ISSN 1302-0099 | e-ISSN 2146-7153
TURKISH JOURNAL CLINICAL PSYCHIATRY - J Clin Psy: 22 (1)
Volume: 22  Issue: 1 - 2019
EDITORIAL
1.Ethics and boundaries in mental health
Mehmet Yumru
doi: 10.5505/kpd.2019.75537  Pages 5 - 6
Abstract |Turkish PDF

RESEARCH ARTICLE
2.The relationships among impulsivity, anxiety sensitivity characteristics, and severity of social anxiety disorder (eng)
Safiye Bahar Ölmez, Ahmet Ataoğlu
doi: 10.5505/kpd.2018.47560  Pages 7 - 15
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı Sosyal Anksiyete Bozukluğu (SAB) hastalarında dürtüselik ve anksiyete duyarlılığı özelliklerinin incelenmesi ve bu özelliklerin SAB’nın şiddeti ile ilişkisinin araştırılmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmanın örneklemini Amerikan Psikiyatri Birliği Mental Hastalıkların Tanı ve Sınıflandırması Kılavuzunun beşinci versiyonuna göre tanı almış 42 SAB hastasından oluşan SAB grubu ve psikiyatrik tanısı bulunmayan 51 sağlıklı bireyden oluşmuş kontrol grubu oluşturmuştur. Çalışmada veri toplama aracı olarak; sosyo-demografik form, Barratt Dürtüselik Ölçegi (BDÖ-11) ve Anksiyete Duyarlılığı İndeksi (ADI-3) ve Liebowitz Sosyal Fobi Belirtileri Ölçeği (LSFBÖ) kullanılmıştır.
BULGULAR: Çalışma sonucunda SAB grubunda BDÖ-11 ortalama toplam puanı kontrol grubunun BDÖ-11 ortalama toplam puanından yüksek bulunmuştur (p<0.001). Ayrıca SAB grubunun ortalama toplam ADI-3 puanı kontrol grubunun toplam ADI-3 puan ortalamasından anlamlı derecede daha yüksektir (p<0.001). Uygulanan varyans analizi sonucunda bilişsel ve toplumsal alt ölçek ve toplam ADI-3 puanları ile LSFBÖ puanları arasında pozitif korelasyonlar olduğu bulunmuştur (sırasıyla; r=0.434, r=0.427 ve r=0.351). BDÖ-11 alt ölçeklerinden ise yanlızca dikkat dürtüselliği puanı ile LSFBÖ kaçınma alt ölçek puanı arasında negatif korelasyon bulunmuştur (r=-0.353).
TARTIŞMA ve SONUÇ: SAB hastalarının dürtüsellik ve anksiyete duyarlılığı özellikleri sağlıklı bireylerden yüksektir. SAB’da kaçınma belirtilerinin şiddeti, bireylerin anksiyete duyarlılıkları ve dikkat dürtüselliği özellikleri ile ilişkilidir.
INTRODUCTION: The purpose of this study is to examine the characteristics of impulsivity and anxiety sensitivity in patients with Social Anxiety Disorder (SAD) and to investigate relationships between these characteristics and the severity of SAD.
METHODS: The sample consisted of outpatients (n=51) who had been diagnosed with only SAD based on the American Psychiatric Association’s Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorder, in addition to healthy individuals (n=51) serving as the control group. Data collection tools were the socio-demographic form, the Barratt Impulsivity Scale (BIS-11), the Anxiety Sensitivity Index (ASI-3), and Liebowitz Social Anxiety Scale (LSAS).
RESULTS: The mean total score of the BIS-11 in the SAD group was found to be significantly higher than the mean total BIS-11 score in the control group (p <0.001). Compared to the mean total ASI-3 score, the SAD group’s mean score was significantly higher than the control groups mean scores (p <0.001). The analysis of variance revealed that the cognitive and social dimensions and total ASI-3 scores were positively correlated with total LSAS scores (r=0.434, r=0.427, and r=0.351, respectively). Additionally, there was a negative correlation between the attention impulsivity subscore and the LSAS avoidance subscore (r=-0.353).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Patients with SAD have more impulsivity and anxiety sensitivity characteristics than healthy individuals. Moreover, anxiety sensitivity and attention impulsivity characteristics of patients with SAD are associated with symptom severity.

3.Investigation of the effect between care burden and quality of life in caregivers of schizophrenia patients (tur)
Hakan Karaağaç, Esra Çalık Var
doi: 10.5505/kpd.2018.60783  Pages 16 - 26
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi TRSM ve Ruh Sağlığı Kliniğinde tedavi edilen şizofreni hastalarına bakım verenlerin algıladıkları bakım yüklerinin yaşam kaliteleri üzerindeki etkilerinin incelenmesi amacıyla gerçekleştirildi.


