ISSN 1302-0099 | e-ISSN 2146-7153
TURKISH JOURNAL CLINICAL PSYCHIATRY - J Clin Psy: 11 (1)
Volume: 11  Issue: 1 - 2008
RESEARCH ARTICLE
1.Adaptation of Death Anxiety Scale (DAS): Validity and Reliability Studies
Figen Akça, Alper Köse
Pages 7 - 16
Amaç: Bu çalışmanın temel amacı, Templer ve ark. tarafından geliştirilmiş olan "Ölüm Kaygısı Ölçeğinin" (ÖKÖ) Türkçe çevirisinin Türk normlarındaki farklı gruplarda tekrar gözden geçirilerek geçerlik ve güvenirliğini araştırmaktır. Yöntem: ÖKÖ'nün örneklemini, 25'i kanser, 42'si diyaliz, 39'u cerrahi tedavi gören ve 55‘i polikliniklerde tedavi için başvuran 171 hasta ile normal grupta 185 kişiden oluşan toplam 356 kişiden oluşmaktadır. Ölçeğin, Şenol (1989) tarafından Türkçeye çevrilerek hazırlanmış olan formu ile orijinal form uzmanlarca değerlendirilerek, ölçeğe son biçimi verilmiş ve farklı oturumlarda uygulanmıştır. Sağlık sorunu olmayan 142 üniversite öğrencisine ölçek iki hafta arayla iki kez uygulanmıştır. Bulgular: Yapılan faktör analizinde 15 ölçek maddesi orijinal ölçekle örtüşen şekilde bilişsel ve duyuşsal, fiziksel değişmeler, zamanın geçmesi, hastalık ve ağrı boyutları olmak üzere dört faktöre ayrılmıştır. Cinsiyet değişkeni açısından ölüm kaygısı puan ortalaması kadınlarda (9.06) erkeklerden (6.90) daha fazla bul- gulanmıştır. Hastalık değişkeni açısından, hasta grubundan elde edilen ölüm kaygısı ortalama puan (9.25), normal gruptan elde edilen puan (6.96) bulunmuştur. Ölçeğin kararlık anlamında test tekrar test güvenirliği.79 bulunmuş, KR-20 formülü ile elde edilen güvenirlik kanıtı ise.75 bulunmuştur. Sonuç: Sonuçlar ölçeğin Türk örneklemindeki psikometrik özelliklerinin uygunluğunu desteklemektedir. Ölçeğin Türkçe formunun psikometrik özellikleri ilgili literatür ışığında tartışılmıştır.
Objective: The purpose of this study is to investigate the validity and reliability of the Turkish version of Templer's “Death Anxiety Scale" by revising it with various groups in Turkish norms. Method: Participants were 356 people; 185 normal (doğrusu healthy) people and 171 patients: 25 cancer sufferers, 42 dialysis patients, 39 having had operations (doğrusu surgical patients), 55 outpatients. The Turkish version (Şenol; 1989) and the original version of the scale were evaluated by the experts, and the final form of the scale was applied to the people in separate sessions. The scale was applied to 142 healty university students twice at a two-week interval. Results: Similar to the original structure of the scale, 15 items were separated to four factors as; cognitive and sensitive, physical changes, time passed, illness and pain dimensions. As regards to the variable of gender, it was seen that women were more anxious about death (9,06) than men (6,90). In respect of the illness variable, the average point of the patient group (9.25) and was the normal group (6.96) were found. Test-retest reliability of the scale and KR-20 reliability were found. 79 and.75. respectively. Conclusion: Results supported the accuracy of the scale's psychometric features in the Turkish sample. Psychometric features of the scale's Turkish version were discussed in the light of related literature.

