara göre daha hafiftir. Antidepresanla sağaltılan bipolar bozukluğa sahip hastaların yaklaşık %15-25'inde maniye kayma görülebilir. Distimik hastaların üçte birinde, sosyal fobi, obsesif- kompulsif bozukluk ve panik bozukluğu olan hastaların %10-30 kadarında hipomani ortaya çıkmaktadır. Bu makalede; yaygın anksiyete bozukluğu nedeniyle tianeptin kullanımı sonrasında hipomani gelişen bir hasta sunulacaktır. Yeni bir antidepresan olan tianeptin kullanımının yol açtığı mani durumlarına dair literatürde olgu sunumuna rastlanmamıştır. Tianeptinin kimyasal yapısının trisiklik antidepresanlara benzemesi hipomaniye yol açabileceğini düşündürmüştür.
For a long time tricyclic antidepressant drugs, monoamine oxidase inhibitors, selective serotonin reuptake inhibitors and moreover bupropion usage is known to be able to cause mania or hypomania. Occurrence of mania or hypomania is less probable with serotonin re-uptake inhibitors when compared with tricyclic antidepressants, Antidepressant treatments is known to be able to cause manic shift for a long time. But it must be argued that whether this manic shift depends on doses or not. The mania state that occures after antidepressant usage is shorter and softer than spontanous mania and less delusion, hallucination, ajita- tion and bizarre behaviours are observed. About %15-25 of the patients with bipolar disorder who treated with antidepressants may show tendency to mania. 1/3 of the distimic patients and %10-30 of those who have social phobia, obsesive-compulsive disorder and panic disorder could have hipomania. In this report, a patient is presented who has hypomania that is developed after tianeptine usage owing to generalized anxiety disorder. Any case presentation relating to a new antidepressant tianeptine usage that cause mania situations is not found in the literature. The similarity of the chemical structure of tianeptine with tricyclic antidepressants is thought to be able to cause hypomania.

LookUs & Online Makale