YÖNTEM ve GEREÇLER: Örneklem seçiminde amaçsal örnekleme yöntemi kullanılmış ve 146 kişi çalışmaya dahil edilmiştir. Verilerin toplanmasında; Sosyodemografik Bilgi Formu, Zarit Bakım Verme Yükü Ölçeği ve DSÖ Yaşam Kalitesi Ölçeği Kısa Türkçe Formu kullanılmıştır. Elde edilen veriler SPSS 23 programında sayı, yüzde, frekans, t testi, ANOVA, pearson korelasyon analizi ve çoklu regresyon analizi ile test edilmiştir.
BULGULAR: Bakım verenlerin; yaş ortalamasının 45 olduğu, hastalarına ortalama 8.5 yıl bakım verdikleri ve % 54.8’inin kadın olduğu tespit edilmiştir. Yaşam kalitesi fiziksel sağlık boyutunu; bakım yükü toplam puanı, sosyal ilişkilerde bozulma ve ekonomik yük alt boyutlarının olumsuz etkilediği bulunmuştur. Ruhsal gerginlik, ekonomik yük ve bakım yükü toplam puanının ise yaşam kalitesinin psikolojik alt boyutunu olumsuz etkilediği tespit edilmiştir. Yaşam kalitesi sosyal ilişkiler alt boyutunu bakım yükü ruhsal gerginlik ve toplumsal ilişkilerde bozulma alt boyutları olumsuz yönde etkilediği sonucuna ulaşılmıştır. Yaşam kalitesi çevre boyutunu ise sadece ekonomik yük etkilemektedir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ruh sağlığı hastalıkları sadece hastanın değil hasta yakınlarının da yaşamlarını etkilemekte, hasta yakınları bu süreçte desteğe ihtiyaç duyabilmektedir. Şizofren hastalarına yönelik geliştirilecek ve var olan programlar değerlendirilirken onlara bakım verenlerin de dikkate alınması şizofreni hastalarının aile sistemi içinde desteklenebilmesini ve hastalığa bütüncül yaklaşılmasını destekleyebilir.
INTRODUCTION: This study was conducted to investigate the effect between care burden and quality of life of caregivers of schizophrenia patients treated at Kayseri Education and Research Hospital Community Mental Health Center and Psychiatry Clinic.
METHODS: In the selection of samples, purposive sampling method was used and 146 persons were included in the study. In the collection of data; Sociodemographic Information Form, Zarit Care Burden Scale and WHOQOL-BREF-TR were used. The obtained data were tested in SPSS 23 program by number, percentage, frequency, t test, ANOVA, Pearson correlation analysis and multiple regression analysis.
RESULTS: Caregivers; mean age was 45, the patients were given care a mean of 8.5 years and 54.8% were women. The quality of life physical health subscale; burden of care total score, deterioration in social relations and economic burden were negatively affected. It was determined that the total score of spiritual tension, economic burden and burden of care total score negatively affected the psychological sub-dimension of quality of life. It was concluded that the social relations sub-dimension of quality of life negatively affected the sub-dimensions of care burden, mental stress and deterioration in social relations. The quality of life environmental subscale are affected only economic burden.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Mental health diseases affect the lives of not only the patients but also the patients' relatives, and caregivers may need support in this process. Consideration of the caregivers of schizophrenic patients as well as their caregivers, when existing programs are being assessed, may support schizophrenia patients within the family system and promote holistic approach to the disease.

4.Analysis of psychological factors and sexual life in postmenopausal women: A cross-sectional study (eng)
Seren Akman, Mehmet Çakıcı, Buse Keskindağ, Meryem Karaaziz
doi: 10.5505/kpd.2018.58070  Pages 27 - 35
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma, postmenopozal dönemdeki kadınlarda psikolojik belirtiler ve cinsel yaşamın incelenmesini amaçlamaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu kesitsel çalışmaya, 50 postmenopozal, 50 menopoza henüz girmemiş 100 kadın katılmıştır. Katılımcıların menopoz semptomlarını belirlemek amacıyla Menopoz Semptomları Değerlendirme Ölçeği, menopozun psikolojik etkilerini belirlemek amacıyla Belirti Tarama Testi, menopozun cinsel hayata etkisini değerlendirmek amacıyla ise Arizona Cinsel Yaşantılar Ölçeği ve Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği kullanılmıştır.
BULGULAR: Calışma bulguları, menopoza girmiş kadınların SCL-R 90’ın tüm alt ölçeklerinden menopoza girmemiş kadınlara göre daha yüksek puan aldıklarına işaret etmektedir. Fakat, menopoza girmiş olan kadınlar ile menopoza henüz girmemiş kadınlar arasında cinsel doyum açısından anlamlı bir fark bulunmamıştır. Buna rağmen, GRISS alt ölçekleri olan vajinismus ve anorgazmi incelendiğinde, menopoza giren kadınların, henüze menopoza girmemiş kadınlara göre anlamlı olarak daha fazla puan aldıkları tespit edilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma, kadınların ruh sağlıklarının menopozun getirdiği psikolojik etkenler tarafından etkilenebileceğini göstermiştir. Getirdiği fiziksel sonuçlar yüzünden menopoz cinselliği etkilese de bulgular, menopoza girmiş olan kadınların cinsel doyum rapor ettiğine işaret etmektedir. Psikolojik desteği de içeren çok boyutlu sağlık hizmetlerinin, kadınlara menopoza girdikleri süreçte yardımcı olabileceği düşünülmektedir.
INTRODUCTION: The aim of this study was to analyze the psychological and sexual experiences of postmenopausal women.
METHODS: This cross-sectional study included 100 females (50 postmenopausal and 50 non-menopausal women). The symptoms of menopause were assessed by the Menopausal Symptoms Scale (MRS), psychological symptoms were assessed by the Symptoms Check List (SCL-R 90), and sexual functions were evaluated by the Arizona Sexual Experience Scale (ASEX) and the Golombok Rust Inventory of Sexual Satisfaction (GRISS).
RESULTS: The findings indicated that mean scores of all subscales of the SCL-R 90 were significantly higher among postmenopausal women in comparison with non-menopausal women. No significant differences were found between postmenopausal and non-menopausal women in terms of sexual satisfaction. However, mean scores of vaginusmus and anorgasmia subscales of the GRISS were significantly higher in postmenopausal women than non-menopausal women.
DISCUSSION AND CONCLUSION: This study showed that menopause may affect women’s mental health because of its psychological consequences. Although menopause can influence sexuality because of physical consequences, findings indicated that menopausal women tend to report they still have sexual satisfaction. Multidimensional health care including psychological support could be efficient for menopausal women.

