ISSN 1302-0099 | e-ISSN 2146-7153
TURKISH JOURNAL CLINICAL PSYCHIATRY - J Clin Psy: 13 (1)
Volume: 13  Issue: 1 - 2010
RESEARCH ARTICLE
1.Preva/ance of Obsessive-Compulsive Disorder in High School Students in Van, Turkey
Yavuz Selvi, Lütfullah Beşiroğlu, Ayşe Tuba Akbaba, Adem Aydın, Özgür Özbebit, Abdullah Atli, Osman Özdemir
Pages 5 - 13
Amaç: Son yıllarda yapılan çalışmalar obsesif kompulsif bozukluğun (OKB) ergenlerde sanıldığı kadar seyrek olmadığını göstermiştir. Literatürde yıllık yaygınlığın genellikle %5'in altında olduğu bildirilmişken, birkaç çalışmada %5-10 arasında değişen değerler tespit edilmiştir. Bu çalışmada Van ili lise son sınıf öğrencilerinde OKB'nin bir yıllık yaygınlığının araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Van il merkezi lise son sınıfta bulunan 4719 öğrenci (1781 kız, 2938 erkek) çalışmanın evreniydi. Bu evreni temsil eden 20 okuldan 520 kişilik bir öğrenci grubunda araştırma materyali uygulandı. Tanı ölçeği olarak Uluslararası Bileşik Tanı Görüşmesi'nin (CIDI 2.1) OKB bölümü kullanıldı. Bulgular: Örneklemin %5.9'u (n=31; erkek=%7.1 ve kadın=%5.3) OKB olarak değerlendirilmiştir. Ailesinde ruhsal hastalık tanımlayanlarda (%1.7) ve sigara içenlerde (%12) OKB yaygınlığı anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur. OKB tanısı konan 5 hastada (%16.1) obsesyon olmaksızın kompul- siyon bulunurken, 2 hastada (%6.5) yalnızca obsesyon- ların varlığı OKB tanısı için yeterli olmuştur. Diğerlerinde (n=24, %77.4) obsesyon ve kompulsiyonlar birlikte tespit edilmiştir. Sonuç: Çalışmamızda lise son sınıf öğrencilerinde OKB'nin bir yıllık yaygınlığı %5.9 olarak bulundu. Yaygınlığı daha düşük bulan çalışmalar olsa da, yöntemsel ve bölgesel özellikler bu farklılıkları açıklayabilir. Van il merkezinde yapılan bu çalışma farklı bölgelerde yapılacak benzer çalışmalarla desteklenerek ülkemizdeki OKB yaygınlığı ve sosyodemografik etkenler hakkında daha doğru veriler elde edilebilecektir.
Objectives: Recent studies have revealed that Obsessive- Compulsive Disorder (OCD) in adolescents is not rare contrary to common thought. Although reported prevalence rates in adolescence range from below 5%, several studies demonstrate a 1-year prevalence rates ranging from 5% to 10%. The aim of this study is to determine the prevalence of OCD among high school students in Van. Method: This study was performed in public high schools located in Van with a population of 4719 students; the representative sample size for detecting the OCD prevalence was calculated to be 520 students. After collecting sociodemographic data, OCD section of Composite International Diagnostic Interview (CIDI) was used for evaluation. Results: The prevalence of OCD in adolescent group was 5.9% (n=31; boy=7.1% and girl=5.3%). The statistical analysis showed that there are significant associations between OCD and family history of mental illness and smoking. About 16.1% of subjects with OCD had only compulsions, whereas 77.4% had both obsessions and compulsions. Only two subjects (6.5%) with OCD met obsession criteria without compulsions. Conclusion: This study demonstrates a higher prevalence of OCD in adolescent group (5.9%) compared to other prevalance studies in adolescent population. Methodological differences, environmental and sociodemographic factors might explain this discrepancy.