2.Comparison of Patients with Panic Disorder and Obsessive Compulsive Disorder with Regard to Eating Attitudes
Gül Özsoylar, Aslıhan Sayın, Selçuk Candansayar
Pages 17 - 24
Amaç: Obesisf-kompulsif bozukluğun (OKB) günümüz tanı ve sınıflandırma sistemlerinde anksiyete bozuklukları arasında yer alıyor olması uzun süreden beri tartışılmaktadır. Bu çalışmanın amacı; OKB tanısı almış hastalarla, bir diğer anksiyete bozukluğu olan panik bozukluğu (PB) tanısı almış hastaları "obsesif-kompulsif spektrum" içersinde yer alan yeme bozuklukları belirtileri açısından karşılaştırmaktır. Yöntem: 31 PB, 33 OKB hastasına sos- yodemografik bilgi formu, Yeme Tutum testi (YTT), Hastane Anksiyete Ölçeği (HAÖ), Hastane Depresyon Ölçeği (HDÖ), Panik Agorafobi Ölçeği (PAÖ) ve Maudsley Obsesif Kompulsif Soru Listesi (MOKSL) verilmiş, iki grubun boy ve kiloları ölçülerek vücut kitle indeksi (VKİ) hesaplanmış, elde edilen veriler açısından istatistiksel olarak karşılaştırılmıştır. Bulgular: iki grup arasında VKİ, YTT, HAÖ ve HDÖ açısından anlamlı fark yoktur. PB hasta grubunda YTT puanlarıyla HAÖ, HDÖ, PAÖ arasında ise anlamlı bir korelasyon yoktur (p>0.05). OKB hasta grubunda ise; YTT puanları HAÖ, HDÖ ve MOKSL puanları ile olumlu (r=.406,.392 ve.590) ve anlamlı (p=.000) bir şekilde koreledir. Sonuç: Bu durum klinik olarak olmasa da, subklinik olarak obsesif kompulsif belirtilerle yeme tutumu patolojileri arasında bir ilişki olduğunu düşündürmektedir. Benzer ilişkinin panik belirtileriyle yeme tutumu arasında gözlenmemiş olması, OKB'nin bir diğer anksiyete bozukluğu olan PB'dan farklı bir kategoride değerlendirilmesi gerektiğini ve "obsesif kompulsif spektrum" kavramını destekler niteliktedir.
Objectives: Placing obsessive-compulsive disorder (OCD) among anxiety disorders in current diagnostic and classification systems has been an issue of discussion for many years. The purpose of this study is to compare OCD patients with panic disorder (PD) patients with regard to symptoms of eating disorders, which exist in so called "obsessive-compulsive spectrum". Method: 31 PD, 33 OCD patients were given sociodemographic information form, Eating Attitudes Test (EAT), Hospital Anxiety Scale (HAS), Hospital Depression Scale (HDS), Panic- Agorophobia Scale (PAS) and Maudsley Obsessive Compulsive Questionnaire (MOCQ), their heights and weights were evaluated and their body-mass index (BMI) was calculated, obtained data was compared by statistical analysis. Results: There was no statistically significant difference between two groups with regard to BMI, EAT, HAS, HDS. EAT scores of PD patients did not show any significant correlation with HAS, HDS, PAS (P>0.05). HAS, HDS and MS scores of OCD patients positively (r=.406,.392 ve.590) and significantly (p=0.000) correlated with EAT scores. Conclusion: These results show that, obsessive compulsive symptoms may be subclini- cally, but not clinically, related to eating attitudes pathology. A similar relation was not observed with panic symptoms, so it may be considered that OCD should be classified under a different subtype than PB and our results give further support to the concept of "obsessive- compulsive spectrum".

3.Prevalence of Elderly Depression and Related Risk Factors in Nursing Home Residents
Gülfizar Sözeri Varma, Nalan Kalkan Oğuzhanoğlu, Tarkan Amuk
Pages 25 - 32
Amaç: Huzurevinde yaşayan yaşlılardaki depresyon sıklığının saptanması ve depresyonla İlişkili etmenlerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Denizli huzurevinde yaşayan 168 yaşlı arasından gönüllü olan ve çalışma koşullarına uyan 141 birey çalışma grubunu oluşturmuştur. Sosyodemografik özellikleri kuruma ait sağlık-sosyal dosyaları incelenerek doldurulmuştur. Depresyon tanıları bir psikiyatrist tarafından DSM-IV tanı ölçütlerine göre konulmuş, bireylere Standardize Mini Mental Test (SMMT), Yaşlılar için Depresyon Ölçeği (YDÖ), Hamilton Anksiyete Değerlendirme Ölçeği (HAM-A), Kısa Psikiyatrik Değerlendirme Ölçeği (BPRS) ve Yaşlı Bireyler için Çok Boyutlu Gözlem Ölçeği (YBİÇBGÖ) uygulanmıştır. Bulgular: Grubumuzun çoğunluğu, okuryazar olmayan (%53.2), dul (%53.2), sosyal güvencesi olmayan (%53.2), yalnız yaşadığı için huzurevine gelen (%52.5) ve aile desteği olmayan (%71.6) yaşlılardan oluşmuştu. YDÖ kesme noktasına göre %42.6 oranında (s: 60) depresyon olabileceği, DSM-IV tanı ölçütlerine göre %39.7 oranında (s: 56) depresyon bulunduğu belirlendi. Depresyonu olan yaşlıların (s: 56) yaş, eğitim düzeyleri ve huzurevinde kalma süreleri depresyonu olmayanlarla (s: 85) benzer (p>0.05), kronik fiziksel hastalık (p=0.003) ve kullanılan ilaç sayıları (p=0.013) fazlaydı. Lojistik regresyon analizinde, kadın olmak (p=0.001) ve kronik fiziksel hastalığa sahip olmanın (p=0.044) depresif bozukluklar için risk etmenleri olduğu belirlendi. Sonuç: Huzurevinde yaşayan yaşlılarda depresyonun yaygın olduğu tespit edilmiştir. Kadın olmak, kronik fiziksel hastalık ve çoklu ilaç kullanımı depresyon ile ilişkili bulunmuştur. Bu özelliklere sahip yaşlıların depresyon açısından dikkatle değerlendirilmesi daha sağlıklı yaşlanmaya katkıda bulunacaktır.