5.Evaluation of post-traumatic stress disorder, burnout and coping styles in emergency and intensive care unit employees (tur)
Erkan Baysak, Meliha Zengin Eroğlu, Çisem Utku, Burhanettin Kaya
doi: 10.5505/kpd.2018.55707  Pages 36 - 47
GİRİŞ ve AMAÇ: Yoğun bakım ve acil bölümlerinde çalışanlarda Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB)’nun sık görüldüğü bilinse de bu konu oldukça az incelenmiştir. Makalemizde ülkemizdeki çeşitli hastanelerde bu alanda çalışanlarda TSSB sıklığı, tükenmişlik ve stresle başa çıkma biçimleri araştırılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Farklı merkezlerden çalışmaya dahil edilen 123 acil, 139 yoğun bakım çalışanı ve 133 kontrol vakalarının verileri değerlendirildi. Tüm katılımcılara Travma Sonrası Stres Tanı Ölçeği, Maslach Tükenmişlik Envanteri, Hastane Anksiyete Depresyon Envanteri (HAD), Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeği ve çalışma için geliştirilen sosyodemografik bilgi formu uygulandı.
BULGULAR: TSSB oranı acil çalışanlarında, Yoğun Bakım Ünitesi (YBÜ) çalışanlarında ve kontrol grubunda sırasıyla %23.6, %15.8 ve %6 bulundu. Hem acil grubunun hem de yoğun bakım grubunun HAD ölçek puanları kontrol grubundan yüksekti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Acil ve YBÜ’de çalışanlar başta TSSB olmak üzere anksiyete ve depresyon gibi ruhsal hastalıklar açısından oldukça riskli bireylerdir. Koruyucu ruh sağlığı açısından bu tür iş yerlerinde çeşitli önlemlerin alınması gereklidir.
INTRODUCTION: Although it’s well known that Post-Traumatic Stress Disorder (PTSD) is frequent in intensive care and emergency departments employees, this subject has been studied very rare. PTSD frequency, burnout and the methods of coping with PTSD were investigated in our study in employees working at this area from various hospitals from our country.

METHODS: Data of 123 emergency department, 139 intensive care unit employees and 133 control included from different centers to the study were evaluated. The Posttraumatic Diagnostic Scale, Maslach Burnout Inventory, Hospital Anxiety and Depression Scale, Coping Style Scale and sociodemographic data form developed for the study were applied to all participants.
RESULTS: The rates of PTSD in emergency employees, in intensive care unit employees and in controls were 23.6%, 15.8% and 6% respectively.The HAD scores of both the emergency and intensive care groups were higher than the control group.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Emergency and intensive care unit employees are risky people for especially PTSD and psychiatric disorders such as anxiety and depression. Various precautions must be taken at this kind of workplaces in terms of preventive mental health.