2.Depression, Death Anxiety and Daily Life Functioning in the Elderly Living in Nursing Home
Fadime Üstüner Top, Ayşe Saraç, Gülsüm Yaşar
Pages 14 - 22
Amaç: Araştırma; huzurevinde yaşayan bireylerin depresyon düzeyleri, ölüm kaygısı ve günlük yaşam işlevlerinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırma tanımlayıcı nitelikte olup, Aralık 2009 tarihinde Ordu Huzurevinde yapılmıştır. Araştırmada veri toplama aracı olarak bireylerin sosyodemografik değişkenlerini, tanıtıcı bilgileri ve yaşamlarına ilişkin algılarının neler olduğuna yönelik soruları içeren 25 sorudan oluşan kişisel bilgi formu, Geriatrik Depresyon Ölçeği (GDÖ), Ölüm Kaygı Ölçeği (ÖKÖ), Barthel İndeksi kullanılmıştır. Veriler bilgisayar ortamında değerlendirilmiştir. Bulgular: Araştırmaya katılan bireylerin %27.2'si (n=22) kadın, %72.8'si (n = 59) erkektir. Bireylerin %46.9'u (n=38) 60-74, %53.1'i (n=43 ) 75 ve üzeri yaş grubundadır. Bireylerin %50.6'si (n=41) sağlığını orta düzeyde algıladığını, %95.1'i (n=77) sağlığının fiziksel hareketlerini etkilediğini, %55,6'sı (n=45) kronik hastalığı olduğunu ve %97.5'i (n=79) ilaç kullandığını belirtmiştir. GDÖ ortalaması 15.56±5.065 (2-29), ÖKÖ ortalaması 9.01 ±2.857 (2-14), Bİ ortalaması 71.36±25.642 (5-100) olarak bulunmuştur. Bireylerin depresyon düzeyleri ve cinsiyetleri arasındaki ilişkinin anlamlı olduğu bulunmuştur (t=2.648 p<.05). Ölüm kaygısı ve bağımlılık düzeyleri ile cinsiyet arasındaki ilişkinin p>0.05 düzeyinde anlamlı olmadığı, depresyon ve bağımlılık düzeyleri ile yaş arasındaki ilişkinin anlamlı olduğu bulunmuştur (t=-2.550 P<.05, t=2.990 p<.05). Sonuç: Bireylerin büyük çoğunluğu kesin depresyon ve orta düzeyde ölüm kaygısı yaşamaktadır, ayrıca; büyük çoğunluğu orta derecede bağımlıdır.
Objective: Research was carried out to determine the levels of depression, death anxiety and daily life functioning in the elderly living in nursing home. Methods: The study was made in Nursing Home in Ordu, December, 2009. As a data collecting tool, sosiodemo- graphic variables of humans, personal information form consisted of 25 questions, including the identifying information and perception of life relating to what has been happening, Geriatric Depression Scale (GDS), Death Anxiety Scale (DAS), Barthel Index was used. The data were evaluated via computer. Results: 27.2% (n=22) of the elders were female, 72.8% were male. 46.9% (n=38) of them were in 60-74 years group, 53.1% (n=43) were 75 years old and over. 50.6% had perceived their health status in the middle level. 95.1% expressed state of health affects their physical activities. 55.6% had a chronical disease and 97.5% of elders expressed taking medicine. Average of GDS is 15.56 ± 5.065 (at least 2 up to 29), Average of DAS is 9.01 ± 2.857 (at least 2 up to 14), Average of Bl is 71.36 ± 25.642 (at least 5 up to 100). Levels of depression were found significantly related to gender (t=2,648 p<.05). Death anxiety and level of dependence were not found significantly related to gender. Levels of depression and dependence were found significantly related to age (t=-2.550 p<.05, t=2.990 p<.05). Conclusion: The vast majority of individuals had depression and death anxiety, and the majority was dependent.