Objective: The aim of this study is to determine the prevalence of depression and related factors among elderly in residential home. Method: The sample of the study is composed of 141 elderly who volunteered and adjusted the conditions among 168 elderly living in residential home in Denizli. The sociodemographic characteristics of the elderly people were found after the scrutiny of their institutional files. Depression was diagnosed according to DSM-IV diagnosis criteria by a psychiatrist. Mini Mental State Examination (MMSE), Geriatric Depression Scale (GDS), Hamilton Anxiety Rating Scale (HAM-A), Brief Psychiatric Rating Scale (BPRS), Multidimensional Observation Scale were used for Elderly Subjects. Results: Our study includes elderly people who are widow (53.2 %), homeless (52.5%), without any family support (71.6%), illiterate (53.2%), without social insurance (53.2%). Some 42.6 % (n: 60) of the subjects were depressed according to the cut-off point of GDS-Turkish Form. Prevalence of DSM-IV depressive disorder was 39.7 % (n: 56). Age, levels of education and duration of staying at nursing home were similar between the groups of depressive and non-depressive. Number of chronic physical disorder and the number of the drugs used were higher in depression group than in non-depressed group (p<0.05). Being female (p=0.001) and having chronic physical illness (p=0.044) are determined to be the risk factors for depressive disorders according to logistic regression analysis. Conclusion: The prevalence of depression is common among elderly people in nursing homes. Depression is associated with the gender female, chronic physical illness and multiple drug use. Careful examination of the elderly people with these characteristics will contribute to the healthy aging.

4.The Assesment of Relationship Between Suicide and Temperament and Character Features on the Major Depressive Disorder
Mehmet Ak, K. Nahit Özmenler, Aytekin Özşahin
Pages 33 - 41
Amaç: Kişilik özellikleri ve intihar davranışı arasındaki karmaşık ilişkiyi araştırmanın, intiharı önleme, tedavi ve tekrarını engellemede kullanılacak veriler sağlayacağı düşünülmüştür, intihar davranışının en sık birliktelik gösterdiği depresyon tamlı hasta grubunda, kişiliği boyutsal olarak değerlendiren Mizaç ve Karakter Envanteri kullanılarak farklı öngörülerin olduğu bu alana katkı sağlamak amaçlanmıştır. Yöntem: Mart 2005 - Temmuz 2006 tarihleri arasında Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Eğitim Hastanesinde yürütülmüştür, intihar davranışı göstererek acil servisine başvuran, ya da herhangi bir hastanede yatırılarak ilk tedavileri yapılıp sevk edilen olgular içinde çalışmaya kabul kriterlerini karşılayan 85 olgu denek grubunu oluşturmuştur. Aynı dönemde psikiyatri polikliniği ve kliniğinde tedavi edilen majör depresif bozukluk tanısı almış 70 olgu çalışmaya alınarak kontrol grubu oluşturulmuştur. Bulgular: intihar davranışında bulunanların mizaç (kişiliğin kalıtsal kabul edilen özellikleri) özelliklerinden ödül bağımlılığı puanları düşük, karakter (çevrenin ve yetiştirilmenin etkisi altında gelişmiş) özelliklerinden kendini yönetme ve işbirliği yapma puanları düşük bulunmuştur. Sonuç: Mizaç açısından ödül bağımlılığı düşük, karakter özellikleri açısından düşük kendini yönetme ve düşük işbirliği yapma özelliklerinin intihar davranışı için bireysel yatkınlık sağladığı ve bu yatkınlığa sahip bireylerin yaşam olayları veya depresyon gibi stresörlerle karşılaştıklarında, daha umutsuz, karamsar ve tepkisel tutumla yaklaşım sergileme ve kendilerine daha çok zarar verme eğiliminde olduğu düşünülmüştür. Anahtar Sözcükler: Depresyon, intihar, mizaç ve karakter.