6.Sexual functions and prolactin levels in patients with bipolar disorder (tur)
Rabia Nazik Yüksel, Elif Tatlıdil Yaylacı, Hasan Kaya, Gamze Erzin, Emine Merve Akdağ, Adem Demirci, Çiğdem Aydemir, Erol Göka
doi: 10.5505/kpd.2019.03521  Pages 48 - 56
GİRİŞ ve AMAÇ: Duygudurum dengeleyici ve antipsikotik ilaçların cinsel işlevlerle ilgili yan etkileri olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte hastalar genellikle bu yakınmaları hakkında konuşmaktan kaçınırlar ve cinsel işlev bozukluklar, hastaların kendi kendilerine doz azaltmalarına ya da tedaviyi bırakmalarına sebep olabilir. Bu çalışmada, remisyon dönemindeki bipolar bozukluk hastalarının ilaç tedavileri ve prolaktin düzeylerini dikkate alarak cinsel işlevlerini değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya DSM-IV kriterlerine göre bipolar bozukluk tanısı alan 52 hasta dâhil edildi. Hastaların prolaktin düzeyleri ölçüldü. Cinsel disfonksiyonu değerlendirmek için, Golombok Rust Cinsel Doyum Ölçeği (GRCDÖ) kullanıldı.
BULGULAR: Prolaktin düzeyleri ortalaması kadın ve erkekler için sırasıyla 24.71 ± 4.25 ve 19.96 ± 5.52 ng/ml idi. Duygudurum dengeleyici (DD) ve duygudurum dengeleyiciye ek antipsikotik (AP) alanlar arasında prolaktin seviyeleri farklıydı (p<0.001). Toplam GRCDÖ puanları DD ve DD+AP tedavi grubunda farklı değildi. Toplam GRCDÖ ile prolaktin seviyeleri arasında korelasyon yoktu. Kadınlarda dokunma, doyum, anorgazmi, erkeklerde prematür ejakülasyon, empotans ve doyum alt ölçeklerinde bozulma mevcuttu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda, remisyondaki kadın ve erkek bipolar bozukluk hastalarında cinsel disfonksiyonlar mevcuttu. Prolaktin seviyeleri cinsel disfonksiyonu yansıtmakta yeterli bulunmadı. Bipolar bozuklukta tedavi uyumunu arttırmak için, DD ve AP kullanan hastalarda cinsel işlevlerin dikkate alınması gerekmektedir.
INTRODUCTION: Mood stabilizers and antipsychotic drugs are known to have adverse effects on sexual function. However, patients often refrain from speaking about sexual complaints that may cause dose reduction and discontinuation of the drug without medical supervision. In this study we aimed to evaluate sexual functions of patients with bipolar disorder in remission period, considering prolactin levels and medications.
METHODS: We recruited 52 patients with bipolar disorder in remission according to DSM-IV diagnostic criteria. Prolactin levels were measured in all patients. The Golombok Rust Inventory of Sexual Satisfaction (GRISS) was used to assess sexual dysfunction.
RESULTS: Mean prolactin levels were 24.71 ± 4.25 and 19.96 ± 5.52 ng/ml respectively for females and males. Patients taking mood stabilizer (MS) and mood stabilizer plus antipsychotic (AP) treatment had different prolactin levels (p<0.001). Total GRISS scores were not different for MS and MS+AP treatment groups. We didn’t find a correlation between Total GRISS scores and prolactin levels. There was a significant deterioration in female non-sensuality, female dissatisfaction and anorgasmia subscales of female patients and significant deterioration in premature ejaculation, impotence and male dissatisfaction subscales of male patients.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In our sample, both men and women patients with bipolar disorder in remission have sexual dysfunctions. Our results suggest that prolactin levels are not sufficient to demonstrate the sexual dysfunction. To enhance patient compliance it is necessary to focus more on sexual symptoms of patients receiving MS and AP treatment.

7.A medical school students' mental disorders attitudes (tur)
Ferdi Köşger, Ali Ercan Altınöz
PMCID: PMC22  doi: 10.5505/kpd.2018.78941  Pages 57 - 62
GİRİŞ ve AMAÇ: Ruhsal hastalıklara yönelik damgalama tüm dünyada görülen bir durum olup ruhsal bozukluğu olan bireyler üzerindeki olumsuz etkisi günümüze kadar yapılan çalışmalarla güçlü bir şekilde gösterilmiştir. Ruhsal hastalıklara yönelik damgalayıcı tutumun tıp fakültesi öğrencileri arasında da bulunduğu bilinmektedir. Bu çalışmada Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Tıp Fakültesi öğrencilerinin ruhsal bozukluklara yönelik tutumlarını araştırmak ve bu tutumların sosyodemografik verilerle ilişkisini ortaya koymak amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya ESOGÜ Tıp Fakültesinde eğitim gören, çalışmaya katılmaya gönüllü öğrenciler Aralık 2017 – Nisan 2018 tarihleri arasında alınmıştır. Çalışmamızda sosyodemografik bilgi formu ve Ruhsal Hastalığa Yönelik İnançlar Ölçeği veri toplama aracı olarak kullanıldı.
BULGULAR: Çalışmaya katılmayı kabul eden 314 öğrenci değerlendirmeye alınmıştır. Çalışmaya katılanların 24’ü (%7.6) psikiyatrik bir tanı öyküleri olduğunu, 63’ü (% 20.1) ise psikiyatrik bir tanı öyküsü olan bir yakınları olduğunu bildirmişlerdir. RHİÖ puanları cinsiyete göre karşılaştırıldığında erkeklerde ölçek toplam ortalama puanlarının kadın öğrencilerden anlamlı derecede daha yüksek olduğu bulundu (z=2.65, p<0,01).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kadın tıp fakültesi öğrencilerinin erkek öğrencilere göre, eğitim düzeyi yükseklerin düşüklere göre, ruhsal bozukluk öyküsü olanların olmayanlara göre, yakınında ruhsal bozukluk öyküsü olanların olmayanlara göre daha olumlu tutumlara sahip olması literatürle uyumludur. Tıp fakültesi öğrencilerinde damgalama farkındalığının geliştirilebilmesi önemlidir.