3.Anger and Temperament and Character Characteristics in Patients with Migraine Headache
Dilaram Billur Çelik, Haluk Arkar, Fethi İdiman
Pages 23 - 35
Amaç: Migren hastalarında psikiyatrik eştanılar ve tipik kişilik özellikleri uzun yıllardır gözlemlenmektedir. Bu çalışmada, Cloninger'in psikobiyolojik kişilik kuramı bağlamında kişilik özellikleri, öfke ve depresyon gibi psikolojik risk faktörlerini araştırmak ve migren hastalarını sağlıklı kişilerden ayıran özelikleri tanımlamak amaçlandı. Yöntem: Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Başağrısı Polikliniği'ne başvuran Uluslararası Başağrısı Sınıflaması 2004'e göre migren tanı ölçütlerini karşılayan 85 hasta (yaş ortalaması 36.4) çalışmaya dahil edilmiş ve 85 sağlıklı kişi (yaş ortalaması 34.6) ile karşılaştırılmıştır. Katılımcılara Mizaç-Karakter Envanteri, Beck Depresyon Envanteri ve Sürekli Öfke-Öfke İfade Tarzı Envanteri uygulanmıştır. Bulgular: Migren hastalarının daha fazla depresif belirti gösterdiği, yüksek düzeyde öfke eğilimi olduğu, kişilik özelliklerinin yüksek zarardan kaçınma ve sebat etme ile düşük kendini yönetme ve yenilik arama boyutlarında sağlıklı kişilerden farklılaştığı görülmüştür. Sonuç: Sonuçlar, migren hastalarını sağlıklı bireylerden farklı kılanın daha çok genetik temelli olan mizaç özelliklerinin olduğunu göstermekte ve migrenin genetik temelli bir hastalık olduğu ile ilgili kuramlarla örtüşmektedir. Kesin ve doğrudan sonuçlar, laboratuvar incelenmelerini de kapsayan çok disiplinli çalışmaların gerçevvkleştirilmesi ile elde edilebilir. Anahtar Sözcükler: Migren, öfke, mizaç, karakter
Objective: Over the past years, psychiatric comorbidities and typical personality traits were frequently observed in migraine patients. Psychological profile in migraine patients has been extensively explored. The aim of this study was to investigate the psychological risk factors in migraine such as personality traits, anger and depression and identify whether migraine patients and healty controls share distinctive psychological profile in the context of Cloninger's seven-factor psychobiological model of personality. Method: 85 patients diagnosed according to International Classification of Headache Disorders suffering from migraine referred to the Headache Clinic of Dokuz Eylül University Neurology Department were enrolled in the study and compared to a control group of 85 healthy subjects. Patients and controls completed the Temperament and Character Inventory, The Beck Depression Inventory, and the Trait Anger Expression Inventory. Results: Similar to previous findings, results showed that personality, anger traits and depressive symptomatology of migraine patients are different from healthy people. Patients suffering from migraine showed more depressive symptoms, tendency to high level of anger, and a distinctive personality profile with high harm avoidance, high persistence, low self directedness and low novelty seeking. Conclusion: The results suggest that the temperament which is considered to be the genetic component of personality plays role in migraine and this also supports the theory that migraine is a genetic-based disase. Further biochemical and genetic studies may reveal the relationships between psychological profile and developing migraine.

REVIEW
4.Eye Movement Desensitization and Reprocessing (EMDR) in Treatment of Chronic Pain as a Contemporary Psychotherapeutic Approach
Dilek Gürel
Pages 36 - 41
Klinik psikoloji alanında ağrıya ilişkin çalışmalar son yıllarda gittikçe artmaktadır. Önceleri kronik ağrının psikolojik boyutlarına yönelik model oluşturmaya ağırlık verilirken daha sonraları tedaviye yönelik psikoterapotik yaklaşımların geliştirilmesine odaklanılmıştır. 1987 yılında Klinik Psikolog olan Francine SHAPİRO, istemli ve sistematik olarak yapılan göz hareketlerinin, olumsuz ve rahatsız edici düşüncelerin yoğunluğunu azalttığı tezinden hareketle Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden Yapılandırma-Eye Movement Desensitization and Repocessing (EMDR) tekniğini geliştirmiş. İki yıl boyunca etkinliğini araştırmak üzere çalışmalar yapmıştır. EMDR ilk olarak, savaş stresi, taciz, doğal afetler veya çocukluk döneminde yaşanan üzücü olaylar gibi rahatsız edici yaşam deneyimlerinin neden olduğu duygusal sorunların iyileştirilmesinde kullanılmıştır. Daha sonraları fobi, performans kaygısı, panik bozukluk, beden algısı bozukluğu, çocuklardaki travma belirtileri, yas, derma- tolojik bozukluklar, fantom organ ağrısı ve en son olarak da kronik ağrı tedavisinde kullanılmış oldukça çarpıcı sonuçlar elde edilmiştir. Aşağıdaki yazıda ülkemizde henüz yeni yeni yaygınlaşan bu tekniğin tedavi rasyoneli ve uygulaması hakkında kısa bir bilgi sunulmaktadır. Özünü bilgi işleme yaklaşımlarından ve davranışın nörop- sikolojik temellerinden alan EMDR Tekniğin in kronik ağrıyı açıklanma biçiminin zenginliği yanı sıra tedavideki sıra dışı başarısının önümüzdeki yıllarda psikoterapi alanında daha çok ilgi yaratacağı düşünülmektedir.