Objective: It has been suggested that to investigate complex relation between personality features and suicide, would provide information in prevention and treating suicide and its recurrence. In the present study, it was aimed that to advance the understanding of this controversial field by using Temperament and Character Inventory (TCI) which assess personality dimensionally on the depressive patients. Method: This study conducted in Gülhane Millitary Medical Academy Hospital between March 2005 and July 2006. The study sample consisted of 85 subjects who were fulfilled selection criteria and who were admitted our hospital because of suicide attempt. Patient who initially had submitted to another hospital and then referred our hospital also included in the study. Seventy patients who had been diagnosed and treated as depressive disorder at the same time interval enrolled in the control group. Results: It is also found that participants with suicidal behavior have low reward dependance scores which is one of the features of temperament (the hereditary characteristic of personality). They have also low score on self-directed ness and cooperativeness which are the features of character (effected by environmental and developmental process). Conclusion: The results of this study showed that low reward dependence scores in temperament dimension and low self-directed ness and cooperativeness in character dimension provide personal diathesis and if people with such diathesis faced with life events or depression, they present more hopeless, pessimistic and reactional attitude, and also they have more tendency to give harm themselves.

REVIEW
5.Structural and Neuro-Chemical Changes of Brain in Adolescence
Gonca Çelik, Ayşegül Tahiroğlu, Ayşe Avcı
Pages 42 - 47
Gelişimin önemli basamaklarından olan ergenlik pek çok duygusal ve davranışsal güçlük ile ilişkilidir. Ergenlik döneminde beyin gelişiminin ruhsal sorunlar için hem koruyucu hem de risk oluşturucu etkileri vardır. Bu gözden geçirme metninde ergenlik döneminde beynin yapısal, nörokimyasal değişim sürecinin irdelenmesi amaçlanmıştır. Ergenlik döneminde beynin yapısal ve biyokimyasal gelişimi ve değişimi ile ilgili yazın taranmış. Üreme hormonları gibi bu gelişim üzerine etki gösteren etmenler ile ilgili bilgiler derlenmiştir. Yazın özetinin yanı sıra beyinde gözlenen ergenliğe bağlı değişikliklerin psikiyatrik bozukluklar ve belirtile ile ilişkisi tartışılmıştır. Ergen beyni belirgin bir biçimde yapısal gelişim gösterir ve zedelenmeye yanıt açısından erişkin beynine göre daha duyarlıdır. Ergenlik döneminde, yeni hücre oluşumu, hücre kaybı, yeni yolakların oluşumu, dallanma ve budanmayı içeren pek çok süreç ile beyinde beyaz madde artarken, gri madde azalır. Bazal gangliyon hacmindeki artış ergenlik boyunca bağımlılık yapan maddelere duyarlılık ile sonuçlanır. GABA-erjik sistem ergenlik döneminde beynin baskın inhibitor sistemidir; ergenlerin alkol-madde kullanımı GABA-erjik sistemi bozarak erişkinlik döneminde alkol-madde bağımlılığı riskini artırır. Üreme hormonları tarafından tetiklenen Hipotalamo-pitiüter Aks ergenlerin olumsuz yaşam olayları karşısında stres duyarlılığı ile ilişkilidir. Ergenliğe özgü gelişim ve değişimi anlamak; ergenin ruhsal muayenesi, tanı koyma ve tedavi seçiminde hekimlere önemli katkı sağlayacaktır.
Adolescence which is important developmental process relate to many emotional and behavioral problems. There are both protective and risky effects of brain developmental process through adolescence. In this review, it is aimed to discus the structural and neuro-chemical changes of brain in adolescence. Literature related to development and changes of the brain through adolescence was searched and findings were discussed. Data include many factors which have effect on this process such as sex hormones were reviewed. Together with summary of literature, the relationship between brain development and changes in adolescence and psychiatric disorders or symptoms were discussed. Brain develops and changes through adolescence and it is much vulnerable than adults' brain. In Brain of adolescents, white mater increases and grey mater decreases through many processes including neurogenesis, apoptosis, synaptogenesis. Increasing basal ganglia volume causes susceptibility for drug addiction. GABA-ergic system is dominant inhibitor system through adolescence. Alcohol-drug use in adolescence causes increased risk of addiction in adulthood because of deterioration of GABA-ergic system. Hypotalamo-pituitary axe which triggered by sex hormones relates to stress responds against the negative life experience. To understand of this developmental process is important to examine, diagnosing and treatment of adolescence for clinicians.

LookUs & Online Makale