INTRODUCTION: Stigmatization for mental illness is a phenomenon that is seen all over the world and its negative effect on individuals with mental disorders has been shown strongly with studies done up to day. It is known that the stigmatizing attitude towards mental illness is also seen among the medical faculty students as well. In this study, it was aimed to investigate the attitudes of students of Eskişehir Osmangazi University (ESOGÜ) Faculty of Medicine to mental disorders regarding to sociodemographic variables.
METHODS: The study is conducted between December 2017 and April 2018; the sample was consisting of the volunteer students of Eskişehir Osmangazi University School of Medicine. In our study, sociodemographic information form and Beliefs Towards Mental Illness Scale (BTMIS) were used as data collection tool.
RESULTS: 314 students who agreed to participate in the study were assessed. Twenty-four of the participants (7.6%) reported a psychiatric diagnosis, and 63 (20.1%) had a psychiatric diagnosis. When comparing the scores of BTMIS scores by sex, the mean scores of male students were significantly higher than female students (z = 2.65, p <0,01).
DISCUSSION AND CONCLUSION: It is consistent with the literature that women, the students with high education, the students with psychiatric disorders, and the student who had a relative with psychiatric disorder had more positive attitudes. It is important to improve the stigmatization awareness toward the medical students.

8.Turkish adaptation of emotion regulation skills questionnaire-emotion specific: The study of reliability and validity (tur)
Sevginar Vatan
doi: 10.5505/kpd.2018.52824  Pages 63 - 70
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu araştırmada özgül duygular için duygu düzenleme becerilerini değerlendirebilecek bir ölçüm aracının Türkçe’ye kazandırılması amaçlanmıştır. Bu doğrultuda, özgül duygular temelli duygu düzenleme becerileri ölçeğinin geçerliği ve güvenirliği incelenmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu amaç doğrultusunda 295 kadın ve 219 erkek olmak üzere toplam 514 kişi ile araştırma yürütülmüştür. Katılımcılar Duygu Düzenleme Becerileri Ölçeği-DÖ’ni, Duygu Düzenleme Becerileri Ölçeği ve SCL-90 Ölçeği’ni doldurmuşlardır.
BULGULAR: DDBÖ-DÖ’nin, güvenirlik çalışması kapsamında; Cronbach alfa iç tutarlılık katsayılarının.86 ile. 92 arasında olduğu bulunmuştur. Her bir alt boyut için yapılan madde-toplam korelasyon sonuçlarının da.30’dan yüksek olduğu görülmüştür. Geçerlik çalışması kapsamında ise; DDBÖ-DÖ ölçüt bağıntılı geçerlilik için değerlendirilen ölçeklerle beklendik yönde korelasyon göstermiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Duygu Düzenleme Becerileri Ölçeği-DÖ’nin Türkçe uyarlaması için güvenirlik ve geçerlilik özelliklerine sahip olduğu düşülmektedir.
INTRODUCTION: The aim of this study was to bring one of the emotional regulation measurements to Turkish Language. For this, we evaluated validity and reliability of the Emotion Regulation Skills Questionnaire-Emotion Specific in a Turkish sample.
METHODS: In total 514 university students (295 female and 219 male) participated and completed Emotion Regulation Skills Questionnaire-Emotion Specific, Emotion Regulation Skills Questionnaire, and SCL-90
RESULTS: In the reliability study, the Cronbach alphas for different emotions subscales were between.86 and.92. Most of the item total correlations were higher than.30. Additionally, in the validity study the whole scale and subscales were revealed high correlations with each other and variables used for criterion validity.
DISCUSSION AND CONCLUSION: To sum up, the results suggest that the validity and reliability of the Turkish form of Emotion Regulation Skills Questionnaire –Emotion Specific was at a satisfactory level.