Psychological treatment studies in pain disorders have greatly increased in recent years. The focus was first on the development of theories and models related to chronic pain. However, main focus has been on the development of therapeutic approaches which are effective in the treatment of chronic pain. In 1987, Clinical Psychologist Francine Shapiro developed the novel Eye Movement Desensitization and Reprocessing (EMDR ) technique based on the idea that voluntary and systematic eye movements could effectively decrease the intensity of negative and disturbing thoughts and has since then been undertaking research on the topic. EMDR was first used in post-travmatic stres disorders as a result of wars, rape, earthquake and childhood abuse to deal with the emotional disturbaunces of problematic life experiences. It later started to encompass phobias, performance anxiety, panic attacks, body-image disorders, trauma symptoms in children bereavement, skin diseases, phantom limb pains and lastly chronic pain treatment with striking results. This paper consists of brief information on the underlying principles and application procedures of EMDR. This technique is mainly based on both information processing and neuropsychological approaches. EMDR has comprehensive approaches to explain the reasons for chronic pain. It seems most likely that the technique will prove widespread to be of great interest within the area of psychotherapies.

CASE REPORT
5.EMDR for Post Travmatic Stress Disorder and Test Anxiety: A Case Report
Önder Kavakçı, Osman Yıldırım, Nesim Kuğu
Pages 42 - 47
Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gelişmesine yol açan etkenlerden biri de trafik kazalarıdır ve Türkiye'de oldukça yaygındır. Göz hareketleri ile duyarsızlaştırma ve yeniden işleme (EMDR) son yıllarda özellikle travma sonrası stres bozukluğunda (TSSB) etkili olduğu gösterilmiş bir yaklaşımdır. Sınav kaygısı; öğrenciler için sıklıkla akademik alanda performans düşüklüğü ve psikolojik problemlerle birlikte olan önemli bir sorundur. Sınav kaygısı olanlar; değerlendirileceği zaman gerilim, endişe ve santral sinir sisteminin aşırı uyarılmasını içeren istenmeyen bir durum yaşarlar. Endişe içeren tekrarlayın düşünceler, kendini eleştiren felaketleştirici düşünceler, fizyolojik uyarılmışlık ve belirgin duygusal sıkıntı sınav kaygısına eşlik eder. Sınavlarla ilgili olumsuz deneyimler sınav kaygısının oluşmasına neden olabilmektedir. Sınav kaygısının tedavisi için çeşitli psikoterapi yöntemlerinin yararlı olduğu bildirilmiştir. Sınav kaygısı tedavisinde EMDR denediğini bildiren az sayıda yayın vardır. Bu çalışmada trafik kazası sonrası TSSB gelişen ve EMDR uygulanması sonucunda iyileşen 17 yaşında bir olgu sunulmuştur. TSSB belirtilerinin düzelmesinin ardından üniversite giriş sınavı ile ilgili yoğun korku ve kaygı bildiren hastada, bu kaygının önceki olumsuz sınav yaşantıları ile ilişkili olduğu belirlenmiş, bu yaşantılarına yönelik EMDR tedavisi sonunda sınav kaygısı belirtilerinde belirgin düzelme görülmüştür.
Prevalence of traffic accidents is very high in Turkey and traffic accidents are one of the underlying reasons of Posttraumatic Stress Disorder (PTSD). Eye Movement Desensitization and Reprocessing (EMDR) is a new therapeutic method which is effective for PTSD. Test anxiety is a significant problem for students which leads to a decline in academic performance and cause severe psychological problems. People with test anxiety experience undesirable symptoms like tension, worry and overstimulation of the central nervous system when they are under evaluation. Recurrent worried, self-critical and catastrophic thoughts and physiologic arousal accompany test anxiety. Negative experiences about examinations can lead to test anxiety. Various psychoterapeutic approaches have been reported that are beneficial in the treatment of test anxiety. Few publications have reported trial of EMDR in the treatment of test anxiety. We describe a 17 year-old girl who had PTSD following a traffic accident and who was treated by EMDR. After treatment of PTSD, the girl reported intense fear and anxiety about the university entrance examination. This anxiety was associated with negative experiences about previous examinations. EMDR treatment focused on these negative experiences and significant improvement was obtained.

LookUs & Online Makale