9.The attitudes of high school adolescent toward crime and risk factors (tur)
Ezgi Sarı, Hülya Arslantaş
doi: 10.5505/kpd.2018.81894  Pages 71 - 82
GİRİŞ ve AMAÇ: Gelişim ve değişimin yoğun olarak yaşandığı ergenlik dönemi için suç davranışının görülme riskinin artması göz önüne alınarak bu çalışma, 14-18 yaş arası sağlıklı ergenlerin suça yönelik tutumlarını ve suça yönelik tutumları için risk faktörlerini belirlemek amacı ile tanımlayıcı olarak yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma her okul türünü temsilen seçilmiş 9 okulda öğrenim gören 14-18 yaş arası ergenlerin katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Veri toplama aracı olarak Kişisel Bilgi Formu ve Suça Karşı Tutumlar Ölçeği (SKTÖ) kullanılmıştır. Verilerin analizinde, tanımlayıcı istatistiklerden, non-parametrik testlerden Kruskal Wallis ve gruplar arasındaki farkı belirlemek için ise Mann-Whitney U testinden yararlanılmıştır.
BULGULAR: Çalışmaya katılan ergenlerin %58,5'inin (n=857) erkek, %29,7’sinin (n=435) 17 yaşında, %35,7’sinin (n=523) endüstri meslek lisesinde öğrenim gördükleri saptanmıştır. Suça karşı tutumlar ile cinsiyet(z=-4,958 p=0,000), yaş(KW=14,354 p=0,006), öğrenim görülen lise türü(KW=81,615 p=0,000), anne-babanın öğrenim durumu (KW=41,675 p=0,000;KW=32,730 p=0,000), ailenin gelir düzeyi (KW=15,193 p=0,001), anne babanın ergene karşı tutumları(KW=41,640 p=0,000), ailede hükümlü birey varlığı(KW=11,837 p=0,008), ailenin yanlış bir davranış sonucunda ergene verdiği ceza(z=-3,745 p=0,000), ergenin akademik başarı düzeyi(KW=18,426 p=0,000), okulda geçirilen disiplin soruşturmaları(z=-6,103 p=0,000)ve arkadaşlarıyla yanlış davranışlarda bulunma sıklıkları(KW=83,033 p=0,000) arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Erkek ergenlerin, kendilerine karşı aile tutumları baskıcı ve ilgisiz olan, aile içi tartışmaları sık olan ve yanlış bir davranış sonucu şiddet içerikli cezalara maruz kalan, aile içinde babaları hüküm giymiş olan, anne baba eğitim düzeyleri düşük olan ve arkadaşlarıyla birlikte yanlış bir davranışta bulunan ergenlerin suç davranışlarını daha çok onayladıkları saptanmıştır. Suç davranışına yönelik uygunsuz tutum gelişmesine sebep olan ve risk oluşturan aile, okul ve akran özelliklerine yönelik farkındalık kazandırma ve koruma çalışmaları gereklidir.
INTRODUCTION: In adolescence, where development and change are experienced intensively, there is a greater risk of criminal behavior. So this study was planned to determine the suicidal attitudes and the risk factors for suicidal attitudes of healthy adolescents between 14-18 years of age.
METHODS: The research was conducted with the participation of adolescents between the ages of 14 and 18 who were studying at 9 schools selected as representative schools. The Personal Information Form and Attitudes Against Crime were used as data collection tools. In the analysis of the data, descriptive statistics were obtained from the non-parametric tests Kruskal Wallis Test and to determine the difference between groups Mann-Whitney U.
RESULTS: Adolescents participating in the survey were identified 58,5% (n=857) were male, 29.7% (n=435) 17 age, %35,7% (n=523) industrial had their education in vocational schools. Against crime attitudes with gender(z=-4,958 p=0,000), age(KW=14,354 p=0,006), the common type of school education(KW=81,615 p=0,000), parents' educational status(KW=41,675 p=0,000;KW=32,730 p=0,000), family income level(KW=15,193 p=0.001), attitude towards parents and adolescents(KW=41,640 p=0,000), the presence of the convicted individual in the family(KW=11,837 p=0,008), wrong behaviour of the family as a result of the penalty to adolescents(z=-3,745 p=0,000), the level of academic achievement of adolescents(KW=18,426 p=0,000), disciplinary investigations at school passed(z=-6,103 p=0,000) with friends and their incidence in incorrect behavior(KW=83,033 p=0,000) between the statistically significant relationship has been identified.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The adolescents who is male, were oppressed and indifferent to family attitudes towards them, whose family debates were frequent and who were subjected to punishment with violent content and who were convicted of fathers in the family, low parental education levels and wrong behavior with their friends were more likely to approve of criminal behavior. It is necessary to raise awareness and protect the family, school and peer characteristics that cause inappropriate attitudes towards crime behavior and create risk.

10.Examination computer gaming addiction, alexithymia, social anxiety, age and gender among children aged 8-12 (tur)
İbrahim Taş, Zehra Güneş
doi: 10.5505/kpd.2018.17894  Pages 83 - 92
GİRİŞ ve AMAÇ: Bilgisayar oyun bağımlılığı da teknolojik bağımlılıklar bağlamında ele alınan bir davranışsal bağımlılık türüdür. Bu bağımlılık türünün en çok çocuklar üzerinde olumsuz etkiler yarattığı görülmektedir.
Bu araştırmanın amacı çocuklarda bilgisayar oyun bağımlılığının yordayıcıları olarak yaş, cinsiyet, aleksitimi ve sosyal anksiyeteyi incelemektir.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma 148’i kız, 173’ü erkek olmak üzere
toplam 321 kişi üzerinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmaya katılanların yaşları 8 ile 12 arasında olup yaş ortalamaları 10.48 şeklindedir. Araştırmanın verileri Çocuklar için Bilgisayar Oyun Bağımlılığı Ölçeği, Çocuklar için Aleksitimi Ölçeği ve Çocuklar için Sosyal Anksiyete Ölçeği ile Kişisel Bilgi Formu aracılığıyla toplanmıştır. Araştırmanın verilerinin normal dağıldığı ve çoklu regresyon için gerekli varsayımları karşıladığı görüldüğünden parametrik testler kullanılmıştır. Araştırmadan elde edilen veriler Pearson Korelasyon Analizi ve Hiyerarşik Regresyon Analizi yöntemi ile incelenmiştir.
BULGULAR: Analiz sonucunda bilgisayar oyun bağımlılığı, aleksitimi ve sosyal kaygı arasında pozitif ilişki olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca yaş, cinsiyet, aleksitimi ve sosyal anksiyetenin, bilgisayar oyun bağımlılığını %24.1 düzeyinde anlamlı bir şekilde yordadığı görülmüştür. Araştırmada bilgisayar oyun bağımlılığının açıklanmasında en güçlü etkinin aleksitimiden geldiği, onu cinsiyet ve sosyal anksiyetenin izlediği tespit edilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Araştırmada sonuç olarak cinsiyet, aleksitimi ve sosyal anksiyetenin çocuklarda bilgisayar oyun bağımlılığını önemli ölçüde etkilediği görülmektedir. Araştırmanın sonuçları alan yazın ışığında tartışılmış ve araştırmacı ve alanda çalışan uzmanlara önerilerde bulunulmuştur.

INTRODUCTION: Computer gaming addiction is also a type of behavioral addiction dealing with in the context of technological dependencies. It is seen that this addictive type has the most negative effects on children.
The aim of this study is to examine age, gender, alexithymia and social anxiety as predictors of computer gaming addiction among children.

METHODS: The research was carried out on a total of 321 persons, 148 of whom were girls and 173 were boys. The ages of the participants were between 8 and 12 and their average age was 10.48. Research data were collected via Computer Gaming Addiction Scale for Children, Alexithymia Scale for Children, Social Anxiety Scale for Children and Personal Information Form. Parametric tests were used because it was found that the data of research were normally distributed and met the necessary assumptions for multiple regression. The data obtained from the research were analyzed by Pearson Correlation Analysis and Hierarchical Regression Analysis method.
RESULTS: In the study, a positive correlation has been found between computer gaming addiction and alexithymia and social anxiety. In addition, age, gender, alexithymia and social anxiety significantly predicted computer gaming addiction at 24.1%. In the research, it was identified that the most effect in explaining computer gaming addiction was alexithymia, followed by gender and social anxiety.
DISCUSSION AND CONCLUSION: As a result, it is found out that gender, alexithymia and social anxiety affect computer gaming addiction in children significantly. The results of research were discussed in the light of the literature and suggestions were made to the researchers and experts studying in the field.

11.Relationship between childhood abuse experiences, cognitive distortions and loneliness levels of high school students (tur)
Tuğba Türkkan, Hatice Odacı
doi: 10.5505/kpd.2018.40427  Pages 93 - 103
GİRİŞ ve AMAÇ: Çocukluk dönemi örselenme yaşantıları ve sebep olduğu travmatik sonuçlar bireyin ilerideki yaşamını dabüyük ölçüde etkileyen bir niteliğe sahiptir. Bu nedenle, ihmal ve istismarın ilişkili olduğu değişkenlerin belirlenmesinin bu konuda yapılacak bilinçlendirme ve önleme çalışmaları için yol gösterici olacağı düşünülmektedir. Bu araştırma kapsamında, lise öğrencilerinde çocukluk çağı örselenme yaşantıları ile bilişsel çarpıtma ve yalnızlık eğilimi arasındaki ilişkiler incelenmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma gurubunu, 703 lise öğrencisi oluşturmaktadır. Katılımcılara, Demografik Bilgi Formu, Çocukluk Örselenme Yaşantıları Ölçeği, İlişkilerle İlgili Bilişsel Çarpıtmalar Ölçeği ve UCLA Yalnızlık Ölçeği uygulanmıştır. Veriler Spearman Brown Sıra Farkları Testi ve çoklu regresyon analizi kullanılarak analiz edilmiştir.
BULGULAR: Yapılan analizler sonucunda çocukluk çağı örselenme yaşantılarından fiziksel kötüye kullanım ile bilişsel çarpıtmalar alt boyutlarından yakınlıktan kaçınma ile pozitif yönde; zihin okuma boyutu arasında ise negatif yönde anlamlı ilişki gösterdiği bulunmuştur. Çocukluk çağı örselenme yaşantılarının diğer bir alt boyutu olan cinsel kötüye kullanım ile bilişsel çarpıtmalar alt boyutlarından yakınlıktan kaçınma arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki tespit edilmiştir. Yine duygusal kötüye kullanım ile bilişsel çarpıtmalar alt boyutlarından yakınlıktan kaçma arasında pozitif yönde; gerçekçi olmayan ilişki beklentisi ve zihin okuma arasında negatif yönde anlamlı ilişki bulgulanmıştır. Ayrıca çocukluk çağı örselenme yaşantılarının bilişsel çarpıtmaların yakınlıktan kaçınma alt boyutunun %5’ini, yalnızlık düzeyinin ise %17’sini açıkladığı bulgusuna ulaşılmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmanın sonuçları çocukluk çağı örselenme yaşantılarının tüm boyutlarının bilişsel çarpıtma alt boyutlarıyla ve yalnızlıkla ilişkili olduğunu göstermektedir.
INTRODUCTION: Childhood abuse experiences and their traumatic consequences have the characteristics that greatly affect the individual's future life. For this reason, it is thought that determining the variables related to neglect and abuse will be a guide for awareness-raising and prevention efforts to be made. In this study, the relationship between childhood abuse experiences, cognitive distortions and loneliness levels of high school students was investigated.
METHODS: Study group consisted of 703 high school students. The participants were asked to complete Demographic Information Form, Childhood Trauma Questionnaire, The Interpersonal Distortions Scale and UCLA Loneliness Scale. The data were analysed using Spearman’s Brown Rank Test and multiple regression.
RESULTS: The results of the data analysis indicated that a statistically significant relationship was found between physical abuse sub-dimension of childhood abuse experiences and avoidance from proximity sub-dimension of interpersonal distortions in positive way; mind reading sub-dimension of interpersonal distortions in negativeway. Also, therewas a significant positive correlation between sexual abuse sub-dimension of childhood traumatic experiences and avoidance from proximity sub-dimension of interpersonal distortions. It was found out that emotional abuse sub-dimension of childhood abuse experiences displayed a significant relationship with avoidance of proximitysub-dimension of interpersonal distortions in positive way; whereas with unrealistic expectations of relationships and mind reading sub-dimensions of interpersonal distortionsin negative way. Also it was found that childhood abuse experiences explained the 5% of the avoid proximity sub-dimension of cognitive distortions and 17% of the loneliness level.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Results of the study indicated that all sub-dimensions of childhood abuse experiences were related to sub-dimensions of cognitive distortions and loneliness levels.

REVIEW
12.Neural correlates of self: Models of Northoff and Damasio (tur)
Zahide Tepeli Temiz, Lütfü Hanoğlu
doi: 10.5505/kpd.2018.41275  Pages 104 - 115
Kendilik problemi uzun yıllardır felsefe ve psikoloji alanlarında tartışılmakla beraber son 30 yıldır sinirbilimin de ilgi alanına girmiştir ve kendiliğin nöral mekanizmaları üzerine yoğun araştırmalar yapılmaktadır. Kendiliğin kavramsal tanımları hakkında düşünceler henüz tam bir netlik kazanmamıştır. Kendiliği beyin bölgeleriyle ilişkilendirme çabaları uzun yıllardır devam etmektedir. Doğal olarak bu iki durum (kuramsallaştırma ve deneyler) yan yana işlenmektedir. Dolayısıyla kendiliğin kavramsal teorizasyonuna göre yapılan sinirbilimsel çalışmalar da çeşitlilik göstermiştir. Önemli miktarda çalışma kortikal orta hat yapılarının (CMS) kendilikle ilgili süreçlerde aktif olduğunu göstermektedir. Kendilikle ilişkili zihinsel süreçlerin ayrıca istirahat durumunda belirgin olarak görüldüğü kabul edilmektedir. Bu bağlamda kortikal orta hat yapılarında, kendilik’le ilişkili uyaranların nöronal işlemlemesi, default mode networkdaki (DMN) bölgelerle ilişkilendirilmektedir. Bu derleme çalışması, güncel sinirbilimin verileri ışığında kendilik ile ilgili araştırmaları, Northoff’un kendiliğe ilişkin nörobilim modelini ve Damasio modelindeki kendiliği bilinç bağlamında incelemeyi amaçlamaktadır.
Self has been one of the most controversial phenomenon in philosophy and psychology for a long time. More recently, self has been transferred in the field of neuroscience since 30 years and its neural correlates remain under the intense investigations. Proposals for theoretical conception of self have not yet achieved complete clarity. Efforts for linking the self with brain structures have been going on for many years. Naturally, these two states (theorization and experiments) process side by side. Therefore, neuroscientific studies diversify with regard to conceptual theorization of self. Many studies have shown that cortical midline structures (CMS) are important in self processing. In addition, it is commonly accepted the involvement of resting state activity during the self-related mental states. In this context, processing of self related stimulus in the cortical midline structures is associated with regions of default mode network (DMN). This review aims to investigate the self-related studies under the light of current neuroscientific data, the neuroscience model of Northoff proposed for the self, and to examine the self in the Damasio’s framework in the context of consciousness.

LETTER TO EDITOR
13.Duodenal perforation in a patientwith heroin use (eng)
Ümit Haluk Yeşilkaya, Yasin Hasan Balcıoğlu, Mehmet Cem İlnem
doi: 10.5505/kpd.2018.29484  Pages 116 - 118
Yoğun opioid kullanımı miyokardiyal enfarktüs, iskemik inme ve gastrointestinal sistemin hipoperfüzyonu gibi bazı vasküler patolojilere sebep olur. Burada, bilinen herhangi bir iskemik veya gastrointestinal hastalık öyküsü olmayan 30 yaşında bir erkek hastanın 10 yıllık yoğun opioid kullanımı sonrası meydana gelen duedonal perforasyon vakasını sunduk. Opioidlere uzun süre maruz kalınması hipersensitivite reaksiyonlarına, iskemi ve hipoperfüzyona neden olabilir. Ayrıca buna opioid ile ilişkili gastrointestinal motilite bozukluklarının eklenmesi de epitel hasarına ve perforasyona katkıda bulunabilir. Yoğun eroin kullanan kişilerde gastrointestinal semptomların varlığında iskemik olayların varlığı akılda tutulmalıdır.
A number of vascular pathologies are attributed to the opiate exposure such as myocardial infarction, ischaemic stroke, and hypoperfusion of the gastrointestinal tract. Here we presented a 30-year-old male patient with no history of any ischemic or gastrointestinal disease known to have 10-year opioid use and had suffered a duodenal perforation. Prolonged exposure of opioids may lead to hypersensitivity reactions, ischemia and hypoperfusion and combination of these entities with opioid-related gastrointestinal motility deficits could contribute to the epithelial damage and perforation as a consequence. The presence of ischemic events should be kept in mind in the presence of gastrointestinal symptoms in people using intensive heroin.

LookUs & Online Makale